Bu sene çokça izleyeceğimiz ilk filmden birisi Kako si? Türkçe adıyla Nerdesin? Bir belgesel projesi olarak başlayan, ufak bir manevrayla sinema filmine dönüşen ama belgeselden de taviz vermeyen bir sinema… Filmin yönetmeni Özlem Akovalıgil’le filmin sürecini konuştuk, ilk film yapmanın zorluklarıyla bir kez daha tanıştık…

Banu Bozdemir

Kako Si ilk filmin. Oyuncuların kariyerlerinin son basamaklarında yönetmenlik yapmasına alışığız ama sen başında yönetmenlik yaptın. Filmini çekmek için büyük de çaba sarf etmişsin. Film çekmek nedir senin için?
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı oyunculuk bölümü, sonra da Marmara Güzel Sanatlar Sinema televizyon bölümü mezunuyum. Çok küçük yaşlarda meslek olarak seçtim ben bu mesleği. Sinema yapacağım dedim. Oyunculuk eğitimini de sinema için aldım. Dram sanatının bunun başı olduğunu düşündüm, oyunculuk birçok şeyi kapsıyor. Bilinçli olarak konservatuara yöneldim.
Aldığın oyunculuk eğitiminin oyuncuları yönetirken nasıl bir faydası oldu?
Sonuçta ilk film, ilk tecrübe yine acemilik oldu. Ne kadar biliyorum, ben oyuncuyu ve oyunculuğu tanıyorum, senaryoyu da ben yazdım desen de aslında bilmediğin bir alana adım atıyorsun. Bazı şeyleri çok biliyor olmanın bile zararını gördüm. Bilinmeze daha hazırlıklı olabiliyor insan. Bazı konularda çok yanıldım. Ya da yanılmadım onların öyle olması gerekiyordu. Ama kavramsal bilginin çok da uygulamada faydası yok. Ama daha çok arkadaşlarımla çalıştım zaten. İlişki kurmayı rahatlatıyor. Bir de oyunculuk son on yılda çok başka yerlere gitti. Televizyon oyunculuğu diye bir kavram var. Ben okula girdiğimde TRT vardı, ikinci sınıftayken Star televizyonu açıldı, ben mezun olduğumda herkes dizi yıldızı olmak için okula giriyordu.
İlk filmler hep yakın olandan, yanı başındaki konulardan seçilir, senin tercihin de böyle oldu…
Ben oldum olası yol filmlerini çok severim. Yol filmi yeterli. Çok fazla yol filmi de çekilmez. Bir gün annem ‘ölmeden beni Bosna’ya götür’ dedi. Ben de ‘tamam’ dedim ve bunu amatör kamerayla kaydetmek istedim. Çünkü bu ciddi bir belge olacaktı. Sonra proje büyüdü, ben bunu yazdım, yanına bir şeyler de ekledim, başka hayat parçaları da ekledim. Coğrafyaya yolculuk oldu, üstüne bir de göç hikayesi büyük bir hikaye çıktı ortaya. Çok tanıdık bir şeyin içine girdiğimi sanıp, çok büyük bit kuyuda kaybolma noktasına kadar gittim.
Senaryo değişime uğradı mı peki bu yolculuk esnasında?
Çok değişti. O dönem çekimleri yaptığımız sırada Balkanlar çok karışıktı. Kosova bağımsızlık ilan etti. Çekimlerimiz dört ay ertelendi bu yüzden. Lokasyonlarımız çok değişti. Hep sınır bölgelerinde sorun yaşadık, istediğimiz yerlere giremedik. Yol filminde doğaçlamaya izin vermek gerekiyor. Senaryo bir anlamda kılavuz oluyor. 128 sayfalık çok ciddi bir senaryomuz vardı yoksa…
Filminin yapımı yönetimi, kurgusu ve senaryosu sana ait. Türk sinemasında filminin birçok şeyini üstlenen yönetmenlere alışkınız. Sen de etkisi nasıl oldu?
Bir kere öncelikle kilo aldım. Yıpratıcı oldu ama öğretici bir yandan da…
Ülkemizde yönetmenler ilk filmlerine yapımcı ve ekip bulamadığı için her şeyi kendileri sırtlanmak zorunda kalıyor tabii bir yandan da.
İlk filmini gişeye yönelik değil de, kendi için, film yapacağım diye duygusal bir tarzda baktığı için kendisi üstleniyor. Yapımcı ticari kaygıyla giriyor. Kimsenin sanatla ya da kara kaş kara gözle ilgili olarak yapımcılık derdi yok. Tüccar olsam ben de haklı görürdüm.
Sinema sanat dersek…
O zaman başka birilerinin bir şey yapması gerekiyor. Başka yapılanmaya gidilmesi gerekiyor. Birisi ilk filmini yapmadan da yönetmen olmaz, bir yerden başlanması gerekiyor. Tarzını ortaya koymak istiyorsan mutlaka bağımsız bir film yapabilmelisin. İlk üç film yönetmenin dilini oluşturma süreci. Pahalı bir süreç.
Filmin afişine pek önem verilmez aslında ama seyircinin de filmle ilk iletişimidir. Ama geçen yıl en çok yapan filmin afişi başarılı değildi. Sizin filminizin afişi başarılı. Afiş sizin için ne derece önemli?
Afişi farklı farklı kişiler çalıştı ama olmadı. Sonra kendim yapmaya çalıştım. Ya olsun ya olmasın tarzım da vardır aslında benim. Sonra Cüneyt (Ersöz) filmle tanıştı ve kendi algısına göre bir afiş yaptı.
Sen filmin afişini yaparken nasıl bir yol izledin?
Cüneyt Ersöz:
Afişlerin özensiz olması bizim yaşam kültürümüzle alakalı. Sevmiyoruz öyle şeyleri. Göçebe toplumun verdiği bir rahatlık da var. Yediğimiz şeylerden kısmıyoruz ama
diğer alanlarda bu böyle. Bu filmin afişi vizyonu etkiler diye düşünüyorum. Ama bu marketing çalışmasıyla anlam kazanan bir şey. Ama mesela filmin afişine kandım bir filme gittim, kötü çıktı bir daha da o yönetmenin ya da oyuncunun filmine gitmem. Bazı kandırmaca afişlerde var tabi. Örneğin güzel kadın koyan afişler vs… Bu film kendi afişini kolayca yarattı bana göre.
Çok fazla film gösterilecek bu sene. Bu kadar çok filmle vizyona girmek seni korkutuyor mu yoksa iyi bir şey mi diyorsun buna?
Hayır korkutmuyor. Ama bunu ukalaca söylemiyorum. Çok film olması iyi bir şey. Bu işin yapımcısı da olduğum için harcadığım para var sonuçta. İflas etmesem iyi olur diyorsun ama çok aktif bir düşünce değil o. Yapımcı çok insanın izlemesini para kazanmak için ister ben de filmim izlensin diye isterim. Sonuçta iki tarafta filmin çok izlenmesini istiyor.
Bu filmin gişedeki karşılığı seni ikinci filmini çekip çekmeme konusunda etkiler mi?
Hiç etkilemez. Ben ne yapmak istediğimi çok iyi biliyorum. Kafamda iki proje var. Bir tanesi bayağı ilerledi. Ben önce kafamda bir çekerim, sonra yazarım. Bir tanesini de yazmaya başladım. Onlar bu filmden çok farklı olacak…
Filmde anneye yapılan sürpriz çok hoştu. Spontane gelişen bir durum olduğunu biliyoruz. O karşılaşma anını biraz açabilir misiniz?
Tamamen doğaçlama. İki tane ambulans vardı orada. Ama biz biraz belli ettik orada. İkisi de yaşlı ve hastalar. Orada ne olacağı belli değildi. Muhammet’e de yani annemim kuzenine de ‘biz’ geliyoruz dedim. Beni zaten görmüştü. Önemli olan kameralarla karşılaştığında ne yapacağını bilmiyordu, ekip de bilmiyordu, biz de bilmiyorduk. Tamamen doğaçlama. Herkes birbirine dolandı, çok duygusal bir andı. Görüntü yönetmenimiz bile ağladı.
Kurgusal bir filmin içinde gerçekçi bir an daha önce denenmiş midir acaba?
Denenmiştir mutlaka. Sonuçta ikisi de oyuncu değil. Benim film boyunca vermeye çalıştığım şey, diğer oyuncularla da bunu yapmaya çalıştım, masa başında duyguları sergilemenin ötesinde bir şeylere geçmekti. Ben aldım onları tak diye Bosna’ya götürdüm, önceden götürmedim. Her gün bir şeyler görerek onların değişim sürecini izlemeye çalıştım ben. Kimisi çok katıydı, kimisi gördüklerinden çok etkilendi, kimisi etkilenmedi. Kimisi daha çok turist gibiydi. Oyunculuklara da yansıdı bu. Film bunu taşıyabildi çünkü bu onların da yolculuğu oldu. Ama Türk oyuncusunda büyük katılık var. Gir o serüvene, bırak kendini.
Oyuncu için; başladığın noktada bulamayabilirsin kendini… Vaatler ve gelinen durum farklılığı olabilir bu…
Hayat gibi. Bir film çekim süreci Hollywood’da yapılmıyorsa, bir çekim evresi sanattır bana göre… Her şeyin planlı olduğunu sanırsın ama değildir. Senaryo yazılmıştır ama nereye kadar gideceğini bilemezsin… Hatta kurgu aşamasına kadar ne yapacağını da bilemeyebilirsin. Hayat aşamaları gibi. Zevki orada çıkar aslında, ama ekibin bütününe bu algıyı yaymak mümkün olmaz. Bana göre set yaşamalı, herkes sürprizlere açık olmalı. Benim tarzım biraz bu. Oyuncular bundan pek memnun olamıyor.
Gerçi çok değişti dedin, başladığımız yerden çok farklı bir yerdeyiz dedin peki bu film içine sinen bir iş oldu mu her anlamda?
Kafamdaki filmi çekemedim. Bu başka bir şey oldu ama bunu da sevdim. Sevmek zorundayım. Bu da benim çocuğum sonuçta. Benden başka herkes yorum yapabilir. Ben yorum yaparsam benimle birlikte yola çıkmış herkese ayıp olur. Bu filmi de seviyorum.
Bu film biraz bana doğru oyuncu seçiminin önemini gösterdi. Bu konuda çok dikkatli olunması gerektiğini öğrendim. İsim, fotoğraf, hiçbir şey tek başına yeterli değil. Oyuncunun o rol için doğru olduğuna emin olmadan ve karşılıklı olarak birlikte çalışacağına ikna olduktan sonra filme başlanmalı.

Fotoğraflar: Murat Tolga Şen

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.