Seray Şahiner

Cennet anaların ayakları altındadır, ağlarsa anam ağlar, ana gibi yar olmaz; “eller kadir kıymet bilmiyor annem, senin kadar kimse sevmiyor annem”, de… Annesini tam olarak bağışlayabilmiş kaç kadın vardır acaba? Tamam, sosyal hayatın yazılmamış kuralları arasında bir “en çok anneyi sevme” var; doğru, bir kutsal annelik mitolojisi var. Bizi dokuz ay karnında taşıyan, doğuran, bakan, besleyen… Fedakâr, cefakar… İlk rakibimiz, geçmemiz, aşmamız gereken ilk kişi… Canımız çok yandığında sığındığımız ama hayatsal anlamda başımız ilk sıkıştığında karşısına geçip “beni kendi zevkin için doğurdun zaten” diye hesap sorduğumuz ve hayattan istediğimizi alamazsak, “zaten sen kendi hayallerini benim üzerimde kurgulamaya çalıştın hep” dediğimiz yahut demeyi içimizden geçirdiğimiz; yüzüne ya da gıyabında suçladığımız…

Kız çocuklarının; yangında ilk hesap sorulacak kişisi, anneleridir… Sonra “büyüyüp” annelik çağına yaklaştıkça kendi kızımızın ilerde bize kimbilir neler neler sayacağından korkup annemizi affetmeye çalışmalar, annemiz birden bire “kadıncağız”a dönüşür gözümüzde: ama çok gençmiş, ama bilememiş ki böyle olacağını, ama o hiç benim kötülüğümü ister mi? Anneye merhamet; sonradan, evlat korkusundan gelişiyor çoğu zaman; anneler kızlarının evladı oluyor bir süre sonra… “Annelik suçu” diye bir şey var galiba. Doğuştan gelmiyor, doğuruştan geliyor. Bir anlamda genetik; kuşaktan kuşağa doğurmayla geçiyor.

 

Sadede gelecek olursak; Anneler ve Kızları, ( Mother and Child) bu bahsettiğimiz durumlara işaret eden, annelik ve kadınlık üzerine bir film: hayatlarındaki mutsuzluklardan annelerini suçlayan iki kadının ve mutsuzluğunun tek sebebini anne olamamasına bağlayan bir kadının kesişen kaderlerinin hikayesi. Ellili yaşlarındaki Karen, otuz beş yıl önce evlâtlık verdiği kızı Elizabeth ve bir çocuk evlât edinmek isteyen yirmili yaşlardaki Lucy…

 

Karen 14 yaşında doğurduğu çocuğunu; vasisi olan annesinin kararıyla, doğduğu gün evlatlık vermiştir. Şimdi 50’lerindedir. Ve 37 yıldır görmediği, hakkında hiçbir fikre sahip olmadığı kızı ile doludur hayatı. Vicdanı rahat vermemektedir. Kızı için günlükler tutmakta, veremeyeceği doğum günü hediyeleri almaktadır. Hayatı 14 yaşın pişmanlığında durmuştur. Yaşlı annesiyle yaşayan Karen, bir fizik tedavi merkezinde çalışmaktadır. Sırrı annesiyle arasında bakidir. İçten içe kızından ayrılmasından dolayı suçladığı annesinden başka kimsesi yoktur. Artık annesi onun evladıdır. Karen ve annesinin ilişkisinde, anne kız ilişkilerinin o iyilik için zalimlikle, intikam duygusundan kaçmak için meydana getirilen merhameti arasında gidip gelen hastalıklı halini çok net görüyoruz… Annesinin “kızının hayatını mahvetmiş olmaktan” duyduğu vicdan azabını da…

 

Evlatlık verilen Elizabeth, artık 37 yaşındadır. Kendisini büyütenlerin gerçek ailesi olmadığını bilmektedir. Ama biyolojik ailesini hiç aramamıştır. Acı çekmemek için katılaştırmıştır kendini. Kök salmadan yükselmek isteyen bir avukattır ve gayet başarılıdır. Annesine kızgınlığı onda araz bırakmıştır. Aile mefhumuna karşı küçük sayılmayacak intikam oyunlarına girişir, duygusal ilişkilerinde ille de ipleri elinde tutan kişi olmak ister. Kuvvetli duygusal bağlardan kaçınır. Bastırmaya çalıştığı bir kini vardır. Annesini affetmeye karar vermesi için hayatın ona bir hinlik yapması gerekir. E hayat böyle fırsatları pek kaçırmıyor.

 

Lucy, 20’lerindedir, kocasına âşıktır fakat çocuğu olmamaktadır. Kocası bir evlat sahibi olmak istediği için evlat edinmeye karar verirler. Meşakkatli bir süreç başlar, hamile bir kadın bulup; onu, çocuğuna çok iyi annelik edeceğine dair ikna etmesi gerekmektedir. Nihayet bir anne adayını ikna ettiklerinde, kocası Lucy’e evlat edinmek istemediğini söyler: “keşke sen çocuk yapabiliyor olsaydın”. Artık Lucy için ok yaydan çıkmıştır. O, kocasını mutlu etmek için giriştiği annelik yolunda kendini evlat edineceği bebeğe çok hazırlamıştır.

 

Anneler ve Kızları bu üç kadının hikâyesinin gene annelik odağında kesişmesiyle oluşturulmuş bir film. Ve bütün yan öyküler başka anne- kız ilişkileri üzerine: göbek bağının kesilmesiyle araya hayat giriyor ve içi türlü hesaplaşmalarla doluyor. Konunun hakkı çok iyi verilmiş, anneler ve kızları teması çok katmanlı olarak anlatılmış, hikâye sarkmıyor. Gereksiz tekrar yok. Psikolojik değişimler çok net verilmiş, en önemlisi; duygusu geçiyor. Anne kız ilişkileri tam da artık tutulması gereken yerinden ele alınmış. Anneyi affetmek ya da affetmemek üzerine; evlatlık ve annelik mefhumuna dair gerçek bir hesaplaşma öyküsü. Konusu itibariye yoğun bir dram var tabii ama diyaloglarda kullanılan ölçülü mizah sayesinde hikâye insanın üzerine çökmüyor.

Senaristliğini ve yönetmenliğini Rodrigo Garcia’nın yaptığı filmin yürütücü yapımcılığını üç ünlü Meksikalı yönetmen, Alfonso Cuaron, Alejandro Gonzalez Inarritu ve Guillermo del Toro üstlenmiş. Naomi Watts, Samuel L. Jackson, Kerry Washington, Annette Bening, David Morse, Carla Gallo, Brittany Robertson, Amy Brenneman, Tatyana Ali, Marc Blucas, Jimmy Smits’in rol aldığı film, oyuncu performanslarıyla da göz dolduruyor. Ennetice; ben filmi çok beğendim, darısı başınıza…

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.