Banu Bozdemir
68’de Fransa’da doğan sonra tüm dünyaya yayılan, kıyafetleriyle, müzikleriyle tam bir ‘68 kuşağı’ yaratan, sonrasında dünyanın acımasızlığı ve gerçekliği karşısında bir hayal dünyası gibi sadece akıllarda kalan o dönemin filmlerinin peşindeyiz bu kez…
Kim istemez ki dünya başka bir yöne kayarken, her yanı çiçekler sarmışken, herkes savaşmanın anlamsızlığını göstermek için sevişirken, her yanı özgürlük dalgası kuşatmışken bir hippi olmayı… 68’de Fransa’da doğan sonra tüm dünyaya yayılan, kıyafetleriyle, müzikleriyle tam bir ‘68 kuşağı’ yaratan, sonrasında dünyanın acımasızlığı ve gerçekliği karşısında bir hayal dünyası gibi sadece akıllarda kalan o dönemin filmlerinin peşindeyiz bu kez… Karşımızda çiçek çocukların çok da çiçek gibi olmayan hayatlarının öyküsü… Keşke her şey yeniden hippi ruhuyla hayat bulsanın özlemi…
Kuşkusuz çiçek çocuklara adanmış en önemli film Milos Forman imzalı Hair. Filmde cinsellikten uyuşturucuya, vosvoslardan anti militarizme karşı her şey var. Hem de müzikal bir tatta. Askere giderken kesilen saçların yarattığı isyanla, beyaz saray önünde Vietnam savaşını protesto için hep bir ağızdan söylenen ‘Let the Sun Shine in’ şarkısıyla, woodstock festival görüntüleriyle tam bir hippi filmidir Hair…
1969 yapımı Easy Rider da hippi ruhuyla çekilen filmlerden. Dennis Hopper yönettiği ve Billy olarak rol aldığı küçük bütçeli filminde karakterlerin hiçbir otorite tanımadığı, herhangi bir topluluğa bağlı olmadığı gezgin, hippi ruhlu iki kişiyi anlatıyor. Özgürlükler ülkesi olarak anılan Amerika’nın aslında ne kadar hoşgörüsüz olduğunu da… Filmin ayrıca müzikleriyle heavy metale yol açtığını da söyleyebiliriz,motosikletin de büyük bir özgürlük…
68’in 40. yılına ramak kala 2007’de vizyona giren Across The Universe Beatles şarkılarından (33) ilham alan, aşka uzanan bir film… Şarkılar eşliğinde ilerleyen film Jude, Lucy önderliğinde önce savaş karşıtı protestolara dalıyor, rock’n roll’a uzanıyor, isyan bayrakları altında pembe bulutlardan gerçek hayata uzanıyor, 68 ruhuna, hippilere, o döneme yön veren insanlara dokunuyor keyifle ve müzikle…
The Trip adından anlaşılacağı üzere ‘güzel kafa’ya değinen bir film… Roger Corman 1967 yılında çektiği filminde hippi gençliğine ve uyuşturucuya bir bakış atıyor, ama kesinlikle eleştirel değil hatta teşvik edici! Paul’un bozulan sinirleri için hippi arkadaşları tarafından tavsiye edilen uyuşturucu, Paul için farklı hayal dünyaları açar. Halüsinasyon efektleri o dönem için bir hayli başarılı hatta…
Bir başka kafa filmi de Up in Smoke. 1978 yapımı film, Cheech and Chong serisinden. Komik, güzel kafa filmi olduğu için absürd. Bu dosyadaki yerini Vietnam savaşından çıkmış bir bireyin ruh hali, kostümleri ve büyük bir kısmı marihuanadan yapılmış vosvos minibüsü ile alıyor. Afişi özellikle komik, tam bir kafa filmi gerçekten de…
Woodstock ise tarihe hippi müzik festivali olarak geçen, rock’n roll ruhunun doğuşunu simgeleyen, ilki 1969’da yapılan ve sonrasında devam eden bir ruhu simgeliyor kanımca. Özgür Woodstock Ang Lee rejisiyle başarılı bir biçimde, müziğin filmin akışı içinde yer aldığı ama ana hikayeye bulaşmadığı bir akış sunuyor. Filmde Elliot ve ailesi para kazanmanın derdindeyken, Elliot bir anda bu hippi ruhun içinde buluyor kendini… Film savaş karşıtı, barış edalı bir film olarak mizahi ve tarafsız bir bakış açısıyla o döneme yöneliyor, başarılı bir film çıkıyor ortaya…
1972 yılında çekilen An American Hippie in Israel / İsrail’de Bir Amerikalı Hippi şimdiye kadar gelmiş geçmiş en garip, bilinmeyen ve unutulmaz kült filmlerden birisi olarak gösteriliyor! Yıllardır ‘kayıp’ diye bilinen ve fakat bazı sinema koleksiyonerlerinin destekleriyle bir kopyası bulunup onarılan bu filmi izlemedim ama bu listede yer alması gerektiğini düşünüyorum.
The Doors sinema tarihinin en iyi biyografi filmlerinden biri. Oliver Stone imzalı film The Doors ve onun solisti Jim Morrison’ın hayatını kısa süren hayatını anlatıyor. Film beğenildiği kadar eleştirilmişti de. Filmde konser görüntüleri, Morrison’ın asilikleri, karısıyla olan ilişkileri ve meşhur olma sendromları anlatılıyor. Hippilik zaten o dönemin modu, Meg Ryan da bunu en güzel yansıtanlardan. Val Kilmer ise adeta Morrison’la bütünleşmiş…
Bertolucci imzalı The Deramers / Düşler, Tutkular ve Suçlar bir roman uyarlaması. İçsel gözlemlerle dolu olan roman 1968 yılında Fransa’daki gençliğin başkaldırısını ele alıyor. Romandan etkilenen ve kendi deneyimlerini de işin içine katan Bertolucci gayet cesur bir film ortaya çıkardı. 2003 yapımı filmde 1968 yılında üniversite de okuyan Matthew’in hayatı tanıştığı iki kardeş ile birlikte değişiyor, özgürlük ruhu filmin her yanını sarıyor!
Ken Russell’ın Tommy filmi 1975 yapımı fantastik bir müzikal. İngiliz rock grubu The Who’nun aynı adlı rock opera albümüne dayanan film dönem olarak 68 kuşağına değiniyor, ama konu olarak bir erkek çocuğunun etrafında gelişen enteresan olayları anlatıyor, hippilikle pek bir bağ kuramadım derseniz kabulümüzdür!
Almost Famous’la 70’li yıllar yeniden canlandı adeta. Cameron Crowe’un yönettiği filmde
15 yaşında bir Rolling Stone yazarının hikayesi var. Filmin otobiyografik bir yanı da var, yönetmen Crowe da genç yaşta Rolling Stone’da yazmaya başlamış zira. Filmde 15 yaşında Stillwater ile turneye çıkan küçük muhabirin iyice o atmosfere dalıp, objektifliğini kaybetmesini anlatıyor, o yıllar perdede tüm renkleriyle canlanıyor.
Yellow Submarine Beatles’ın 1966’da çıkardıkları bir parçadan ilham alan müzikal bir animasyon. Beatles’ın fazla bir katkısı olmasa da onların adıyla anılan film savaş karşıtı epik bir söylemle, müzik ve sevginin gücünü anlatıyor. Görüntülerin kalitesi, pop kültürü temsil eden imgeleriyle 1968 yılında yapılmasıyla o dönemim içine naif bir biçimde yerleşiyor. Yönetmeni George Dunning.
1968 yapımı Psych-Out hippilerce pek de hoş karşılanmayan bir film. İstismar filmi olan Psych-Out uyuşturucunun zirve yaptığı bir noktadan yola çıkıyor ve o dönemin karşı tarafında yer alıyor, o yüzden de hippilerce sevilmiyor…Filmde küçükken sağır olan bir kızın o zamanlar bir hippi kenti olan San Francisco’ya gelmesi anlatılıyor. Film bu kız etrafında dönerken, o dönem gençliğini eleştirmekten de geri kalmıyor…
Danny Boyle imzalı The Beach / Kumsal, kahramanımızın hayalindeki cennete ulaşmak için çıktığı yolculukta iki hippinin peşine takılması anlatılıyor. Modern zaman hippileri ve Richard ulaştıkları cennetin bir süre sonra yaşadıkları dünyanın küçük bir maketi olduğunu anlarlar. Hippi ruhu yalan olur!
Hippi dünyasına dalmışken bu konuda çekilmiş bir belgeselden de bahsetmemek olmaz. Last Hippie Standing 60’ların sonlarında Hindistan’ın Goa bölgesindeki hippilerin izini süren iki belgeselcinin arayışlarını anlatıyor. O günden bugüne oluşan değişimi güzel bir biçimde anlatıyor 44 dakikalık belgesel.
Sanki sinemanın yine yeniden tam bir hippi ruhuna, hippi ruhuyla çekilmiş filmlere ihtiyacı var diye düşünmeden edemedim bu yazıyı yazarken… Siz ne dersiniz?