Kavşak filminin iki başrol oyuncusu Sezin Akbaşoğulları ve Güven Kıraç Cinedergi okuyucularına seslendi… “Hayat masal ile gerçek arasında gidip gelmekten ibarettir…”

Selim Demirdelen’in yeni filmi Kavşak’ın başrol oyuncuları Sezin Akbaşoğulları ve Güven Kıraç Cinedergi’nin sorularını cevapladı… Hayatın gerçek ile masal arasında gelip gitmekten ibaret olduğunu söyleyen Güven Kıraç rol arkadaşı Sezin Akbaşoğulları’nın da flimde başarılı olacağını sette gözlerine bakınca anladığını söyledi. Sezin Akbaşoğulları ise Güven Kıraç gibi bir ustayla çalışmanın kendisine ilham verdiğini, oyunculuğun çok zor olduğunu ve hayalkırıklıklarıyla dolu olduğunu bütün bu hayalkırıklıklarına rağmen heyecanını bugüne kadar bir oyuncunun korumasının takdire şayan olduğunu söyledi. Demirdelen’in filmini seyrettikten sonra gerçekten başarılı performans gösteren iki oyuncuyla konuşmak bize de mutluluk verdi. İşte biri ustalığını konuşturan diğeri ise yolun başında kabiliyetini kanıtlayan iki oyuncunun zevkle okunacak röportajı…

 

Projeye nasıl dahil oldunuz?

 

Sezin Akbaşoğulları: Kastla ilgilenen Lousia var. Louisa beni aradı. Böyle bir proje olduğunu benimle çalışmak istediklerini söyledi. Selim’le bize bir randevu ayarladı. Selim Demirdelen’le bir kahve içtik ve o şekilde dahil oldum. Öncesinde senaryoyu göndermişlerdi. Senaryoyu okudum, o kahve içimlik zamanda nasıl bir film, ne anlatıyor, nasıl bir karakter olduğunu konuştuk. Sonrasında dahil oldum.

 

Güven Kıraç: Selim Demirdelen “Anlat İstanbul” filminden beri yakın dostumdur. Kafasında bir film düşüncesi olduğunu ve bunu benimle gerçekleştirmek istediğini bana birkaç yıldır söylerdi. Geçtiğimiz Aralık ayında da filmi yazıp bitirdiğini bunu gerçekleştirmek için Artı Film ile görüştüğünü söyledi bende senaryoyu okuyup hemen dahil oldum.

 

 

Senaryoyu okuduğunuzda ne geldi aklınıza, he hissettiniz?

 

S.A. İlk okuduğumda hissettiği şey şuydu, Bu bir kabullenmeler filmi. Çünkü her karekterin kendi hikayesinde aslında kurtuluş noktası kabullendiği an. O durumunu, koşullarını kabullendiği, kendine karşı dürüst olduğu an hayatında bir değişim oluyor. O kavşağa gelmiş oluyor. İlk okuduğumda bunu hissettim. Aslında hala daha onu hissediyorum. Dublaj için bizi çağırmışlardı, son bölümü izlettiler. Bülent Ortaçgil’in şarkısının olduğu geçişler bölümünde sanki bir çözülme hissi yaşatıyor seyirciye film. Ağlamak ama temiz gözyaşı dökmek anlamına gelen bir şey. Filmin nereden oraya geleceğini de çok merak ediyorum.

 

G.K. Senaryoyu çok beğendim ancak hem kendi oynayacağım karakter hemde senaryoda az dialog olması nedeniyle zor bir film ile karşı karşıya olduğumuz düşünüp biraz kaygılandım. Fakat Selim’in ne yaptığını bilen iyi bir yönetmen olduğunu bildiğimden bu korkum çok devam etmedi.

 

 

Film günlük acılardan, çok hayalperest belki de iyi niyetli bir finale ulaşmış. Bunu nasıl yorumluyorsunuz. Finale kadar film çok gerçek, finali masalsı. Yönetmenin iyi niyetini ortaya koyduğu bir film.

 

  1. Aslında aynen dediğiniz gibi yorumluyorum. Bir de yönetmenin kendi senaryosu. Ve yönetmenin kendi olaylara bakış açısı, olayları çözümleme şekli gibi bakıyorum. Selim Demirdelen’de olan, benim de şahit olduğum bir yönetmen olarak o kapsayıcı enerjisi ve hayata, olaylara bakış açısındaki temizlikten öyle bittiğini algılıyorum.

 

G.K. Hayat gerçek ve masal arasında gidip gelmekten ibaret Selim duyargaları çok açık bir yönetmen hem katı gerçekliği en saf haliyle hem estetize edilmiş masalsılığı aynı potada eriticek kadar iyi bir kuyumcu.

 

Siz de az önce şarkılardan bahsettiniz. Bülent Ortaçgil’in şarkısnın sözleri neredeyse seneryonun şarkıya dökülmüş hali. Müzikleri daha önce dinlemiş miydiniz?

 

S.A. demirdelen müzisyen aynı zamanda. Şarkıları daha önce dinlememiştim. Zaten ser verip sır vermedi daha sonra. Filmde bizim Güven’le bir araba sahnemiz var radyonun açıldığı. Orada da bir şarkı kullanılıyormuş. Gerçi onu görmedim. Oradaki müziği de bize söylemedi. “Burda bir sürprizim olacak” dedi. Nedir falan derken, hiçbir fikrimiz yoktu. Hala da benim fikrim yok aslında, filmi izlemediğim için. Yönetmenin aynı zamanda müzisyen olması galiba çok iyi bir şey. Filmin ritmini kontrol altında tutmak, anlatığı şeyi aynı zamanda müzikle de anlatmak destekleyici bir şey. Çok daha çarpıcı hale getiren bir şey.

 

G.K. Selim e bu konuda çok güveniyordum hiçbir şekilde beni yanıltmadı

 

Güven bey tipiniz ile oynayabiliyorsunuz ve farklı kimliklere bürünüyorsunuz, genç oyuncular için bunun sırrını paylaşabilir misiniz?

 

G.K. Oyunculuğun, değişmek olduğunu ,bu mesleğin tanımının değişmekten geçtiğini asla unutmamaları gerektiğini söyleyebilirm.Değişemedikleri gün tekrara düşmüşlerdir , mesleklerinde yerinde saymaya ya da geri gitmeye başlamışlardır.

 

Bu tür farklı kimliklere bürünmek, izleyicinin karşısına farklı olarak çıkmak bazen risk olarak da algılanabiliyor. Bu gerçekten risk midir?

 

G.K. Hayır bu oyunculuk mesleğinin ta kendisidir.

 

Siz tiyatro mezunusunuz, Sezin Akbaşoğulları da öyle, oyunculuğun ana mekanı tiyatro mudur?

 

G.K. Tiyatro oyuncunun hayatında ve gelişiminde önemli bir disiplindir.

 

Sezin hanım filmdeki peformansınız on tane, yirmi tane film çekmişsiniz gibi. Bu iş nasıl oluyor? Tiyatro mezunusunuz. Filminiz iki tane. Tiyatro tecrübeniz de çok yok. Tiyatroya da daha sonra girdiniz sanırım.

 

S.A. İki tane filmim var. Geçen sene profesyonel olarak ilk oyunumu oynamış oldum. Çok güzel bir şey söylüyorsunuz da bunun cevabı bende yok herhalde. Şu şöyle oldu, böyle oldu gibi bir cevabı yok. Bu bir iltifat bana göre.

 

Niye ilk önce dizi oldu?

 

S.A. Ben Ankara mezunuyum. Okulda okurken de hiçbir zaman televizyonla ilgili planım programım yoktu. Zaten bir tanışıklığım da yoktu. Ankara’da olunca uzak oluyorsunuz böyle şeylerden. Bir şekilde televizyon beni kaptı yani. TRT’de başladım. Sonra buraya gelmek istedim. Para lazım. Dolayısıyla televizyonda iş aradım. Çok da şanslıydım aslında. Güzel insanlarla tanıştım. Daha kötü tecrübeler yaşayanlar da var çünkü. “Amaaaannnnn” diye gidenlerde tanıyorum. Şimdi artık., “Tamam ben o zmaan bu sene şimdi bunu yapayım, o zaman biraz da bekleyeyim, şunu yapayım” gibi tercihler yapabilmeye henüz yeni yeni başladım aslında. Bir anlamda hayat öyle gelişti.

 

Peki, demin dediniz ya bana daha önce de projeler geldi fakat fazla gişe filmi bulduğum için o projelerin içinde olmak istemedim. Söylediğinizden bunu çıkarttım.

 

S.A. Aslında bunu derken hep gelenler ve içinde kendime bir yer bulamadığım filmler gişe filmleri olduğu için. Bir festival filmi de gelirdi de, onun içinde de kendime yer bulamazdım. Benim yaşadığım örnekler böyleydi ama önemli olan benim için okuduğum şeyde bir şey hayal edebiliyor olmam. Biz tamamen o noktadan hareket ediyoruz gibi geliyor bana. Bir şey hayal edebiliyorsak okuduğumuz şeyle ilgili, yapacağımız şeyle ilgili; o zaman şevk, enerji oluyor.

 

Seneryoyu okuduğunuzda ne hayal ettiniz?

 

S.A. Aslında bu senaryoyu okuduğumda hayal ettiğim şey daha başka türlüydü. Daha çatlak bir kadın düşünüyordum ben. Gidiyor kapılara. Bu daha şey bir kadın olmalı herhalde diye düşünüyordum. Selim’le yaptığımız konuşmada farkında değildim bunun o yüzden daha çok onun söylediklerini dinleyip sonra üstüne düşündüğümde ha böyle bir kadın olabilir mi acaba, çok fazla takı kullanan, daha marjinal bir tip hayal ediyordum. Sonra kostümleri gördüm. Demek ki böyle bir tercih var diye düşündüm. Öbürünün biraz oyuncu fantazisi olduğuna karar verdim. Fazla gelebilirdi yani. En nihayetinde sinema bir yönetmen işi, o ne hayal ediyorsa o onun içine yerleşmek ve orada yaratmak gerekiyor.

 

Şimdi Güven Bey’le karşılıklı oynadınız. İkinizin arasında nasıl bir etkileşim oldu.

 

S.A. Çok da zor bir rol oynadı. Güven Kıraç benden çok daha deneyimli bir oyuncu ve benimde çok sevdiğim, takdir ettiğim bir oyuncu. İlk bu filmde tanıştık. Tanıyınca daha da ilham veren bir insan. Bana çok ilham verdi. O kadar deneyim sahibi olup, işine karşı hala aynı heyecanı duyabilen insanı bulmak zor oluyor. Çünkü çok yıpratıcı bir iş, koşulları zor, çok fazla hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. O kadar deneyim sahibi olup da hala yaptığı işe karşı bu kadar risk alabilen. İlham verici. Ben çok mutlu oldum tanıdığıma ve de çalıştığıma.

 

Güven bey karşınızda Sezin Akbaşoğulları gibi genç ve başarılı bir oyuncu var. Fazla filmi olmamasına rağmen Kavşak’taki performansını çok doyurucu buldum. Bu noktada sizin de yorumunuzu merak ediyorum.

 

G.K. Bende öyle, Sezin’le ilk defa oynuyorum, enerjisini çok beğendim role, karaktere uyumu, yaklaşımı son derece ustacaydı sonucun iyi olacağını sette gözleri bana söylemişti.

 

Televizyon dizilerinin çalışma koşulları ortada. Ama yine de Sezin hanım gibi isimler oyunculuklarını burada geliştiriyorlar. Sizin gibi tecrübeli isimlerle beraber rol almaları da başka bir avantajları. Bu noktada dizi sektörünü oyuncular açısından nasıl değerlendirebilirsiniz?

 

G.K. Dizilerin hem nimeti hem külfeti var . Oyuncuların sürekli antremanlı olmalarını sağlamak gibi iyi bir tarafı olduğunu düşünsek de, üretimin hızından kaynaklanan zamansızlık ve acelecilik yüzünden oyuncuya zarar veren yanlarının da olduğunu kabul etmeliyiz.

 

Sizin Alman sinemasıyla yakınlığınız da ortada Duvara Karşı, Kebap Connection ve haberlerini okuduğumuz Amok… Amok’un durumu nedir? Vizyon tarihi belli mi?

 

G.K. Öncelikle Amok filminin adı 180 derece olarak değişmiştir. Eylül sonunda sinemalarda olacak. Filmin bitmiş halini görmedim ama iyi bir film olduğu duygusundayım bende merakla izlemeyi bekliyorum.

 

180 Derece ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?

 

G.K. 1986 yılında Zürih’de yaşanmış gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmış bir senaryo.İnsanın aslında cinnete ne kadar olduğunu anlatan bir film.

 

Bu tür yapımlar Türk oyuncuları için yurtdışına açılmak anlamında fırsat. Bundan yeterince yararlandığımızı düşünüyor musunuz?

 

G.K. Evet zaten Avrupada birden fazla filmim var.

 

Sezin hanım şu anki festivallerin sinemaya verdiği tepkiyi nasıl buluyorsunuz? Yeni filmelere, birinci veya ikinci filmini çeken yeni yönetmenlere, yeni oyuncualara şevk verdikleri bir gerçek mi? O konuda bir problem hissediyor musunuz?

 

S.A. Benim çok yeni şahit olduğum şeyler bunlar. Altın Portakal’ı pek tanımıyorum bu anlamda aslında. Koza’yı daha iyi tanıyorum. Çevremden filmleri giden arkadaşlarım, insanlar oldu. Altın Koza’yla ilgili iyi şeyler duyuyorum. Dediğim gibi Altın Portakal’ı tanımıyorum. Dolayısıyla bir yargıda bulunmam tuzak olur.

 

Günümüzde Yeşilçam’daki star oyunculuğuna dönen daha az cesaretli kadın oyunculuklar izlemeye başladık. Bu konuda siz de bir kadın oyuncu olarak ne düşünüyorsunuz? 1980-2000 arasında Nur Sürerlerin, Müjde Arların, Lale Mansurların ödediği bazı faturalar var ama sonuçta bu onları yıpratmadı. Ayakta durdular.

 

S.A. Giyinip süslenip durmaktan ziyade bir hikaye oynamak daha ön plana çıktı. Söylediğiniz dönemler, aslında Türkiye’nin feminizm düşüncesiyle ile tanışııtğı zamanlar ve bunun sinemaya yansımaları. Bu noktadan bakarsak şimdi de bir kahraman eksikliği hissediyoruz. Sürekli bir kahraman arıyoruz. Dolayısıyla böyle filmler oluyor. Çünkü kahraman dediğin erkek olur ya. O yüzden böyle oluyor herhalde. Zaten sanatın bunların dışında düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Bir toplumun bir takım beklentilerini karşılamak üzerine değil de kendi öznel düşüncesini evrensele dönüştürüp onu ortaya koymak, herhangi toplum beklentisini karşılamaksızın, bir derdi olmaksızın. Hep bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Yüz filmin içerisinde bir takım gişeye yönelik filmler de var, iyi oyuncu kadroları olan karakter komedileri var, bir sürü film var. Bunların hepsine baktığımızda kadın kahraman var mı, yok galiba. Olacaktır herhalde. Bilmiyorum ki. İnşallah olur. Pek iç açıcı değil.

 

Telvizyon ile ünlenmek geniş hayrın kitleleri kazandırıyor oyunculara. Bu durum kadın oyuncular için bir baskı unsuru olabilir mi? Çünkü sonuçta sizin bir hayran kitleniz var, o hayran kitlenizin ahlaki kurallarını ezmeme gibi bir içgüdü mutlaka taşıyorsunuzdur.

 

S.A. Endişeleri olan oyuncular var tabii. Ben onlardan değilim. Zaten o noktada bir star pozisyonunda hiçbir zaman durmak istemiyorum. O kadar insanlıktan çıkmak istemiyorum. İnsan olarak başka biri, oyuncu olarak da başka biri olmak istiyorum ben aslında.

 

Bunu nasıl becerebileceğinizi düşünüyorsunuz?

 

S.A. Star olmayarak zannediyorum. Bir ürün haline dönüşmeyerek. Yurtdışında da öyle sadece Türkiye’de değil. Her yerde, Avrupa’da da böyle, Amerika’da da böyle. Eğer starsanız bir ürünsünüz. Bir ambalajsınız demektir. O zaman sizin ne ürünü olduğunuz bellidir, nerelerde yer alacağınız bellidir. Bu oyunculuk felsefesinden uzaklaştıran bir şey. Bir tercih, bir seçim. Kötü bir şey değil bu. Böyle de olabilir. Ama beni mutlu etmeyecek bir şey gibi hissediyorum ben kendi adıma.

 

Sonuçta bu tercihinizdir ama bir faturası var.

 

S.A. Vardır mutlaka her şeyin faturası. Ben tamamen içgüdüsel davranıyorum aslında. Mutlu olmayı hedef alıp, beni mutlu edecekse ona göre davranıyorum.

 

Siz oyuncu derneklerine sendikalara üye misiniz?

 

S.A. Hayır, değilim. Çok utanarak söylüyorum. Çok tembelim o konuda. Gittim, belge topladım, sonra gitmeye üşendim. BİROY var ve çok güzel şeyler yapıyorlar. Gitmek istiyorum filmden beri. Güven Kıraç da var BİROY’un içerisinde. Onunla da konuştuğumuz bir şey. Bir türlü kalkıp gidemedim. Sinema sektörü ile ilgili çok fazla deneyimim yok. Orada nasıl sıkıntılar yaşanıyor, pek fazla da bilmiyorum. Televizyon çok fazla emek sömürüsününü olduğu bir yer. Bu konunun haldedilebilmesi için yapımcıların ve devletin de bir takım kararlar alması gerekiyor. Orada en son birleşim noktası oyuncular. Oyuncuların birleşmesi aslında bir şey değiştirmeye yetmiyor. Yapımcıların kanallara karşı birleşmesi, kanalların devlete karşı birleşmesi, devletin de mecburen kanun çıkarması gerekiyor. Son iki işimde TRT ile çalışıyorum. Çünkü 60 dakikalık iş yapıyoruz. Daha az zamanımı alıyor ve bana başka işlerle uğraşma şansı veriyor. Ya da kendimle ilgilenecek zaman bırakıyor.

 

TRT ile çalışmanızın sebeplerinden biri olarak bunu düşünebilir miyiz?

 

S.A. Bu sene tiyatro oyunu yapmak istiyordum. Olursa da güzel bir film yapmak istiyorum. Bunun yolu zaman, başka bir şey değil. Televizyonda da bir sürü iş var. O size iyi bir işin içinde olunca daha iyi para kazandırıyor. Bir takım artılar var. Daha çok iş getiriyor. Hatırlanmanızı sağlıyor ama o iki senenin sonunda bir ruh hastasına dönebiliyorsunuz, iş adamı kafalı biri değilseniz. Ki ben değilim. Hakikaten yıpranıyorum.

 

Peki bu noktaya geldiğinizde, mutlaka geliyorsunuzdur, nedir savunmanız? Tatile mi gidiyorsunuz, iş mi almıyorsunuz?

 

S.A. İş seçiyorum. Ya da şartlarıma uygun iş bekliyorum.

 

Kadın oyunculuğunun gerektirdiği fiziğe sahipsiniz. Sizinle ilgili benzetmeler var. Bazıları Angelina Jolie’ye bir başka gurupta maria Cotillard’a benzetiyor. Açıkçası bende sizi Cotillard’a çok benzettim. Bu tür benzetmeler sizin üzerinizde bir etki bırakıyor mu ?

 

S.A. Düşünmüyorum hiç. Ama “Maria Cotillard’a benziyorsun” diyenler oluyor. Çok mutlu oluyorum ama “Ben buna benziyorum” motivasyonu ile çalışmıyor kafam. Duyunca mutlu oluyorum ya da izleyince seviyorum. Ama “evet ya, bak ben de şu hareketi kullanayım” gibi çalışmıyor kafam.

 

Dizilerde oynamanın asıl sebebi para kazanmak gibi bir sonuç çıkar benim her ropörtajımda. Sizin için böyle mi?

 

S.A. Ankara’da mezun olup da televizyonla tanışmak demek bana farklı bir fakış açısı kazandırdı oyunculukla ilgili. Kamerayla çalışmayı öğrenmek anlamında bana çok şey öğretmiş oldu televizyon. Okuldan mezun olur olmaz hep sinema filmi yapsaydım belki daha çok şey öğrenmiş olurdum. Ama Türkiye’de şartlar ve sektör daha küçük olduğu için bu anlamda televizyonun böyle çok büyük bir faydası oluyor yeni mezun olanlara. Yeni mezun değil sadece uzun süre tiyatro yapmış ilk defa dizide oynamış bir insan da önce bir durup oyun üzerinden seyirciyle ilişki kurmayı öğreniyor.

 

Siz kendinizi tiyatro, dizi veya sinema hangisine yakın buluyorsunuz?

 

S.A. Oyunculuk dilimi en çok sinemaya yakın buluyorum ben. Tiyatrodayken de öyle. Kafam öyle çalışıyor. Belki de kamerayla çok çabuk tanışmamdan ama oyunculuk her yer de oyunculuk. Buna da katılıyorum. Aynı emek, aynı efor sadece zaman daha kısıtlı. Birinde daha hadii hadii, çabuk çabuk, öbüründe daha düşüne düşüne, deneyip yanılıp, bir daha yapıp doğruyu bula bula.

 

Küçüklüğünüzde bir hayli yer dolaşmışsınız.

 

S.A. İzmir’de doğdum. İlkokula Belçika’da Amerikan İlkokulu’nda başladım.

 

Türkiye’ye nasıl geldiniz?

 

S.A. Babam asker olduğu için Belçika’da bulunmuştuk. Sonra Diyarbakır’a geldik. Sonra en son Ankara. Sonra Ankara’da ortaokul, lise ve üniversite okudum. En uzun orada kaldım.

 

Sizin bu kadar yer değiştirmenizin oyunculuk deneyiminizde, hayatı algılayışınızda, oyuncu olmaya karar vermenizde etkisi olabilir mi?

 

S.A. Kesinlikle. Bazen kendimi düşündüğüm zaman şunun bir dezavantaj olduğuna inanıyorum. Bir asker çocuğu olmak, bir lojman çocuğu olmanın etkilerine. Çünkü daha kapalı, daha korunaklı büyüyorsunuz. Çevrenize baktığınızda herkes aşağı yukarı size benziyor, herkesin hayatı size benziyor. Ama aynı zamanda bir yerde doğup orada büyüyüp orada 30 yaşına kadar gelmek de aynı şeye eşit oluyor. Onun dışında kendi hayatımda biraz yurtdışı biraz doğu biraz Ankara görmüş olmak bilinçaltımda bazı bakış açıları oluşturuyor herhalde.

 

Oyuncu olmaya karar vermenizde bunn etkisi var mı sizce?

 

S.A. Bunnun etkisi yoktur herhalde, kardeşim de aynı şeyleri yaşıyor. Hiçbir ilgisi yok onun. Yoktur ama işimi yaparken, dünyaya bakarken herhalde vardır bir etkisi.

 

Peki oyunculuğa nasıl karar verdiniz?

 

S.A. Benim için şöyle bir şeydi, orta birdeyken ben oyuncu olacağım diye tutturdum. Ailemde oyuncu yok. Biz tiyatroya falan giden bir aile de değildik. Öyle bir ilgileri, öyle bir bilgileri yok. Böyle bir ailede bunu söyleyince ciddiye alınmadı, lise sona kadar. O süreçte de ben okulda edebiyata falan meraklıydım. Müziğe meraklıydım kendi çapımda. Öyle şeyleri birleştirip gösteriler yapardım. Bir takım grotesk şeyler olurdu. Bakınca ürktüğüm şeyler olurdu. Bu anlamda canhıraş bir çocuktum. Böyle bir inadım vardı. Kendimi böyle ifade ediyordum. Herkesin ifade problemi oluyor ya ergenlikle ilgili. Knedimi demek ki bulmuşum diye düşünüyorum şimdi.

 

Ailenizin buna yaklaşımı nasıl oldu?

 

S.A. İlk başta ciddiye almadılar. Önce ciddiye almamak sonra yaklaştıkça zaman vazgeçirmeye çalışmak, en sonunda destek olmak, okul belirlemek hatta. Babamla okul okul dolaşıp Ankara’da en sonunda Bilkent’e gidip; “O zaman burayı burslu kazanırsam tamam” dediğimizi hatırlıyorum.

 

Burslu mu kazandınız?

 

S.A. Zaten herkes burslu kazanıyor. O zaman öyleydi. 10 kişiyi alıyorlardı çünkü. Herkese de burs veriyorlardı.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.