Diziseverler için önemli bir ayı geride bıraktık. Sezon finalleri, dizi finalleri ile birleşti ve ayrılıklarla dolu bir dönem geçirdik. Kolay değildi. Sekiz senelik dostumuz Jack Bauer bize veda ederken de, Kate, Jack, Hugo, Sawyer, John Locke, Ben Linus gibi altı senelik dostlarımız bizden ayrılırken de içimizden bir parça koptu.
“24”, 8 senelik macerasına son verirken, en absürt ama en iyi sezonlarından birini önümüze serdi. 24’ün özelliği, izleyene çok mantıklı gelen dizinin, dışarıdan bakana “Yok artık.” dedirtebilmesidir. Senaryonun gidişatını saçma bulanlar, bir sezonu baştan sona izlediklerinde fark ederler ki, bütün o olmayacak olaylar birden mantık çerçevesine oturur ve “Ne bahtsız adam bu Jack.” derken buluverirler kendilerini. Dizinin başarısında, olabildiğince uçuk fikirleri, her nasılsa mantıklı bir şekilde diziye aktaran senaristlerinin payı çok büyük. Kurgusuyla, gerçek zamanlı oluşuyla, hiç düşmeyen temposuyla, süper kahraman tadındaki Bauer’ıyla gönlümüzde taht kuran 24’ten ayrılmanın tek bir tesellisi olabilir, o da sinema filmi müjdesi. Ne kadar doğrudur bilinmez ama Kiefer Sutherland’in başrolünde oynadığı bir 24 filminin çalışmaları yakında başlayabilir.
“Lost”a gelirsek; birkaç ay önce belirttiğim gibi soruları cevaplayan bir finalle karşılaşmamanın rahatsızlığını hissetti herkes. Halbuki Abrams’ın bunu yapacağı, duygusal bir finalle veda edeceği başından beri belliydi. Araştıran, forumlara girenler nispeten bazı cevaplara ulaştılar. Beni tatmin etse de izleyicilerinin birçoğunu sinir eden bir finalle bitti Lost efsanesi.
“FlashForward”, senenin kaybedenleri arasındaydı. Son bir ayında “V” ile girdiği reyting mücadelesini kaybeden dizi, V’nin berbat kurgusuna, kötü efektlerine rağmen yenildi ve yayından kaldırıldı. Kabul ediyorum ki, zaten yayından kaldırılması gereken bir diziydi. Rahatsız edici olay örgüsü, hikayeye oturmayan kastı ve gereksiz tekrar sahneleriyle zaten bir türlü kendisine ısınamamış olsam da, kazananın V olmasını da beklemiyordum. Yine de hayatımızdan başarısız bir Lost taklidinin çıktığına seviniyorum. Adeta bir çocuğun suluboya ile çizdiği gökyüzü efektiyle bize veda eden V’yi ise seneye takip etmeyi düşünmüyorum.
Bu ayın en güzel sezon finaline gelirsek; “Supernatural”, yaratıcısı Eric Kripke’nin diziden ayrılmasından kelli adeta bir final edasıyla geçici olarak ayrıldı aramızdan. Son anda devam kararı alınan diziyi bir sezon daha izleyecek olmak sevenlerine sürpriz bir mutluluk yaşattı.
Sezon finallerinde diğer bir favorim ise “Fringe” idi. Bir J.J. Abrams klasiği olan “iki bölümlük final” mantığıyla bitti bu sezon. Eksileri de yok değildi. İki ana karakterin iki sezon boyunca beklenen buluşmalarının biraz vasat kalması izleyiciyi tatmin etmedi. Bazı mantık hatalarının ise paralel evren, zaman yolculuğu, alternatif gelecek gibi zeminlerin kayganlığı malum olduğundan fazla üzerinde durulmadı.
“House” ise oldukça çarpıcı bir sezon finali sunmasına rağmen, altı sezondur beklenen aşkın startını vererek, Doktor Gregory House’u yalnız ve mutsuzken seven benim gibi izleyicileri üzdü. Neyse ki hayatını mahvetmeye programlı bir karakter olduğunu bildiğimiz House’un, ne yapıp edip mutlu aşık rolünü kotaramayacağına olan inancım tam.
“Bones” ve “Castle” zaten benzer formüllerde yazılmış senaryoları ile mimlenmişken, sezon finalinde de aynı konuyu işlediler. Aralarında başından beri cinsel çekim olan karakterlerini ayırdılar. Geçici olacağını bildiğimiz bu ayrılıklar yine de içimizi parçaladı.
“Vampire Diaries”, gençlik dizisi etiketine inat büyüklerine taş çıkaran bir sezon finaliyle çıktı karşımıza. İzleyicinin nabzını da oldukça iyi tuttuğunu kanıtladı. İçten içe başkarakterin iyi vampiri bırakıp, kötü vampire aşık olmasını isteyen (Buffy ve Spike, Sookie ve Erik gibi) izleyicinin, başkarakterin seçimini kötü vampirden yana yaptığını sanmasına sebep olduktan sonra asıl sürprizi ortaya attı. Sonraki sezonu merakla bekliyoruz.
Vasat sezon finallerinden bahsetmek gerekirse de, maalesef “Criminal Minds” başta geliyor. Bu beşinci sezonun baştan sona vasat olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Neyse ki bu sezon sevenlerine bir de müjde verdi dizi. Başrolde Forest Withaker’ın oynadığı bir spin off… En azından onun heyecanı sardı bizi.
Yerli dizilerin finalleri hakkında yapılabilecek en büyük eleştiri ise, dünya televizyonları gibi “Dünya Kupası”na göre değil de, okulların kapanmasına göre programlanmasıdır kanımca. Zamanlama o kadar yanlış ki, tadı kaçıyor finallerin.
Dostlarımızdan geçici de olsa ayrılmanın verdiği sıkıntıya, yaz televizyonlarının kuraklığı da eklenince “True Blood”, “Lie to Me” gibi dizilerin dönüşü heyecanla beklenir oldu. True Blood’ı zaten dört gözle bekliyorduk ama kışın ortasından beri bilmeme rağmen pek de ihtimal vermediğim ayaklı yalan detektörü Dr. Lightman’ın dizisi Lie to Me’nin yaz programına geçişi tam bir hediye niteliğinde oldu.
Yaz sezonunun yeni dizilerine de bir göz atmak isteyenler için; Ice Cube’un yapımcılığını yaptığı “Are We There Yet?”, “The Good Guys”, “The Gates”, “Scoundrels”, “My Name is Earl”de Earl’ü canlandıran Jason Lee’nin başrolünde olduğu polisiye dizi “Memphis Beat” şimdilik izlemeye değer görünüyor. Kritiklerini yapmak içinse henüz çok erken.