ECE GÜÇER

63.Cannes Film Festivali’nde Juliette Binoche’a en iyi kadın oyuncu dalında Altın Palmiye kazandıran Copie Conforme’la Kiarostami şaşırtıyor. Film sadece orijinal mizanseni ve konusuyla değil, Kiarostami’nin bu sefer dekorunu İran’ın dışına, Toscana’ya taşıması ile ezber bozuyor.

70 yaşındaki ünlü İranlı yönetmen Kiarostami’nin aslen bir ressam olduğunu vurgulamakta fayda var. Mezun olduğu Tahran Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Van Gogh’a itafen uçsuz bucaksız tarlalar çizermiş. Bir doğa parçasını resmetmek derken, film etmek olmuş. Juliette Binoche onun için, “İnsan doğasını bu kadar güzel anlayan ve resmeden bir yönetmen olamaz, o aslında şair ”diyor. Aynı zamanda da bir opera yönetmeni Kiarostami… O da tıpkı Patrice Chéreau, Emir Kusturica gibi sanat anlayışını tenorların, barytonların arasına kaydırmış ve Aix-en Provence’da Cosi Fan Tutti operasasını yönetirken ünlü İngiliz opera sanatçısı William Shimmel’i ikna edip, bu son filmi Copie Conforme’da başrollerden birini vermiş.

Copie Conforme ile Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Juliette Binoche’la Abbas Kiarostami’nin bazı ortak yönleri ise dikkat çekici; ikisi de şiire meraklı, ikisi de aslen ressam. 1997’de Juliette Binoche İngiliz Hasta ile en iyi oyuncu dalında ödül alırken, aynı sene Kiarostami Kirazın Tadı ile Altın Palmiye’ye layık görülüyor.

O yıllarda, Kiarostami’nin Altın Palmiye’yi Catherine Deneuve’un ellerinden alması İranlı yönetmenin başına dert olmuş çünkü Kiarostami’ye ödül verirken, Deneuve onu yanağından öpüyor ve bu da İranlı otoriteleri kızdırıyor. Sonrasında bu durum filmin ülkesindeki yöneticiler tarafından kötü karşılanmasına sebebiyet veriyor. Neyse ki o günler geride kaldı. Kiarostami günümüzde Dünya Sineması Lugatları’nda yerini almış, tescilli bir yönetmen. Artık İranlı yöneticiler de ona esnek davranabiliyor. Tasdikli Kopya’dan sonra Kiarostami kamerasını yeniden ülkesine taşıyacak. Eylül ayında yeni filmin çekimlerine başlayacağını ve bu filmi ülkesinden başka hiçbir yerde çekmesine olanak olmadığını söylüyor ünlü yönetmen. Filmin adı ise Baba Ve Oğul olacak. Her halükarda bilmece gibi bir film Tasdikli Kopya, bir de filmin hikayesini Kiarostami’den dinleyelim.

Şekil ve konu itibariyle ilginç bir hikaye, uzun zaman önce mi yazdınız, bu hikayeye ilhamınızın çıkış noktası neydi?

Filmin hikayesi yaşanmış bir olaya dayanıyor. Senaryoyu bir kaç sene evvel yazmıştım. Daha sonra çekime başlamak için uygun bir zaman bulamamız baya uzun zaman aldı. Belki de hikayeye konu olan kadın kendisini tanımakta güçlük çekebilir.

Öyleyse hangi hikaye doğru? Filmde karşımıza iki hikaye çıkıyor.

Filmdeki iki hikayeyi birbirlerini takip eden on beş yıl önce ve sonrası bir flash back olarak görebilirsiniz. Bunun gerçek bir hikaye olup olmaması o kadar önemli değil. Önemli olan bunun gerçekçi bir hikaye olması, tiyatro vari bir temsil değil.

On senedir ünlü Fransız prodüktörü Marin Karmitz’le çalışıyorsunuz. Kendisi aynı zamanda Yılmaz Güney’in de prodüktörüydü. İkiniz arasındaki bu uzun soluklu işbirliğinden bahsedebilir misiniz?

Ben vefalı bir insanım, hatta arabama karşı bile böyleyim. Mesela bir arabayı çalıştığı sürece 20 sene kullanırım. Değiştirmeyi, birdenbire insandan insana atlamayı sevmiyorum. Böylelikle karşılıklı birbirimizi anlamak konusunda yol alıyoruz.

Eğer dediğiniz gibi vefalı bir insansaniz, nasıl bu kadar kolaylıkla, Toscana’ya gidip, Avrupai aktörlerle çekim yaptınız? Bu sizin daha evvelki deneyimlerinizden çok farklı…

Güzel soru ! Tabii ki kolay olmadı. Senelerdir bana ülkemin dışında çalışma olanakları sunuluyor. Sadık bir insan olarak ben yine ülkemde çalışmayı tercih ederim ama bazen değişikliğe ihtiyacınız olabiliyor.

Sonuçta filminizin kadın ve erkek ilişkilerinin bir yansıması olarak görebilir miyiz? Herkes onlarda kendini rahatlıkla bulabilir mi?

Belki insanlar kendilerini tanımayacaklardır, belki de onların kavgasında kendilerini bulacaklar. Sonuçta, bence bu çiftin deneyimi seyircilere karşılıklı olarak birbirlerini ‘duyabilme’ eksikliğini anlatacaktır.

Filmde Juliette Binoche’un oynadığı karakterin isminin olmaması, dikkat çekici bir unsur…

Aslına bakarsanız James Miller’in de isminin olmamasını istedim. Sonuçta bir tane ismi olması lazımdı. Onların ikisinin de isimsiz olmasını tercih ederim. Böylelikle seyirciler onları daha kolay teşhis edebilirler. Ve sonuçta kadının adı yok, herhangi bir kadın kendini onun içinde daha kolay tanıyabilir. Esas itibariyle onları bir kadın ve erkek diye adlandırmak isterdim.

Gördüğüm kadarıyla bir önceki filminiz Şirin’le bu filminiz arasında benzer noktalar var.

Bir ortak bağ var elbette. Tasdikli Kopya’yı gördükten sonra Şirin’le Juliette’in oynadığı bir rol var. Burada iki kadını daha iyi anlayacaksınız, Şirin’de nasıl gözyaşları içinde olduğunu…

Filmin içinde üç farklı kültür var, biri de İtalya. İtalya’nın görüntüleri ve sanatının filmin içinde önemli bir rolü var mı?

İtalya filmin içinde başlı başına bir karakter zaten. Eğer film İtalya’da geçmeseydi, hikaye aynı olamazdı. Her şeye rağmen İtalya olmalıydı. İki yabancının üçüncü bir karakterin içinde olmasını istedim, bu oldukça çetrefilli bir düşünceydi.

Juliette Binoche’la ilk karşılaştığınızda mı yoksa bir kaç filmini gördükten sonra mı onunla çalışmaya karar verdiniz?

Onunla karşılaşmadan önce ününü duymuştum. İngiliz Hasta ile Oscar almıştı. Fransız gazeteciler ona sormuşlar “Oscar’dan sonra Hollywood’a gidip çalışmayı düşünüyor musunuz?” diye o da “ Hayır, Abbas Kiarostami ile çalışmayı düşünüyorum” demiş. O kadar şaşırmıştım ki, çok etkilenmiştim. Burada önemli olan benim ismimi söylemesi değil. Davranış şekli çok farklı. Hollywood’a gidip şöhret basamaklarını tırmanmak yerine, geri adım atıp Fransız sinemasına geri dönüyor. İlk konuyu bulduğumda beraber çalışmak için herşeyi ayralmaya başladık ama uygun senaryoyu ve filmi çekecek zamanı bulmamız 12 senemizi aldı.

Siz özellikle ülkenizde bir çok sinemacıya ilham kaynağı oldunuz. Hatta bu konuda bir trend yarattınız. Kendinize has bu stili kopya edenler hakında ne düşünüyorsunuz?

Bence bir filmin bir diğerinin kopyası olduğunu iddia etmek zor birşey. Yani bir yaratıcı yönetmenin elinde olan imkanlarını ve kendi iç dünyanızı ele aldığımızda, yaptığı filmle başka bir yönetmen arasında ilinti bulduğumuzda, bu tam anlamıyla bir kopyalama sistemi olmaz. Bir sanat eserinin gerçekten ebedi olması için bir trend içerisinde kendi yerini alması gerekir. Bu gerekli olan bir fenomen. Mesela Fransız resimindeki İzlenimciler Dönemi’ni ele alırsak bütün bu akıldaki ressamların birbirini kopya ettiklerini söyleyebiliriz. Benim filmim Tasdikli Kopya’yı gördüğünüzde, bir çok insan benim de Rosellini’nin İtalya’ya Seyahat filmini hatta Ingmar Bergman’ın Bir Evlilikten Manzaralar filmini kopya ettiğimi düşünebilir sonuçta.

James Miller’in ayna önündeki sahnesi bir çok manaya açık bir sahne. Bu sahneyi Miller’in tüm cazibesinin ötesinde, onun karakteri için narsis ve ben merkezli bir şahsiyet diyebilir miyiz ?

Burada ifade ettiğiniz şey illa ki filmime koyduğum bir fikir değil, hatta ben böyle bir şey görmüyorum. Ama eğer ki bir seyirci böyle bir yaklaşımda bulunursa neden olmasın derim. Aslında ne kendine ne de seyircilere bakıyor. Gözlerinde kendini kaybetmiş olduğunu görüyorum. Kesin bir şey varsa bu kadın ona heyecanlarını, duygularını ruhunu gösterdikten sonra, öyle kolay kolay onu terkedemez ama rahat bir şekilde kalmaya da karar veremez. O sahnede ben merkezci olamaz, ne de narsisik. Öyle olsa bile, böylesi bir durumdan etkileniyor.

Filmde bir sanat eserinin kopyasının orijinalinden daha ehil olabilceği tezi savunuluyor. Acaba çiftlerin arasında oluşan sevginin öteden beri gelen bir modeli kopyalamaktan doğduğunu söyleyebilir miyiz?

Onlar bi ilişkiye girmeden evvel, nasıl yol alması gerektiği konusunda böylesi nazari bir tartışmaya girişiyorlar, doğrudan doğruya aşktan bahsetmiyorlar. Mesela Juliette, kız kardeşinin kekeme kocasından bahsetmesi fikrine bayıldım. Benim için, onları kendi hikayelerinin içine girmeden önce sanat eseri kopyası ve orijinalliği üzerine tartışmak önemliyidi. Aslına bakarsanız bilemiyorum acaba onları bu diyalog mu aşık etti? Yoksa başkalarını algılamak mı,veya o başkalarıyla yapılan sohbet mi? Bazen insan sadece, fikirlerinin ve itilaflarının dışında, bazen yanlış anlamaların ve aldatmaların, bazen de havanın veya dalgaların sesininin dışında bir hadisiyle aşık olur.

Filmlerinizide çocukların genelde önemli bir rolü var. Juliette Binoche’un oynadığı anne karakterinde çocuğun öneminden biraz bahsedebilir misiniz?

Aslında çocuk ekranda gözükmediği zaman bile, o ikisinin arasındaki varlığını hep koruyor. Sizin filmde gördüğünüz iki kişi değil aslında hep üç kişi. Juliette hep çocuğunu omuzlarının üzerinde taşıyor. Juliette’in anlattıklarında, anılarında, iş hayatında bile hep o var. Benim sadece son sehnelerdeki bir diyalogda onu çıkarıp, çıkarmamam konusunda bir tereddütüm oldu. Juliette Binoche’un “Bu ikimiz için daha iyi olacak” dediği sahnede. Son güne kadar acaba ‘üçümüz için mi ikimiz için mi’ demeliyim diye düşündüm. Son gün geldiğinde ‘hadi ikimiz için de’ dedim. Zaten bir çok kadın böylesi durumlarda önce partnerini düşünür sonra kendisini… Zaten üçümüz için dedirtseydim eminim ki ikimiz için dedirtmediğim için tereddüte düşecektim.

1997’de Kirazın Tadı filminizle Altın Palmiye aldınız, o günden bu yana hayatınızda ve çalışmalarınızda bir şeyler değişti mi?

Elbette değiştirdi. Ülkemdeki hükümet o zaman bana çok şüpheyle baktı, özellikle filmlerimin İran’da gösterilmesi konusunda kuşkucu bir yaklaşım içerisindeydiler, çünkü en başta fimimi beğenmemişlerdi. Onlar, “Nasıl oluyor da bunun gibi bir film, Altın Palmiye alabiliyor?” sorgusuna duştüler. Bu olayın, benim ve batılı ülkler arasında bir nevi komplo tarzı birşey olduğunu düşündüler. Bu ülkemdeki tek taraflı bir şeydi. Şimdilerde ise filmlerimin Altın Palmiye sonrası daha iyi anlaşılabildiğine inanıyorum.

Peki, bügünlerde İran’da film yapmak konusundaki şartlar ne durumda?

Ben senelerce mücadele verdim, bazen film çekme iznim bile olmuyordu. Çoğu kez filmlerimin ülkemde çıktığını bile göremedim. Kanımca, ülkemde film yapma isteği çok büyük. Kafamdaki filmi İran’ın dışında hiçbir yerde çekemem.

Ya sansür? Filminizin İran’da gösterilebilceğini düşünüyor musunuz?

Hayır, düşünmüyorum. Juliette İran’a göre bir çıplak. Karaborsaya kesin düşer ama sinema salonlarında gösterilme şansı yok.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.