Turgay Özçelik
Mario Puzo’nun “Baba” adlı romanında geçen “İntikam soğuk servis yapıldığında lezzetlidir” sözünü duymayanımız yoktur. İntikamın peşinden sıcağı sıcağına gidildiğinde, bu duygunun kişinin kendisine zarar vereceğini öğütleyen söz, adeta sinemanın da temel prensibi haline gelmiştir. Ancak tematik olarak sinemadaki intikam filmlerine bakıldığında, bu prensibe uymayan film örnekleri ile de karşılaşırız. Bilimkurgudan korkuya, dramdan aksiyona, gerilimden romantik komediye, bir çok türde karşımıza çıkan intikam hikayeleri, yeri geldiğinde kahramanına sıcağı sıcağına intikam aldırarak, yeri geldiğinde soğukkanlı, planlı bir şekilde öcünü aldırarak filmi sonlandırır. Sinema tarihine derinlikli bir şekilde bakıldığında, aslında birçok filmin arka planında intikam duygusunun yer aldığını görürüz. Filmin kahramanı ya kendisine, ya da sevdiği kişiye-kişilere, ailesine zarar veren kötü adamlara karşı, intikamını almak için bir mücadeleye girişir. Bazen de filmin kötü adamının eylemlerinin arka planında bir intikam hikayesi vardır. Aynı şekilde kendisine ya da çevresindekilere yapılan kötülükler neticesinde hissettiği öc alma duygusu, onun karakterini belirler ve içindeki karanlık tarafı ortaya çıkarır. Bundan sonra intikamını alsa da, yalnız geçmişindeki kötülükleri yapanlara değil, artık tüm dünyaya öfkeli olduğu için, intikam süreci onun için yaşama eylemi haline gelmiştir.
Sinema izleyicisi olarak, intikam temalı bir film izlerken, eğer intikam peşinde koşan kişi filmin ana karakteri, yani özdeşlik kurduğumuz karakter ise, biz de o intikamın alınmasını isteriz. Buradaki intikam eyleminin başarısı, izleyicinin de tatmin olmasına neden olur. İntikam sürecinde kullanılan “güc”ün orantısı, intikama neden olan olaydaki gücün şiddetiyle ölçülür. İntikam süreci ne kadar vahşice de gerçekleşse, eğer intikam motivasyonu sağlam bir şekilde izleyiciye ulaştıysa, buradaki vahşet izleyiciyi rahatsız etmez.
Bu noktada, ahlaki olarak tartışılabilecek bir problem doğmaktadır. Bazı filmler, intikam duygusunun özneyi nasıl dönüştürdüğüyle ilgilenmeyerek, sadece süreçteki aksiyon, korku ya da gerilimi ön plana çıkartırlar. Hal böyle olunca, bazen intikamın kendisi, ona sebep olan eylemden daha rahatsız edici bir boyuta ulaşır. İşin kötüsü, bu rahatsızlığın, kahramanla kurulan özdeşlik sayesinde, çoğu izleyicide ortaya çıkmamasıdır. Öyle ki, böylesi filmler bazen ırkçılığa kadar varabilecek duygusal tepkimelere yol açabilmektedirler. Oysa bazı filmler, bu hassasiyetin farkında olarak, tam da intikam duygusunun özne üzerindeki dönüşümüne dikkat çekerler.
“Genç Kız Pınarı”(Jungfrukällan, 1960)
Ingmar Bergman’ın yönettiği “Genç Kız Pınarı”, anlattığı intikam hikayesi ile, daha sonra ortaya çıkacak olan istismar sinemasının kaynağı olmuştur. Filmde bakire olduğu için kiliseye gitme görevi verilen Ingeri, yolda iki çoban ve küçük kardeşleri ile karşılaşır. Çobanlar Ingeri’ye önce tecavüz ederler, ardından da öldürürler. Daha sonra bu üç kardeşin yolu, Ingeri’nin ailesinin oturduğu eve düşer. Burada kızlarının bu çobanlar tarafından öldürüldüğünü anlayan Töre, çobanları ve küçük kardeşlerini vahşice öldürerek intikamını alır. Buradaki intikam soğuk ile sıcak arasında bir konumda, yani ılık olarak yenmektedir. Töre olayı öğrenir öğrenmez, çobanların kaldığı odanın kapısını kilitler, sonra yıkanarak intikam eylemine hazırlanır. Zırhını ve kılıcını kuşanır. Bu süreçte karısı da ona yardım eder. Yani tam olarak aceleyle alınan bir intikam değildir onunkisi, ama tam anlamıyla planlı bir eylemde değildir. Töre intikamını ılık bir şekilde yer. Bergman’ın anlattığı bu intikam hikayesi, iyi-kötü diyalektiğini çok iyi verir. İnançlı ve iyi tarafta yer alan Töre’nin, intikam hırsıyla küçük bir çocuğu bile gözünü kırpmadan öldürmesi, öc alma duygusunun kişiyi nasıl etkilediğini gösterir. Üstelik bu filmde intikam alan sadece Töre de değildir. Ingeri’ye yapılanları gören, ama ona yardım etmeyen Karin, aslında Ingeri’den ve onun ailesinden intikam almaktadır. Çünkü aile tarafından, bakire olmadığı için hor görülür, itilir, kakılır, oysa bakire Ingeri’ye ailesi gözü gibi bakar. Karin, Ingeri’ye olanlara izin vererek bir çeşit intikam alır. Ama ona da tam anlamıyla kötü diyemeyiz, çünkü sonrasında pişman olur.
“Soldaki Son Ev”(The Las House On The Left, 1972)
2009 yılında yeniden çevrimi de çekilen “Soldaki Son Ev” filminin yönetmeni Wes Craven, Bergman’ın “Genç Kız Pınarı” filminin hikayesinden etkilenmiştir. Bu filmde de yine çocuklarına tecavüz edilen bir ailenin aldığı intikamı izleriz. Ancak buradaki intikam, Bergman’ın filmine nazaran daha sıcak bir şekilde servis edilir. Aile kızlarının başına geleni öğrendiklerinde, ve sorumlularının evlerine aldıkları insanlar olduğunu çözdüklerinde, intikam ateşinin sıcağıyla vahşice bir öc alma eylemine girişirler. Yine Bergman’ın tersine, Wes Craven’ın filminde, ailenin almış olduğu intikam sorunsallaştırılmaz. Tam tersi, izleyicinin bu intikam vahşetinden haz alması sağlanır.
“Dönüş Yok”(Irreversible, 2002)
İzleyicide soğuk duş etkisi yapan, ama aynı zamanda umut verici bir finalle biten “Dönüş Yok” filmini Gaspar Noe yönetti. Film aslında klasik bir intikam hikayesine yaslanıyor, ama biçimsel farklılığı ve sinematografisiyle, bu klasik anlatıyı özel bir hale getiriyor. Zamansal olarak sondan başa doğru ilerleye hikayenin başlarında, Marcus’u ve Pierre’i bir Gay Kulüb’te izliyoruz. Çılgınca bir asabiyetle etrafına saldıran Marcus ve onu sakinleştirmeye çalışan Pierre. Marcus kulüpte birini arıyor, ve bulduğunda ona saldırıyor. Ancak saldırdığı kişi onu alt ediyor ve kolunu kırıyor. O ana kadar kenarda duran Pierre bir anda eline bir yangın tüpü alarak, Marcus’u yere düşüren adama vahşice saldırıyor ve kafasını ezerek öldürüyor. Bu şiddet dolu sahnenin nedeninin, Marcus’un karısına yapılan tecavüz olduğunu anlıyoruz ilerleyen sahnelerde. Ve aslında öldürülenin yanlış adam olduğunu. Filmde servis yapılan intikam, fırından yeni çıkmış kadar sıcak. Ve bu sıcaklığın deliye döndürdüğü karakterler, intikamın hedefi olarak yanlış insanı seçiyorlar. Filmin finaline doğru, hem Marcus’un hem de Pierre’in ne kadar iyi, sakin insanlar olduğunu görüyoruz. Bu sayede de, intikamın Marcus ve Pierre üzerindeki etkisini daha iyi anlıyoruz. İntikam eylemini gözü dönmüş Marcus’un değil de, daha sakin duran Pierre’in gerçekleştirmesi de, filmi daha ilginç kılıyor.
“Cezalandırıcı”(The Punisher, 2004)
Bir çizgi roman karakteri olan Punisher, ilk kez 1989 yılında sinemaya uyarlandı. Bizim ele aldığımız 2004 yılındaki filmin haricinde, 2008 yılında “Punisher: War Zone” adıyla tekrar çekildi. Filmde ailesi Mafya tarafından öldürülen Frank Castle isimli polis memurunun intikam hikayesi anlatılıyor. Frank ailesinin ölümünden sonra, üzerine giydiği kuru kafalı t-shirt ile özdeşleşerek, “Punisher”a dönüşüyor, ve suçlulara karşı mücadeleye başlıyor. Bu film aslında Aksiyon türünde birçok örneğini gördüğümüz benzer intikam hikayelerinin bir temsili. Haksızlığa uğrayan sessiz, sakin, adalete inanan bir vatandaş, yaşadığı haksızlık sonrası bir ölüm makinesine dönüşür, ve kötü adamlardan intikam alır, biz de onun aldığı bu intikamı destekleriz. Bu tür filmlerde, intikam meselesinin özüne dair herhangi bir tartışmaya yer verilmez, çünkü burada “intikam bahane, aksiyon şahane” düsturu takip edilir. Kahramanımızın aldığı intikam ne kadar çok aksiyon dolu olursa, o kadar makbul olur. Ve filmlerin sonunda kötü adamı öldürerek intikamını alır. Bazen de son anda öldürmekten vazgeçer, adeta intikamın duygusunun üzerinde yarattığı canavarlaştırıcı etkiden uyanır ve kötü adamı öldürmek yerine adalete teslim eder. “Cezalandırıcı” filminde ve türevi birçok filmde intikam genelde soğuk servis yapılır. İntikam uzun bir sürece yayılır. İlk başta en alt düzeydeki kötü adamlardan başlanır, ve sırasıyla piramitin üst basamaklarına tırmanılır.
“Kill Bill 1-2” (2003-2004)
Quentin Tarantino’nun çektiği “Kill Bill” serisi, “intikam soğuk servis yapılan bir yemektir” cümlesini tekrar popüler kültüre hatırlatır. Filmde, düğününün basılması sırasında kocasını ve bebeğini öldüren Bill ve adamlarından intikam alan Gelin’in hikayesi anlatılır. Uma Thurman’ın canlandırdığı karakter, öncesinde Bill’e hizmet eden bir kiralık katildir, ve Bill’e ulaşana kadar sırasıyla “kanlı düğün”ünde yer alan diğer kiralık katil arkadaşlarını öldürmesi gerekmektedir. Burada tamamen planlı ve uzun bir zamana yayılan bir intikam eylemi söz konusudur. İntikam sırasındaki şidder görüntülerinin, Tarantino’nun tercihiyle estetize edilmesiyle de, intikam daha da soğuyarak buz gibi olur. Tarantino, eski uzak doğu dövüş sanatları filmlerine, B tipi aksiyon filmlerine saygı duruşunda bulunduğu bu seride, intikamın niteliğiyle pek ilgilenmez. İntikamcı karakter de zaten herhangi bir dönüşüm geçirmemiştir, çünkü eskiden de bir kiralık katildir. Ancak işi bırakıp, normal bir hayata sahip olmak istemiş, ancak Bill buna izin vermemiştir. İntikam duygusu, onun verdiği bu molayı sona erdirerek, onu tekrar en iyi yaptığı şeye, öldürmeye yönlendirir.
Korkunun motivasyonu: İntikam
Bir çok korku filminde, korku nesnesi olan kötü adam, aslında öc alma motivasyonuyla hareket eden intikam kurbanlarıdır. Örneğin “13. Cuma” filmindeki katil Jason’ın temel motivasyonu intikamdır. Jason çocukken annesi tarafından gönderildiği göl kenarındaki kampta, ihmal sonucu boğularak ölür. Onun ölümüne sebep olan annesidir. Jason daha sonra hayata döner, gölde kamp yapmaya gelen gençleri öldürerek, aslında annesinden intikam alır. “Elm Sokağı Kabusları”nın Freddy’si de, kendisini yakarak öldüren ailelerin çocuklarını öldürerek, onlardan intikamını almaktadır. “Black Christmas”, “Halloween” gibi birçok korku filminde de, kötü adamların geçmişine bakıldığında, onların intikam motivasyonuyla toplumdan öc aldıkları görülür. Son yıllarda beyazperdeye gelen Tim Burton imzalı korku-müzikal “Sweeney Todd” filminde de, yine bir intikam hikayesi anlatılmaktadır.
Muhafazakar İntikam
Yazının başında sözünü ettiğimiz, intikam motifli filmlerin, intikamı haklı kılma yönleri bazen oldukça muhafazakar sonuçlara yol açmaktadır. Bazı filmlerde intikamcı özne, hedefini sadece eylemi gerçekleştirenlere değil, toplumdaki suçun kaynağı olduğunu düşündüğü azınlıklara yöneltmektedir. Ya da suçun toplumsal yaşamda polisin başa çıkamadığı kadar arttığını, bununla yaşayabilmek için, bireysel silahlanmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. 2007 yapımı “İçindeki Yabancı”(The Brave One), bu tip filmlere örnek olarak gösterilebilir. Filmde sevgilisiyle birlikteyken, cüzdanlarını almak isteyen bir grup gencin saldırısına uğrayan radyo programcısı Erica’nın hikayesi anlatılır. Erica, sevgilisinin öldüğü saldırıdan sonra, yoğun bir bunalıma girer ve eve kapanır. Toplumun ne kadar yozlaştığını, suçun ne kadar gündelik bir olay haline geldiğini programlarında anlatmaya başlayan Erica, işi bir silah edinip yanında taşımaya kadar vardırır. Sonra suçun kaynağı olarak gördüğü insanlardan, karşılaştırdıklarını öldürmeye başlar. Öldürdükçe bir çeşit haz ve ulvi bir görev yerine getirmenin huzurunu duymaya başlar. Polis memurunun onun bu davranışlarına göz yummasıyla, filmin alttan alta hissettirdiği muhafazakar mesaj iyice gün yüzüne çıkar. Aksiyon-polisiye türündeki film, intikam meselesinin ne kadar hassas bir konu olduğunu hatırlatan bir filmdir.
İster soğuk servis yapılsın, isterse de sıcak, önümüzdeki yıllarda da intikam temalı filmleri görmemim oldukça muhtemel. Sinemanın vazgeçilmezi haline gelen intikam duygusu, sağduyulu bir şekilde işlenmediği takdirde, bu tür filmler kendi amaçlarının ötesine geçerek, konuyla ilgili doğru olmayan söylemler edinebilmektedirler. Medeniyet adıyla anılan, insanların sosyal ve kültürel birikimleriyle ortaya çıkan bir olgu varsa eğer, bunun, insanların bu fizyolojik duygularına yön verebilmesiyle oluştuğu kesin.
Peki siz intikam filminizi nasıl alırsınız? Soğuk mu, sıcak mı?