“Her şeyi yak adamım!”
Murat Tolga Şen
Peşpeşe gösterime giren The Expendables, A Team, Salt, Predators gibi filmlerden anlıyoruz ki Hollywood 80’ler aksiyon filmlerinin ruhunu ısrarla çağırmakta… Demokratların ülkeyi yönettiği bir sırada yapılan bu hareketin politik tepkiselliğinden dem vurulabilir elbette ama tüm bu cehennem ateşinin sorumlusu “kas adamların” beyazperdede salına salına dolaştığı 80’leri hatırlamak çok daha keyifli bir yolculuk olacaktır.
1980’lerin başında eski bir beyazperde kovboyu olan Ronald Reagan’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla hem ABD hem de Hollywood hızlı bir değişim geçirmiş, 70’lerin yönetmen sineması bambaşka bir kuşağın elinde yeniden ama içi boşaltılarak şekillenmişti. Lucas, Spielberg, gibi yönetmenlerin domine ettiği eğlence/kaçış sineması ürünleri en çok seyredilen işler haline gelmişti Bu filmlerin gerçekten eğlendirici ve hayal kurdurucu olduğunu kabul etmek gerek… Öte yandan Menahem Golan ve Yoram Globus’a ait Cannon Films gibi firmalar dönemin ruh halinden de ilham alarak, büyük bir iştahla, iyice yaygınlaşan video mefhumu için düşük bütçeli intikam filmleri üretiyordu ve seyirciden gelen talep doğrultusunda aksiyon sineması da yeni tarifler aramaya başlamıştı. Daha kaslı ve daha büyük silahlı adamların zamanı gelmişti artık. “Reagan yılları” olarak da adlandırılan 80’ler boyunca epey bir ekmek yenen “tek adam” üzerine kurulu aksiyon filmleri kendi yıldızlarını oluşturmakta gecikmedi. Slyvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Jean Claude Van Damme, Steven Seagal, Chuck Norris, Dolph Lundgren, Michael Dudikoff, Reb Brown gibi iri kıyımlar kişisel intikamlarının peşine düşüp en azından perdede tüm ülkeyi ateşe verdiler.
Mel Gibson, Bruce Willis, Patrick Swayze gibi başka pek çok oyuncu da bu dönemde aksiyon filmlerinde boy gösterdi ama, propagandanın kucağındaki kaba gücün yokedicileri bu yazının asıl kahramanları olacak. Bahsedeceğimiz aksiyon yıldızları, 70’lerin ince yapılı, kirli polislerinin aksine 60’larda Maciste ya da Herkül filmlerinin gediklisi olan Steve Reeves, Reg Park gibi kaslı ve güçlü erkeklerdi. Erk’i simgeleyen ve her filmde giderek büyüyen silahlarıyla kafaları attığı vakit her şeyi havaya uçuracak kadar kızgındılar ve açıkcası bu numaralar epey bilet sattırıyordu. Henüz suyu çıkarılmamış patlama numaraları bu filmlerin görsel şovunu tamamlıyor ve milliyetçi gazla iyice pompalanmış seyirci, her tarafından kaslar fışkıran bu adamları avuçları patlarcasına alkışlıyordu.
Daha öncesinde Death Wish gibi intikam filmleriyle seyirci hazırlanmış olsa da furyayı başlatan film Stallone’nin First Blood / İlk Kan’ı oldu. Film o kadar beğenildi ki hepimiz bir anda Vietnam’dan gelen neredeyse her gazinin gecikmiş intikamını almasını izler olduk. 70’lerde de Deer Hunter, Heroes, Coming Home gibi çarpıcı ve duyarlı filmlerde işlenen ama İlk Kan’ın aksiyon bahanesi olarak sunduğu “bir kenara atılmış eski askerler…” klişesi iliğine kadar sömürüldü ve anladık ki bu eski askerler biraz poh pohlanınca tekrardan o cangıllara dönüp geri kalan pislikleri/Vietkong’luları temizlemeye hazırdılar! Özellikle İlk Kan devam filmleri ve eski karate şampiyonlarından Chuck Norris’in sürüklediği Missing in Action serisi bu şablon üzerinden beslenen yapımlar oldu. Video için çekilen birbirinden uyduruk yüzlerce aynı türden filmde, Amerikan halkına Vietnam savaşını kazandıklarını düşündürecek kadar acıklı ve yanlış senaryolarda, hep aynı temanın suyu çıkarıldı. Sinema her zaman propaganda aracı olarak kullanılmış olmasına rağmen 80’ler Holywood’unun bu ruh hali oldukça ilginçtir doğrusu… Bu minvalde özellikle Rocky serisinin geldiği acıklı durum örneklenebilir. 1979 yapımı ilk filmde kenar mahallenin yalnızlığından ve itilmişliğinden kaçışın dantel gibi işlenerek anlatıldığı Rocky, 4. filmde kendini Rus başkanına alkışlattıracak kadar Amerikan rüyasına dalmış bir propaganda karakteri haline gelmişti. Keza ilk First Blood’da sadece biraz huzur ve saygı isteyen aynı zamanda sistemden nefret eden Rambo karakteri 3. filmde Afgan asilerle Rus avına çıkıyordu. Sly’ın para kazandığı sürece bu duruma itirazı olmadı elbette… Son Rocky filmiyle eski duyarlılığına bir dönüş yapıyormuş gibi gözükse de Rambo 4 ve The Expendables’da gördük ki bu Yanki hala dünyanın her yerinde birilerine ateş etmeyi ve bir yerleri havaya uçurmayı seviyor! Yine de kendisi açık ara Holyywood’un en iyi aksiyon yıldızı olarak anılmayı hak eden bir isim… Üstelik tam “bitti artık..” denildiği anda muhteşem geri dönüşler yapabiliyor ki bu Hollywood’da pek rastlanan bir şey değil.
Slyvester Stallone John Rambo ve Rocky Balboa karakterlerini devam filmlerinde iyice millileştirince dönemin en unutulmaz ismi oldu şüphesiz ama en az kendisi kadar muhafazakâr pek çok arızalı adam bu furyadan nemalandı. Stallone’nin hemen peşinden gelen Arnold Schwarzenegger kötü oyunculuğuna rağmen defalarca şampiyon olmuş gerçekten heybetli bir vücut geliştiriciydi ve 80’ler seyircisinin kaba ruhu mimiklerden çok bicepslere önem veriyordu. Herkül New York’ta gibi pespaye bir filmle sinemaya merhaba diyen aktör, yine bir kılıç&sandal filmi olan Conan’la dünya çapında ünlendikten sonra peşi sıra gelen Terminator, Commando, Raw Deal, Predator ve The Running Man gibi filmlerle aksiyon filmlerinin en aranan isimlerinden oldu. 90’lar geldiğinde ise Terminatör serilerinin mirasını yemekten fazlasını yapamayan Arnie bambaşka bir alana geçerek politikaya atıldı ve halen California valisi olarak görev yapmakta… Eğer Avusturya’da doğmamış olsaydı Reagan gibi Amerika başkanı bile olabilirdi belki…
Sinema kariyerine, The Way of the Dragon’da bir Çinli’den (Bruce Lee) dayak yiyen ilk batılı olarak talihsiz bir başlangıç yapan Chuck Norris belki be bunun ezikliğinden, 80’ler boyunca Amerikan çıkarlarını beyazperdede korumak adına elinden geleni ardına koymadı. Missing in Action serisinde havaya uçurulmadık Vietkong’lu kampı bırakmayan Norris, Lone Wolf McQuade’de Meksikalı kaçakçıları patakladı ama hiçbir filmi Invasion U.S.A (Amerikanın İşgali) kadar ırkçı ve kaba değildi. Norris, komedi filmlerinde bile oynayan diğer aksiyon yıldızlarının aksine duruşunu korudu ama 80’ler bittiğinde iyice komikleşmiş bir figür haline geldi. Chuck Norris Facts sitesinde ki “Chuck Norris şınav çekerken kendini yukarı itmez, dünyayı aşağı iter.” gibi mavralarla alaya alınan ama yine de kendisini ve düşüncelerini çok ciddiye alan yıldız şu aralar Irak ve Afganistan’daki Amerikan askerlerine moral vermekle meşgul…
Jean Claude Van Damme ise video furyasının ortasında yıldızlaştı. Belki bu yüzden ABD’de asla diğerleri kadar ciddiye alınan bir oyuncu olamadı ama filmlerinin 3. dünya’da iyi iş yapmasından mütevellit daima el üstünde tutuldu. Kan Sporu ile beklenmedik bir sıçrama yapan ve Kumite adı verilen bir dövüş turnuvasına katılarak herkesi pataklayan, havada bacak açmalarıyla ünlenen bu dövüş sanatları uygulayıcısı aktörlüğüyle değilse bile yakışıklılığıyla dikkati çekerek A sınıfı aksiyon yıldızları arasına girdi. Çabuk bir yükseliş ve hızlı bir düşüş yaşayan aktör sonraları bütçesiz pek çok video filminde ve hatta Sınav adlı bir Türk yapımında hayranlarının karşısına çıksa da eski günlerin popülaritesinden oldukça uzak.
Rocky 4’ün sabit bakışlı Ivan Drago’su olarak tanınan Dolph Lundgren birden gelen bu şöhreti iyi değerlendirerek sinema kariyerini başlattı. Cannon Films’in büyük umutlarla çektiği ama gişede batan He-Man filminin akibeti farklı olsaydı belki şimdilerde daha iyi bir sinema geçmişi olabilirdi ama ilk başrolünde gelen bu hezimet yüzünden hemen daha düşük bütçelere kaydırıldı ve orada kaldı. Sınırlı oyun gücüne rağmen fiziği sayesinde ucuz aksiyon filmlerinin aranan yıldızı oldu. Son olarak The Expendables’da ilk rol arkadaşı Stallone ile tekrar oynama imkanı buldu ama bu bir geri dönüşe yol açar mı bilinmez.
80’lerin sonuna yetişmiş, kendine has dövüş stili, sabit bakışları ve önüne geleni dövmesiyle ünlenen Steven Seagal ise daha çok video filmlerinin aranan adamı oldu. Geçmişi şaibeli, kimilerine göre CIA yakın dövüş eğitmeni olan bu aktörün filmleri de daha ziyade Amerika dışında tutuldu yine de Kurt Russell’a Executive Decision ya da Tommy Lee Jones’la Under Siege gibi büyük bütçeli yapımlarda oynama fırsatı buldu. Steven Seagal şimdilerde neredeyse her ay bir düşük bütçe filmi çevirmekle meşgul… Doğrudan videoya giden bu filmlerin alıcısı da genelde aktörün eski hayranlarından oluşuyor. Robert Rodriguez’in son filmi Machete’de ufak bir rolü bulunan aktör bakalım yeni bir geri dönüş yapabilecek mi?
Videodan asla çıkamayan ama bu medyada epey popüler olan isimler de var. American Ninja filmlerinin yakışıklı oyuncusu Michael Dudikoff ya da onlarca önemsiz Vietnam sonrası filmde oynamış Reb Brown gibi… Michael Dudikoff çok bilinen bir yüz olmasına rağmen asla büyük bütçeli bir filmde oynama imkanına kavuşamamış ama video klüplerinden kiralanan filmlerin tanıdık yüzlü siması olmuştur. Rus asıllı aktör, vasat oyunculuğuna rağmen TV ve düşük bütçe filmlerde istikrarlı bir kariyer yaptı denebilir. Godfrey Ho’lu ninja filmlerinin her yanı sardığı sıralarda yaptığı American Ninja filmleri ile kendi hayran kitlesini oluşturdu. 80’leri yadederken mutlaka anılması gereken isimlerden biri muhakkak… Reb Brown ise video için çekilen sıfır bütçeli Vietnam filmlerinin aranan yıldızıydı. Gerçekten iri bir adamdı ve onun filmlerini izlemek bambaşka bir keyifti. Vurulan adamların ayaklarından sarkan fünye telleri, kerosen az geldiği için patladıktan hemen sonra sapasağlam gözüken kamyonlar, tuhaf dövüş sekansları, defalarca ölen aynı Vietkonglular gibi prodüksiyon sefaletinden kaynaklanan ne varsa bu adamın filmlerinde görmek mümkündü doğrusu…
Yıllar boyunca bu tür filmlerden yayılan kerosen kokusu her yanı sarsa da artık iyice samimiyetsizleşen propagandanın ve bu tür filmlerin sonu 90’larda geldi. Özellikle video furyasının sonlanmasıyla iri yarı, kaslı adamlara olan ihtiyaç sonlandı. Halen sinemalarda gösterilmekte olan The Expendables’a kadar tüm bu patırtı hoş bir sinemasal anı olarak kaldı. Sly’ın bu son marietinin ise masum bir eski günleri anma partisi mi yoksa tür ve “kas adamları” için yeni bir tetikleyici mi olduğunu hep birlikte göreceğiz.