Kendine bir fırsat ver!
Banu Bozdemir
Amcam Önceki Hayatlarını Anlatıyor’dan yola çıkarak minimal sinemanın üzerimiz çöken karabasanından bahsedecektim aslında ama… Bu uzun isimli film, Cannes’da büyük ödüle uzandı, jüri başkanı Tim Burton’dan övgüler kazandı… Aslında Burton’un filme olan sempatisini anlıyorum ama bizde bir rüzgara dönüşen bu minimal fırtınanın dünyada da devam etmesi beni biraz kastı. Daha fazla kasmasın diye önceki hayatlı bu amcaya biraz mesafeli durayım dedim… Gelelim Aşka Fırsat Ver’e.. Bu sonradan sapıtan şehir insanı modelinden fenalık geldi artık. Önce kafalarını kukuman kuşu gibi işe gömüyorlar, işten başka bir hayat düşünmüyorlar sonra da 180 derecelik dönüşümlerle kasıyorlar. Kendini güçlü kadınlarla özdeşleştiren (aralarında Madam Curie, Benazir Butto, Frida Kahlo gibi isimler olan) ve bir işe başlarken onların adını papağan gibi tekrar eden Margeret, geçmişinden çıkagelen yaşlı bir adam ve süslü püslü mektuplarla kendine gelir… İlk başta değişim ve dönüşümü reddetse de…
Neymiş efendim geçmiş bilinçaltının derinliklerinde, hatırlanmamalı, unutulmalı… Ben daha önce bu kadar zorlama bir öykü görmedim desem yeridir, bir kere inandırıcılıktan uzak ve o kadar abartılı ki… Çocukluk hezeyanları, aşkları, kırıklıkları derken Margaret geçmişini kuyulara gömmüş, anladık… Kuyu meselesi de bu arada ciddi ciddi var yani filmin içinde…
Çocuklukta, büyüyünce nasıl bir insan olacağını görüp, kendisini uyarması da ayrı bir müneccimlik… Çocukluk aşkıyla yıllar sonra karşılaşınca kavga etmesine ne demeli? Yani her yerinden abartı damlayan bu film, yeni bir Amelie yaratmaya heveslenmiş sanki, ama film zorlamaya kurban gitmiş. Zaten insanın içinde bir parça geriye dönüş gücü olsa bu kadar unutmaz geçmişini… Ben geçmişimde bu kadar renkli şey biriktirmeye hevesli bir insan olsam kesin ressam, tasarımcı vs. olurdum, ama Margeret ola ola kafayı rakamlarla bozmuş bir iş kadını oluyor.
Bence filmin Türkçe ismi de ‘Kendine Bir Fırsat Ver’ olarak değişmeli. Kadının aşkında bir sorun yok ki! Genelde bu tarz romantik filmlerde kadın ya da erkek önceki partnerini bir çırpıda değiştirir, kendini yollara, hippiliğe, farklılığa hazır edecek adam ya da kadınla yola devam eder. Burada bu da yok… Kadın değişti, adam aynı adam… Anlayışlı, mazbut, kadının uçarılıklarına hazırlıklı! Bu anlamda bir yargıyı yıktı diyebiliriz yönetmen için. Yönetmenimiz Yann Samuel 2003 yılında Cesaretin Var mı Aşka adıyla vizyona giren filmin de yönetmeni. O buna nazaran daha iyiydi, yine çocuklar ve çocukluk aşklarına ve masumiyetine ilişkin kavramlar vardı… Ama burada her dakika hava fişekler gibi patlayan duygu seli beni yordu, mahvetti. Sophie Marceau ile yıllar sonra karşılaşmak güzeldi ama… Yönetmenimizi içimizi bayan abartısından dolayı tebrik edemeyeceğim ne yazık ki!