Belanın sevdiği adam

ALPER TURGUT

Coen kardeşler, istisnasız her şeyle dalgalarını geçtiler ve bitti sanmıştık. Ne gezer. Kendi çocukluklarını es geçmişiz, biraderler, kara mizahla harmanladıkları, absürtlük, bıkkınlık ve yılgınlık ile körükledikleri, üstelik din motifli, tuhaf ve kişisel bir dönem filmini inşa edivermişler bile. “Ciddi Bir Adam” (A Serious Man), yaşadıkları, pişmiş tavuğun başına gelenlere rahmet okutan bir aile babasını anlatıyor, bela bu adamı gerçekten çok seviyor. Çok üstüne gitmişler çok, darmadağın etmişler herifi (Coen kardeşlerin babası olsa gerek), yazıktır ve devamında günahtır.

“Kansız”, “Miller’s Crossing”, “Barton Fink”, “Bir Şirket Komedisi”, “Fargo” (külttür), “Büyük Lebowski” (tek geçerim), “Orada Olmayan Adam”, “Nerdesin Be Birader?”, “Dayanılmaz Zulüm”, “Kadın Avcıları”, “Aramızda Casus Var”, “İhtiyarlara Yer Yok” … Joel Coen & Ethan Coen varsa hizmette sınır yok. Eğlenceyse eğlence, düşündürtmekse o da var ve artık şüphesiz usta kategorisindeler. Coen biraderler, Ciddi Bir Adam’ı hafif ama karanlık bir dönem filmi olarak tanımlıyorlar. Filmin başrollerini Michael Stuhlbarg, Richard Kind, Fred Melamed, Sari Lennick ve Adam Arkin omuzluyor. Oyuncular tek kelimeyle şahane, layıkıyla görevlerini yapıyorlar.

 

OTURAKLI BİR FİNAL BEKLEYEN AVUCUNU YALAR

 

Film, evlilik kurumunu hırpalıyor, Yahudi cemaatini tiye alıyor, sistemi kurcalıyor, vs. Etik, ahlak ve kuru gürültü. Düzensizliğin düzeni, yozluk ve fırtına… Sıkışmışlık hissi, yalnızlık ve çaresizlik… Hah final minal de beklemeyin ve asla ne oldu şimdi demeyin. Eksiklik hissi mutlak, hiçbir şekilde akıcı değil, bunaltmaya ve huzursuz etmeye baştan razı… Bu tekinsiz film, 6 Ağustos günü vizyona girecek, bir kısım sevecek, geri kalanı nefret edecek. Ben mi? Kendi adıma hayli deneysel, ince esprili ve özgün bulduğum Ciddi Bir Adam’ı, cidden çok beğendim.

 

ZAVALLI KAHRAMANIMIZ FİZİKÇİ GOPNİK

 

Yaman bir ıssızlığı, kasaba ölçeğinde zihnimize sokuşturan film, 1967 yılının Minnesota’sında geçiyor. Vaat edilmiş toprakların bir hayli uzağındaki bu Yahudi kasabası, inanın resmen karabasan gibi… Ancak başa dönelim, birkaç dakikalık bir giriş bölümü var ki, tam evlere şenlik. Aslında o istikamette ilerlese değişik bir yapıt ile haşır neşir olurmuşuz, neyse… Biz, öykümüze ve kahramanımız fizik profesörü Larry Gopnik’in uğursuz yaşam kesitine geri dönelim. Öncelikle zavallı Gopnik, meteliğe kurşun atmaktadır, Uzakdoğulu bir öğrencisiyle başı derttedir, terfisini istemeyenler vardır, hastaneye kontrole gitmiştir (burada da bir pis bir durum var sanki), sorun yumağı evlatlar, oğlu Danny ile kızı Sarah da cüzdanından para aşırmaktadır. Bitti mi? Yok, daha yeni başlıyor. Aylak ve hasta kardeşi Arthur, sürekli başına işler açmaktadır, kâh kumar oynamaktan kâh tacizden dolayı yakalanmaktadır. Polis, fakirhanelerinin kapısını adeta yol eylemiştir. Ve asıl bomba, çok sevgili eşi Judith’in, onu hımbıl, üçkağıtçı ve antipatik bir tip olan Sy Ableman uğruna boşayacak olmasıdır. Hatta Judith ile Sy ikilisi, Larry ve ağabeyi Arthur’u evden de sepetlemek isterler. Komşunun uyuşturucu müptelası seksi karısı da hikâyeye dalmakta sakınca görmez.

 

HAHAM DERDİME BİR ÇARE…

 

Şimdi Yahudi cemaati içerisinde dini esaslara dayalı bir boşanma gerekmektedir ve bizim fizikçi, (avukat bile bir yere kadar) üç hahama başvurma kararı alır. İlk haham gençtir ve dünya yansa umurunda değil gibidir, ikincisi boş boş konuşur, anlattığı öykü, bir tür şizofrenik sayıklamadır. Zaten filmdeki herkes bir gariptir, üzerinde durmaya değmez. Üçüncüsü ise en zorlusudur, öyle yaşlıdır ki, ulaşmak mümkün olsa dahi bunadığı su götürmez bir gerçektir. Anlaşılacağı üzere, dini otoriteden yardım ummak, Godot’u beklemek kadar sonuçsuz bir süreçtir. Topyekûn çaresiz ve pasifliği ile çıldırtan Larry, giderek daha da çamura batmaktadır, istisnasız her geçen an aleyhine işlemektedir. Kendisinin bile inanmadığı kurtuluş ise kabul buyurun ki, uzak bir düştür. Evet, karmaşa salt karmaşa… Ve film ne anlatıyor dediğinizi duyar gibiyim, gerçek hayatta bazen izahı olmayan bir kara mizah değil midir?

Alper Turgut
Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.