Fırat Sayıcı
Hollywood’da görünüş olarak belli bir beğeni düzeyinin altına düşecek kadın ya da erkek oyuncunun oynadığı çok az film örneği vardır. Bu durum çoğu kişinin kabul edebileceği bir gerçek. Peki ama birbirinden güzel kadınların, yakışıklı erkeklerin bilinçli olarak seçilmesinin ardında yatan en büyük etken nedir? Cevaplamaya çalışalım…
Sektörde güzel işler başarmış bir bayan oyuncu arkadaşım fiilen Hollywood’da çalışan bir akrabasından dinlediklerini anlatınca adeta beynim uçukladı. Önce, yok artık, o kadar da değil dedim kendimce ama sohbet ilerledikçe anlatılanların gerçek olabileceği ihtimaline daha da inanmaya başladım. Mevzu şu; Hollywood’un önde gelen yapımcıları filmlerine başrol seçerlerken ilginç bir eleme yapıyorlarmış. Filmin sahibi olan üst düzey yöneticiler, adayları izlemek için bir sinema salonunda toplanıyorlarmış. Adayların çekilen görüntülerini izlerken kendilerine şu soruları soruyorlarmış: “Ben bu kadınla/adamla yatar mıyım? Bana çekici, seksi geliyor mu?” Sorunun cevabı evetse, hele ki, adayın role uygunluğu, kariyerindeki filmler..vs. de uygunsa bir an önce harekete geçip filme başlıyorlarmış. Hatta kararsız kaldıkları adaylar söz konusu olunca da kendi aralarında oylamalar yapılıyormuş. Buna ister pazarlama taktiği deyin (Ki büyük ölçüde doğru), ister yapımcıların ego tatmini, isterseniz saçmalık… Ama şurası kesin ki, zamanında Freud amca doğru çözmüş insanları ve blinçaltı mekanizmasını…
Şimdi burada Freud ustanın id, ego ve süper ego kuramını uzun uzadıya anlatmaya gerek ve yer yok. Ancak kabaca, sırasıyla arzu, mantık ve vicdan olarak tek kelimeyle bu sözcükleri karşılayabiliriz. Tabi bizi ilgilendiren ve konumuzla alakalı kısım buzdağının görünmeyen kısmı; ‘id’ bir başka ve bilinen deyişle ‘bilinçaltı’. Seyirciyi filme çekmek, dahil etmek, özdeşleştirmek için bilinçaltına kodlar gönderen filmler her daim daha çok gişe yapar gibi bir genelleme yapmıyor olsak da, bu kodları başarıyla kullanan filmlerin hedeflerine kestirme yoldan ulaştıkları da bir gerçek. Freud’çu yaklaşıma göre bilinçaltında, farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunmakta. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor.
Freud’un bilimsel araştırmaları bize gösteriyor ki, hayatımızın her anında bilinçaltının büyük etkisi altındayız. Madem ki hal böyle, film izlerken kafamızda yarattığımız duygular, hisler, mantıklı ya da mantıksız özdeşleşmeler bilinçaltımızın şekillendirilmesiyle oluşuyor. Filmde gördüğümüz güzel bir karşı cinsle yatma fikri, bilinçaltında sürekli bizleri uyarıyor. Filmin iyi ya da kötü olması, sıkıcı olması, bilinçaltının isteklerini engellemiyor. Freud’a göre bilinçaltının istekleri zevk prensibine göre işlemekte. Çünkü ilkel güdüler, arzu ve isteklere bir an önce doyum arayıp kişilerin davranışlarını bu yönde şekillendiriyorlar.
Gelin birkaç örnekle, söylediklerimizi somutlaştırmaya çalışalım. Yakın zamanda izlediğimiz “Salt” filminde Angelina Jolie oynuyordu. Herkes tarafından bilinen bu oyuncunun adı bile, çoğu erkek seyirci için seksi çağrıştırmakta. Üstelik Jolie’nin yer aldığı her projede, yapımcılar bilinçli olarak insanların söz konusu önyargısını kullanıyorlar. Örneğin Tomb Raider serisi, Wanted, Beowulf, Günahkar, 60 Saniyede Geçti…vs. Clint Eastwood’un yönettiği Changeling’te bile, çocuğunu arayan masum bir anneyi canlandırmasına rağmen, Jolie istemeden de olsa erotik kodları seyirciye yolluyor. Konuyu fazla dağıtmadan örneğimize geçelim: “Salt”ta yine seksi bir ajan olarak karşımıza çıktı Angelina Jolie. Baştan sona aksiyonla dolu olan ve seyircinin dikkatine mani olmadan sonuca giden senaryo her şeyden önce gizem ve merak üzerine kurulu. Ajan Salt’ın gerçekten de Ruslar için mi çalıştığını yoksa Amerika’nın yanında olduğunu uzunca bir süre anlayamıyorsunuz. Seyirci olarak bunu çözümlemeye çalışırken bilinçaltınız bir süreliğine de olsa Angelina Jolie’nin ne kadar seksi bir kadın olduğunu unutuyor. Ta ki, eteğinin altından siyah iç çamaşırını çıkarıp bir kameranın üstünü örtene kadar… Evet, işte bu noktada ‘id’iniz devreye girdi. O an aklınızdan kim bilir neler geçti? O kadarını da biz söylemeyelim, siz anımsayın.
Bayan okuyucularımız için de bir örnek vermek gerecek sanırım… Çevrenizdeki çoğu kadının en beğendiği, hem yakışıklı hem de seksi bulduğu belki de tek örnek Johnny Depp. Son dönemlerin en iyi ve çok kazanan aktörlerinden sayılan Depp’in hayranlarının büyük çoğunluğu kadın. Karayip Korsanları serisinde canlandırdığı Jack Sparrow karakteri takdire şayan. Sparrow, ukala, keskin zekalı, karizmatik ve umursamaz tavırlarıyla özellikle kadın hayranlarının ilgisini hemen çekti. Seri boyunca yaptığı zamparalıklar bir yana, Keira Knightley’in canlandırdığı Elizabeth Swann’ın peşinden koşması ama karşılık alamaması senaryonun etkili düğümlerinden biri. İşte bu düğüm noktası kadın izleyicilerin de yüreğini yakıyor. Filmde kendileri ile özdeşleştirebilecekleri yegane karakter olan Elizabeth’in nasıl olur da Sparrow’a karşılık vermediğini çözemiyorlar. Sparrow’un yaptığı her kur, kadın seyircinin bilinçaltını harekete geçirip içinin gıcıklanmasını sağlıyor. Artık o an akıllarından ne geçiyor, bilemeyiz… Sorsak da söylemezler.
Sona yaklaşırken başa dönelim… Girişte bahsettiğimiz ve akılcı yapımcıların kullandığı yöntem özdeşleşmeye ve bilinçaltı dürtülerinin doğru bir şekilde yönlendirilmesini sağlıyor. Filmin başrol oyuncusunu (en azından bir süreliğine) kendisiyle bir tutan kişi, rol arkadaşı olan karşı cinsle (aslında gerçek hayatta yaşamış olmak istediği hayallerini) birlikteliğe girmesini arzuluyor. Bu da film boyunca bilinçaltımızın çalışmasını, filmi izleme kapasitemizin artmasını, filme dikkat kesilmemizi sağlıyor. Birçoğumuz da, bilinçaltımızın bile beğendiği filmi çevremizdekilere önermemizi sağlıyor. Bu da yapımcı için gişe ve başarı demek.