Serdar Akbıyık

Kurtlar Vadisi’nin Safiyesi, Romantik Komedi’nin çapkın Ece’si Begüm Kütük yeni filmi Mar’ın çekimleri arasında sorularımızı cevapladı. Sarışın ve mavi gözlü olmasının faturasını kötü karakterleri canlandırmakla ödediğini belirten Begüm Kütük Türk izleyicisinin televizyonda veya sinemada seyrettiği karakterleri gerçek gibi algıladığını söyledi. Bu geri dönüşlerin kendisini üzdüğünü söyleyen güzel ve yetenekli oyuncu özellikle “Romatik Komedi gibi çok naïf bir filmde bile bazı sahneleri alarak Youtube’a koyuyorlar bunlar benim çok canımı sıkıyor” dedi. Begüm Kütük’e hak vermemek elde değil. Aslında Türk sinemasında kadın olmanın bütün sıkıntılarını yaşayan Begüm’e yaratıcı oyunculuğa bu sıkıntılı yollardan geçilerek ulaşılacağını hatırlatmaktan başka birşey elimizden gelmedi. Sinemamızda farklı fiziği ve cesaretli oyunculuğu ile son dönemlerin en ilgi çeken ismi olan Begüm Kütük’ün röportajının önemli olduğunu düşünüyorum. Sanki Türk sinemasında yaşanan sıkıntılarının kısa bir özeti gibi. İşte Türk sinemasında var olmanın sıkıntılarını anlatan önemli bir oyuncunun röportajı…

Projeye nasıl dâhil oldunuz?

Ajansa senaryo geldi. Senaryoyu okudum ve çok etkilendim. Yönetmenimiz kendisi tanıtmak için bir portre hazırlamış. Katıldığı yarışmalar, altın portakal ödüllerini içeren özel bir portre vardı. Bunları inceledim. Kısa filmlerde birçok ödülü vardı, bu ilk uzun metraj denemesiydi. Süreyya Önder’in danışmanı olması da önemli bir etkendi. Okudum etkilendim sonra bir görüşme talep ettik. Ben Caner Erzincan’ın karşısına geçip “Neden ben?” diye sordum. Çünkü o film için ben çok Avrupai ve farklı bir kızdım. O da “Bahar karakteri için senden başkasını düşünmem olası değil. Bu bir Doğu hikâyesi ve şehirden gelen bir kızı orada senden başkasıyla anlatamam” dedi. Galiba kendisinin yaşadığı hayatından bir kesitte orada var.  “Zamanında bizim orada ebe bir ablamız vardı aynı ona benziyorsun. Açıkçası ne yanmanı, saç rengini değiştirmeni, hiçbir şey istemiyorum. Seni istiyorum” dedi.  Ben de tamam dedim.

 

Birazda rolünüzden bahseder misiniz?

 

Ben büyük şehirden idealleri uğruna gelen, insanlara yardım etmeyi amaçlayan bir diş hekimini canlandırıyorum. Biz onun karakter tanımını yaparken, babası subay, annesi öğretmendi ve çocukluğundan itibaren çeşitli illerde yaşadı, büyüdü. Ve diş hekimliği bölümünü bitirdikten sonrada hemen büyük bir şehirde çalışmak istemedi. Ailesi gibi çeşitli illerde çalışıp vatanına milletine hayırlı olmak istedi. Doğu’da çalışmaya başlıyor. Doğu için çok aykırı çünkü şehirden gelmiş, İzmir’de, Ankara’da rahat yetişmiş bir kız. Ama küçük yerlerde doktora gösterilen hürmet ve saygı Bahar’a da gösteriliyor.  Bahar aslında bir diş hekimi ama başkarakterimiz Bahar’a fazlasıyla anlam yüklüyor. Burada bir aşk hikâyesinin önemli bir yapı taşıyım.

 

Film yönetmen için çok kişisel bir film. Ve Konya’yı da filmde bir karakter gibi kullanıyor.

 

Yönetmenimiz Selçuk Üniversite’si mezunu olduğu için Konya’ya öncelikle bir vefa borcu var. Yıllarca orada öğrencilik yapmış.  Aynı zamanda biz gittiğimizde rektörümüz ve bütün ilçelerin başkanları bizleri çok iyi ağırladı, çok yakınlık gösterdiler. Caner’in Konya’da filmi çekmesinin sebebi; doğal bir plato ortamının oluşu ve bütün istediği özelliklerin orada olması. Caner daha önce Konya’da birçok filmin çekilmiş olmasına rağmen bu özelliğinin fark edilemediğini söylüyor. Caner Konya’nın kültürünün bizimle daha fazla tanınıp, yerli turistin oraya daha fazla gitmesini istedi. Hem de bu şekilde kendi vefa borcunu ödemeyi amaçladı.

 

Sizin bir de bu film haricinde Peş Peşe diye bir filminiz var. Ondan da bahsedebilir miyiz?

 

Tabii. Peş Peşe 9 farklı karakterin yaşamda birbirinin yollarının kesiştiği farkında olmadan birbirine değdiği bir film. Bu filmin senaryosunu Ertan Alagöz yazdı ve yönetti.  Yaklaşık 5 kişilik bir teknik ekiple çekilmiş bir film. Bir kameraman, bir yönetmen, bir ışıkçı ve bir ses operatörü arkadaşımız vardı. Filmde kesinlikle kahve içmemiz gereken zamanda kahvemizi kendimiz aldık. Bir mekânda oturmamız gerekiyorsa o mekânın kirası ortak ödendi. Hiçbir destek almadan ortaya çıkmış bir film. Ve peş peşe tamamlandı. Yurtdışına post productionu yapıldı. Biliyorsunuz ki yurtdışında havuz yapılıyor. Eğer paranız yoksa orada belli bir süre beklemeye alıyorlar ve uygun bir süre sonra tamamlayıp size geri veriyorlar. İşlemleri bitmiş orjinal film bize geldi ancak bizim kopya yapacak paramızda yok. Gişe filmi olmadığı için de vizyona verilemiyor. Ama görüşmeler sürüyor. Eğer Kültür Bakanlığı’ndan herhangi bir yardım ya da izin alınabilirse olacak. Çünkü Altın Koza’da özel gösterim hakkı kazandı ama Altın Koza iptal edildi. Biz bir şeyi başardığımızı düşünüyoruz iç dünyamızda. Sadece 4 kişilik bir teknik ekiple 9 kişi o filme gönlünü verdi ve biz o filmi yaptık.

 

Bu madi zorluklar içinde oyuncu kadrosu nasıl oluşturuldu?

 

Ertan Alagöz yine kendisi filmi yazarken Okan Yalabık’ı filme istemiş ve düşünmüş. Ardından her karaktere dair o zaman ben tanışmıyordum kendisiyle bir mekânda öyle görüp sohbet edebilir miyiz diye konuşmaya başladık. Aslında Peş Peşe, Romantik Komedi ve Gecenin Kanatları’ndan önceki ilk sinema filmim. Öyle duygusal bir bağımda var o filmle. Oradaki Naz’ın öyküsü de günümüzdeki ilişkileri anlatan bir film aslında. Herkesin, ilişkilerden kaçışı, evlenmekten korkup uzaklaşmasını anlatıyor. Ama ben mesela 2 sene önceki performansımı düşünüyorum. O zaman evlenmek üzere olan ve bunun sıkıntısını çekerken şu an evleniyorum ben mesela. O kadar yanlış oynamışım ki aslında bazı yerleri. Artık midenizin bulanacağı derecede streslisiniz. Ve bu stresi tam o filme yansıtamamışım diye düşünüyorum.

 

2009-2010 dönemine baktığımız zaman sinema filmleriniz artarda geliyor. Bu bir kariyer planlaması mı, yoksa böylemi denk geldi?

 

Bu ülkede kariyer planlamasının yapılabileceğine pek inanmıyorum. Çünkü televizyon bizim hayatımızda çok önemli bir araç. Televizyonda yapılmış projelerde daha çok insana ulaşılıyor. Hatta benim tanındığım proje Kurtlar Vadisi’dir. 2,5 yıla yakın oynadığım ve çok izlenen bir proje. Mesela insanlar bana Kurtlar Vadisi’nden sonra ne yaptınız diye soruyor. Kurtlar Vadisi’nden sonra bir şey yapmaz olur muyum? Hayat Güzeldir diye bir dizi yaptım, Canım Ailem diye bir dizide oynadım, sinema programı sundum. Algıda seçicilik olarak popüler kültüre hitap eden işler var. Siz o işlerin içindeyseniz başarılı ve gündemde algılanıyorsunuz. Dizide oynamak istemeyebilirsiniz,  sadece sinemada yoğunlaşabilirsiniz ama bunu pek anladıklarını sanmıyorum. O yüzden kendime uygun olarak televizyonda kendimin de hoşuna giden sevdiğim projelerde yer almaktan keyif alıyorum.  Ama 2008’e kadar olan süreçte sinemanın yine imkânlarının kısıtlı olmasından dolayı birçok film yapılamıyordu. Bugün diziler çok maliyetli olduğu için yapımcılar sinema filmi yapmakta kullanıyorlar kendi kapitallerini. Böyle olunca da daha nitelikli daha güzel filmler ortaya çıkıyor. Bundan öncesinde de bana birçok film teklifi gelmişti. Ama hiçbiri benim içime sinen ve beni heyecanlandıran projeler değildi. Ve tabi ki Gecenin Kanatları ve Romantik Komedi benim sinemadaki başlangıcım adına çok iyi filmler oldu. Sonuçta her ne kadar bir gişe filmi olsa da Serdar Akar’ın filminde olup setinde çalışmak benim için çok önemli bir tecrübeydi.  Romantik Komedi gençliğe hitap eden ve gençlerin hoşuna gidecek bir filmdi. Ben ilk defa çok kötü bir kızı canlandırıyordum orada. Peş Peşe vardı zaten. Biz bunu gişe filmi olarak da düşünmedik, kimsenin bunu izleyip alkışlamasını da beklemiyorduk. Kendi içimizde yaptığımız festivallere yollayacağımız bir filmdi o. Ardından şu an çektiğimiz Mar filmi geldi. Aslında bakıldığında Mar ajansa gelip okunduğunda güzel film ama gişe filmi değil dendi. İnsanlar 700 bin kişinin izleyeceği filmler yapmak istiyorlar. Ben Mar’daki rolü okuduğumda aşık oldum, çok güzel bence. Ve ajansa dedim ki “Maddi manevi bir düşünce gütmeden ben bu filmde oynamak istiyorum.” Caner Erzincan da ilk filmini çekiyor. Bu yüzden onun da bütçe sıkıntısı var. Bizde bu film için Kültür Bakanlığı’ndan en az 8-9 ay izin bekledik. Yine kısıtlı imkânlarla güzel bir iş ortaya çıkarmaya çalışacağız. Ama hayatta seçimlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

 

Proje geldiği zaman neye dikkat ediyorsunuz?

 

Romantik Komedi’de çok güzel bir oyuncu kadrosu vardı. Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz, Cemal Ünal diğer oyuncu arkadaşlarım, çok iyi isimler vardı ve hikâyeyi anlattıklarında tam günümüzün gençliğini ele alan ve herkesin ilgisini çekebilecek bir filmdi. Amerikalı bir görüntü yönetmeniyle çalışılacaktı,  sonuçta ortaya çıkacak işin çok neşeli ve eğlenceli olacağını, sette de çok eğleneceğimizi düşünüyordum. O anlamda Romantik Komedi yapalım oldu. Ama Mar’a gelince, Mar’da çok farklı bir şey var. Mar, herkese hitap edecek bir film değil öncelikle.  Çok güçlü bir hikâyesi var ve üç kuşak erkeğin hikâyesinin anlatıldığı bir film. Dünyadaki küreselleşmenin taşradaki yansıması gibi. Biz burada hayatımızı bir şekilde idame ettirirken bazı insanlar sadece salyangoz ve yılan toplayarak yaşamını idame ettiriyor. Bu hikayeyi okuduğumda ve Caner’le konuştuğumda çok etkilendiğimi söyledim. Caner öyle bir anlattı ki bana etkilenmem kat kat arttı.  Ve ideallerimizde yurtdışı festivallerimiz var. Caner’in de belgesel dalında ödülleri olduğu için ilk yönetmenlik tecrübesi belki ama hepimiz çok beğendik ve inanıyoruz. Şimdi de çok iyi bir oyuncu kadrosu var. Öyle olduğu için ben çok iyi bir iş çıkacağına inanıyorum. Çünkü herkes yürekten inandı projeye.

 

Başta dizilerde oynuyordunuz sonar sizi filmlerde de gördük. Ve oynadığınız diziyle tanındığınızı söylediniz. Sinema ve televizyon arasındaki güç farkını burada mı anladınız?   

 

Evet. Televizyon o kadar güçlü ki, sinema filmi çekiyorsunuz ne kadar inansanız da film 20 bin hatta bazen 2 bin gişe yapıyor.  Bunun hiçbir garantisi yok. Ama bugün siz televizyonda başarılı bir projenin içindeyseniz, 70-80 milyon kişi sizi izliyor. Bu çok ciddi bir şey. Türkiye’nin her yerindeki insanların evine misafir oluyorsunuz. İstanbul’da olmadı ama Konya’da sokakta yürüyemedim. Gençler üstünden kaç sene geçmesine rağmen hala Kurtlar Vadisi’ndeki rolü hatırlıyorlar. Böyle olduğu için televizyonun çok güçlü bir etken olduğuna inanıyorum. Ama şunu da kestiremiyorum artık. En son Canım Ailem’de girdiğim karakter kötüye yakın bir karakterdi. İnsanlar hala iyi ve kötü karakterlerin sadece rol olduğunun farkında değil. Bu sene çok içerledim ona. Canım Ailem’den sonra bir mekâna girdiğimde “o geldi” bakışı ya da insanların twitter’da ya da facebook’ta senin hakkında sırf o rol yüzünden kötü bir şeyler yazması çok incitici bir şey. İnsanlar size bakıp daha hanım hanımcık rollerde sizi hayal ediyorlar. Ama öyle bir şey yok. Ben buna göre değerlendirmiyorum kariyer planlamamda. Yeri geldiğinde kötü de olunabilmeli.

 

Türk sinemasında kadın olmak hep zordur. 80-90’larda bu anlamda bir devrim yaşandığını söyleyebiliriz. Siz o 80’lerden sonraki devrimci davranışı bu günlerde görebiliyor musunuz?

 

Bunlar çok derin konular. Bir dokun bin ah işit konular. Örnek veriyorum. Bir arkadaşınız bir dizide çok güzel bir performans sergiliyor. Ama youtube gibi sitelerde arkadaşınızın bir filmden çırıl çıplak bir sahnesinin makaslanıp konulduğunu ve altında “yazıklar olsun” gibi yorumlar olduğunu görüyorsunuz. Bu beni çok incitiyor. Çünkü bir sinema perdesinde sevişebilirsiniz, öpüşebilirsiniz her şey olabilir. Biz yaşamda karşılığı olmayan hiçbir şeyi yapmıyoruz orada. Çünkü biz sevgililerimizin elini tutuyoruz sarılıyoruz her koşulda bunu yapıyoruz. Bunu sinemada yansıttığımız zaman neden kötü insan oluyoruz? Ben bunu kavrayamıyorum. Öyle olduğu için günümüzde de ben iyiyle kötünün ayrımının nasıl yapıldığını anlamıyorum. Aşk-ı Memnu gibi bir dizideki karakterlere bakıldığında halk bu karakterleri bu kadar sevip bağrına basabiliyorsa burada bir iş var. Aynı performansı arkadaşımız sinemada gösterdiğinde “gitti, sevişti” oluyor. İnsanların neyi nerede cesurca algıladıklarını kestiremiyorum. Siz riskleri tabiî ki kendi dünyanızda alıp atlatabiliyorsunuz. Ama örnek veriyorum Romantik Komedi’de çok küçük bir sahnem vardı. Aslına hiçbir şey yok sahnede sevgilisini aldatan bir kadını görüyoruz. O sahnemin benim youtube’ta inleme sahnesi, sevişme sahnesi diye çıkması çok inciticiydi.  Siz orada bir performans sergiliyorsunuz ve o karakterin inandırıcılığı için o sahneyle o karakteri süslemeniz gerekiyor. Romantik Komedi’nin hiçbir fragmanında sevişme sahneleri gösterilmedi ya da çarşaf çarşaf gazetelerde basılması. Genelde performanslar, gişesi, renkleri, mekânları, oyuncuları konuşuldu. Bu çok kıymetli bir şey. Böyle durumda da sektörün kendi içinde kendi filmini servis etmemesi gerektiğini düşünüyorum.  O yüzden bence hala oyuncular çok cesurlar.  Biz bunu perdeye taşıdığımızda yapabiliyoruz. Ama bunu servis biçimi bizleri etkiliyor. Yurtdışına baktığınızda filmlerde de var ama biz bunu yargılayarak izlemiyoruz. Burada herhangi başarılı bir oyuncu bir sahne çektiğinde sıkıntı oluyor.

 

Sizin sinema oyunculuk üzerine paylaşımlarınızı yaptığınız bu sektörden bir arkadaş grubunuz var mı?

 

Şöyle bir şey var Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok derler ya. Sonuçta 3-5 oyuncu toplandığında daima bu sektör ve camia kurtulmaya çalışılır. Herkes birbirini eleştirir, dedikodusunu yaparken kimse ortak noktada birleşelim bütünleşelim ortak bir şey üretelim kaygısı düşüncesi taşımaz. Bunu ötesinde her birey kendi iç dünyasında ve o toplulukta çok egosuz gözükür. Çok tatlı çok kalender dersiniz. Ama kendi yolunda gördüğünüz zaman ne kadar egolu olduğunu da görürsünüz. Bunun galiba şansla ve seçimlerle alakası var. Örnek veriyorum; Okan yalabık’ın çok hayranları var. Bende kendisiyle çalışma imkânı buldum. Ben böylesine tatlı, egosu olmayan başka bir oyuncu daha tanımadım.  Volga, iki tane altın portakal almış, ama çok tatlı çok iyi bir insan. Ben bunun kişilerin kendi iniltisi olduğunu düşünüyorum. 87 doğumlu yeni mezun olacak yönetmen arkadaşlarım var bundan çok mutluyum. Onlar çok daha girişimciler. Kısa filmlerinde bile begüm hanım bizimler oynar mısınız diyip masaya oturup sizinle çata çat senaryo konuşuyorlar. Sizde onlara destek oluyorsunuz ve iletişim kuruyorsunuz. 85-87 Aralığında çok fazla yönetmen arkadaşım var. Çok özgür ve çok farklı düşünüyorlar ve acayip gümbür gümbür geliyorlar. Öyle olduğu için çok seviniyorum. Çünkü onların sektörü değiştirme çabaları var. Senaryo, hikâye, hikâye anlatımı anlamında. Kendi dünyalarında çok genç olmalarından kaynaklı çok ateşliler.  Gençlerle bir arada olup bunların sohbetini yapmaktan çok mutluyum, oturup dedikodu yapmak yerine.

 

Oyunculuk eğitimi olarak herhangi bir tecrübeniz var mı?

 

Ben Fransız okulunu bitirdikten sonra, Fransa’da medya iletişim ve telekomünikasyon bölümünü kazandım fakat Fransa’da eğitimimi tamamlayamadım. Türkiye’ye döndüm. Sonra Best Model yarışmasına katıldım, kazandım fakat ben onun ardından hiç modellik yapmadım. Ama fiziğiniz düzgün olduğu için sürekli model olarak görülmek hep hayatımda karşıma çıkıyor. Son yıllara baktığımız zaman çok güzel eğitimli oyuncu arkadaşlarımız geliyor. Ve o dönem 21 yaşındayken Melek dizisiyle oyunculuğa başladığım zaman bir anda ben çok şöhretli bir kimliğe büründüm. Yarışmada çok göze batmadım, ama Melek dizisinden sonra ve dizininde çok büyük reyting almasıyla bir anda herkesin tanıdığı bir insan haline dönüştüm. Böyle olunca benim konservatuara girmem çok zor oldu. Çünkü zaten o dönemin ikoncan modeli olmuş çok ünlü birini konservatuara istemiyorlardı. Benimde bir tercih yapmam gerekiyordu. Ya 4 sene boyunca her şeyden elimi ayağımı çekip devam edecektim ya da çalışıp evimin kirasını ödeyip hayatıma devam edecektim. Bir de beni “girsen de mezun olamazsın” diyerek korkuttular. O yüzden konservatuar eğitimimi tamamlayamadım. Ama arkadaşlarım nasıl ki 4 sene blok halinde bu açıklarını kapatıyorlarsa ben de parçalar halinde açıklarımı kapattım. Bir de sürekli bir röportajda ya da normal bir sohbette eğitiminiz nerden diye soruyorlar. Kimse performansınıza dair bir şey söylemiyor. Herkes tiyatro kökenli misiniz diyor. Ama tiyatro oyunculuğunun eğitimi çok farklı, kamera karşısındaki oyunculuğun eğitimi çok farklı. Birçok yetenekli arkadaşımızın da ben tiyatro yapmadığını görüyorum. Kendi içlerinde idealist olan arkadaşlarım bir şeyler yapıyorlar. Ama onlarda seyirci olmadığı için çok güzel şeyler yaptıkları halde perde kapatıyorlar. Yurtdışına baktığımız zaman birçok güzel kadın ve erkek oyuncu var. Ama onlarda kimse tiyatro kökenli mi diye sormuyor. Bizdeyse siz iyi bir iş çıkarttığınızda herkes eğitiminiz nereden diye soruyor. Bunu saçma buluyorum.

 

Oyunculuk yolunda ne gibi engellerle karşılaştınız?

 

Ben sektörümüzün standartlarına göre çok Avrupai bir tipim. Bu da bir sıkıntı. Beyaz tenli, renkli gözlü ve sarışınım. Türkiye’de şöyle bir klişe var sarışın kötü. Bu yüzden mesela ajansımla konuştum yurtdışındaki ajanslarla görüşüyorum. Fransızcam ve İngilizcem var. Bir şekilde portre hazırlayıp gönderiyorum. Bizim şöyle bir sıkıntımız var sadece bu sektörde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Kimse yurtdışına açılmak istemiyor. Çünkü herkese uzun ve zorlu bir yol gibi geliyor. Yurtdışına çıkan arkadaşlarımızın performanslarını görüyoruz. Onlara sorsanız tamam belki çok zor ama altından kalkabilecek potansiyelleri var ki orada olabiliyorlar. Öyle olduğu için her şey hayal kurmakla başlar. Ben kendime bir hedef belirledim. Avrupa’daki ajanslara gönderdiğim profilimde Fransızca biliyor olmam benim için çok büyük bir avantaj.  Böyle bir girişimde bulundum umarım bunun bir sonucu olur. Mesela 2003 yılında bir reklam filminde oynadım. İnsanlar hala anlamlandıramıyorlar. Nereden çıkmış nasıl oynamış diye. İsrailli bir ekip Türkiye’ye geldi. Türkiye ucuz, oyuncular ucuz. Bir gsm reklamı çektiler Nişantaşı’nda. Ama kullanılan taksiye kadar yurtdışından getirip burada çektiler. Şimdi onların İngiliz bir erkek oyuncusu varken, “Türk bir kız arıyoruz ama çok Avrupai olması lazım” dediklerinde ve kriterleri saydıklarında ben o reklam filmine dâhil oldum. Çekimlerde ben bile kendi görüntüme şaşırdım. “Ben böylede olabiliyor muyum?” dedim. Mekânlar, ışık, benim makyajım her şey çok güzeldi. Böyle bir tecrübe yaşayınca ve oradaki standartları görünce ben burada ne arıyorum diyorsunuz. Koşullar çok önemli tabii ki imkânlar doğrultusundan bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Oturacağımız bir karavanımız olmuyor, hatta tuvalet ihtiyacımızı gidereceğimiz bir karavanımız olmuyor. Ama yurt dışından öyle bir ekiple çekim yaptığınızda her şeyiniz mevcut oluyor. Sizinle çok ilgileniyorlar, çok net konuşuyorlar ve net bir performans bekliyorlar, gösterdiğiniz zamanda sizi çok onore ediyorlar. Böyle olduğu için ben bir şans denenmeli diye düşünüyorum.

 

Oyuncuların yurt dışına gitmek için buradaki bazı şeylerden vazgeçmesi gerekiyor. Siz bu cesareti kendinizde görüyor musunuz?

 

Çocukluğumdan beri yaz tatillerinde uzun bir süre Fransa’ya giderim. Hep de giderim. Ama şimdi bir sene orada kapanıp da yaşamak gibi bir alternatifim yok. Ama oradaki ajanslarda da bir cv’im bulunduğunda bir iş için çağırıldığımda gitmekte sakınca görmüyorum. Orada oturup da bir iş çıkar diye bekleyemem ama eğer ki bir iş çıkarsa da oditiona gitmekten hiç çekinmem.

 

Bundan sonra sinema ve televizyonda projeleriniz var mı?

 

Dizide şöyle bir şey var bakıyorsunuz senaryo ekip çok iyi, çok uzun soluklu bir proje olacak diyorsunuz ama dört haftada bittiği oluyor. Sonra başka bir proje okuyorsunuz çok içinizi hoplatmıyor ama iki sene devam ediyor. Senaryo yönetmen ve yapım şirketi çok önemli. Televizyon için bir iş yaptığımda beni mutlu edecek bir karakteri oynamak istiyorum. “Para kazanmak için bu dizi de oynuyorum” demek değil işimde mutlu olabileceğim bir dizi projesi istiyorum. Sinemaya gelince çok farklı türlerde çok farklı işler yapılıyor.  Genç sinemacıları çok destekliyorum. Bir yönetmenin ilk sinema filmi de olabilir, hiç fark etmez. Okuyup inandığım zaman, yaşamak istediğim bir karakter olursa tabiî ki kabul ederim.

 

Evlilikle oyunculuğun beraber gitmesine nasıl bakıyorsunuz?

 

Bana geçen gün evlendikten sonra oyunculuğa devam edecek misiniz diye bir soru sordular. Bu bir doktora bir daha ameliyata girecek misiniz gibi bir soru. Evlendiğin zaman neden çekilesin ki. Nurgül Yeşilçay mesela. Hala eskisi gibi ve hayatımda gördüğüm en güzel insanlardan birisi. Birçok evli ve çocuklu oyuncu arkadaşımız var. Ben kesinlikle çekilmeyi düşünmüyorum.  Evlilik kurumuna saygı babında onun soyadından ailesinden kaynaklanan bir sorumluluk oluşmuyor değil. O yüzden bunları söylemek şu an çok zor. Ben kendimi çok şanslı görüyorum. Çünkü Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden biriyle evleniyorum. Kendisinin de ailesinden birçok kişi oyuncu bu yüzden ailesi tarafından iyi karşılanmayacağını da düşünmüyorum. Evlilik ve oyunculuğu götürebilirim beraber bence.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.