Off Karadeniz adından da anlaşılacağı gibi tam bir Karadeniz filmi… Gazetecilik yapan ve belgeseller çeken Nur Dolay’ın lk uzun metrajlı filmi Of Karadeniz İzmir’den yola çıkıyor ve Karadeniz’in muhteşem doğasının içine atlıyor. Filmde Karadeniz’le ilgili her şey var. Nur Dolay’la film çekmenin zorlukları ve keyfi üzerine konuştuk…
Banu Bozdemir
Öncelikle biraz kendinizden söz eder misiniz?
Robert Kolej mezunuyum. Daha sonra Amerika’da sosyoloji, Fransız Basın Enstitüsü’nde gazetecilik ve Sorbonne’da siyaset bilimleri okudum. Uzun yıllar gazeteci olarak dünyayı dolaştım ve Fransız basınında le Monde Diplomatique, yine Le Monde grubuna bağlı Courrier International, Radio France International gibi yerlerde çalıştım… Türkiye’de ise Cumhuriyet ve Birgün’de yazdım. Latin Amerika ve Kafkasya üzerine kitaplarım var. Ayrıca 10 yıl Fransız televizyonunun Thalassa adlı programı için deniz ve jeopolitika konularında belgesel filmler yaptım. Off Karadeniz ilk uzun metraj kurgu filmim.
Filmin oluşum hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
İlkin yapmak istediğim başka bir proje vardı: Orkinos. Ege’de uluslararası bir prodüksiyon olacaktı. Fakat sualtı çekimleri içerdiği için maliyeti yüksekti. O nedenle bunu daha sonraya erteledik ve daha kolay, daha küçük bütçeli bir proje olabileceğini sandığım Off Karadeniz’e yöneldim. Ama sonuçta öbürünü çekseymişiz belki daha kolay olacaktı, çünkü Off Karadeniz’in senaryosunu yazarken işin maddi yanını pek düşünmeden özgürce kafamın istediği gibi yazmışım, sonradan bir de baktım müthiş külfetli bir yanı var. Neredeyse her plan ayrı bir mekanda geçiyor. Çekim için öngördüğümüz zaman da zaten 4 hafta gibi kısa bir süreydi. İlk mekanımız olan Kuşadası ve İzmir’den Of’a mesafe yaklaşık 1500 km. Ama Karadeniz’e gidip Of’da da bitmiyor iş. Rize, İkizdere, Çamlıhemşin, Ardeşen, hatta Gürcistan sınırına kadar uzuyor mekanlar. Batum’da bile bir kaç sahne vardı, ama orada bir kaç ön çekim yaptıktan sonra bu bölümleri iptal ettik. Ayrıca küçük rollerin çokluğu, figüran bolluğu gibi ek zorluklar vardı.
Filmde Karadeniz bölgesinin hangi özellikleri ön plana çıkıyor?
Çay bahçeleri, dereler, yaylalar, eski ahşap evler, müzikler, horonlar, kolbastı, yöresel yemekler, kısacası Karadeniz’in tüm özellikleri var. Tabi bir de Karadeniz insanının farklı mantalitesini yansıtmaya çalıştık filmde. Ama sonuçta folklor ve bildik Temel hikayelerine indirgemedik. Filmin verdiği ince mesajlar da var. Özellikle önyargıları yıkmayı amaçlıyor. İzmirliler hafif meşrep, Oflular bağnaz ve suça yatkın, kadınlar eksik etek, Laz aklı kaz aklı gibi kimi yerleşmiş düşüncelerle ince bir alay sözkonusu filmde. Torpil yapma, mahkemelerin bağımsızlığı, ben karışmayım başkası uğraşsın gibi kimi toplumsal hastalıklarımıza dokundurmalar var.
Filmin ‘çevreci’ olması dikkat çekici? Biraz bundan bahseder misiniz?
Ben önceden beri yaptığım belgesellerde de konulara çevresel açıdan bir bakışla yaklaştım. Çevre üzerine değildi çalışmalarım, ama çevre sorunları her konuda kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. Kurgu filme geçince de bunları özellikle ön plana çıkaran filmler yapmaya karar verdim. Karadeniz çok ağır tahribata uğramış bir bölgemiz. Film o sekiz şeritli korkunç otoyolun saçmalığını göstererek başlıyor. Bu yolun kent içinde insanları deniz kıyısına geçebilmek için bile ne kadar güç duruma düşürdüğünü komik bir şekilde gösteriyoruz. Kentler zaten birer beton tarlasına dönmüş. Aslında bu Türkiye’nin her bölgesinde öyle, ama Karadeniz’de yer kıtlığı nedeniyle diğer bölgelerden daha da yoğun bir betonlaşma söz konusu. Derelerde birbiri ardına hidroelektrik santralları yapılıyor, önçekimler için gittiğimizde kendimizi İkizdere’de bir baraj karşıtı mitingde bulduk ve ‘’İkizdere özgür aksın’’ diye köylülerle birlikte bağırarak yürüdük. Bu mitingden bir sahneyi filme koydum. Ayrıca bir de çöp sorunu var. Of yakınlarında bir ormanın ortasında açılan kocaman bir çukura kamyon kamyon çöp ve kimyasal atıklar taşınıyor. Bu korkunç bir katliam. Ve halkın bir kısmı isyan halinde. Ben de haliyle isyan ettim ve o nedenle bir komedinin hafifliği içine serpiştirilmiş parçacıklar halinde de olsa bu katliamın altını çizmek istedim.
Son zamanlarda Karadeniz doğasının farkıyla çok fazla ilgi çekiyor… Sinemaya görsel olarak çok şey katıyor. Bu konuda siz neler söylersiniz?
Evet, bütün çevre saldırılarına rağmen Karadeniz hala vahşi bir doğal güzelliğe sahip. Çarpıcı rölyefleriyle son derece fotojenik bir bölge. Ben dünyanın hemen hemen her tarafını dolaştım, ama Karadeniz’deki kadar yeşilin farklı tonlarının birarada olduğu yer az gördüm. Aslında Türkiye’nin her yerinde çok fotojenik mekanlar bulabilirsiniz, ama kameralar Karadeniz’e yeni yeni uzandığı için daha da ilginç görünüyor.
Başrolde neden yabancı bir oyuncu oynuyor? J
Başrol oyuncumuz Melissa Papel, babası Fransız annesi Türk olduğu için çok da yabancı sayılmaz. Paris’de doğup büyümesine rağmen Türkçesi birçok safkan Türk’den daha düzgün. Rolünü de iyi anlayıp öğrendi. Bütün gerçek profesyoneller gibi kaprisi olmayan, işini hakkıyla yapmaya çalışan bir oyuncu . Uluslararası projelere alışkın. Ama ekipteki tek yabancı o değildi. Film seti Türkçe dışında Gürcüce, Azerice, Farsça, Fransızca, Rusca ve Lazca konuşulan bir Babil Kulesine benziyordu.
Filme ‘romantik komedi’ diyebilir miyiz?
Romantik komedi değil, bu türden nefret ederim. Daha çok sosyal yergiler içeren bir film diyebiliriz. Bütün toplumsal hastalıklarımıza göndermeler yapan, kendi kendimize küçük iğneler batıran bir film.
Kardeniz kadını erkekten çok daha fazla çalışır, filmde bunun gibi sosyal, ekonomik ne gibi değinmeler var?
Aslında Karadeniz’de kadın çalışırken erkek kahvede oturmuyor, o da başka işle uğraşıyor. Daha çok ticaret, inşaat, fırıncılık.. Pek çoğu zaten gurbette. Son derece çalışkan, dinamik, enerji dolu bir toplum. Bir karış boş toprak göremezsiniz orada. İnsanın ayakta zor durabildiği sarp yamaçlar, yol kıyıları yetmez gibi evlerin damlarına bile toprak atıp mısır, domates, fasulye ekiyorlar. Ama kadının işi korkunç ağır, bu en önemli Karadeniz gerçeklerinden biri. Her gün sırtında ağır yüklerle sarp patikalardan, çamurlu yollardan çıkıp iniyorlar ve bütün hayatı yüklenmiş gibiler, ona karşın yine de kadına bakış açısı ‘’eksik etek’’ lafında özetleniyor. Eğer kadın hakim gibi erkek işi olarak algılanan bir mertebeye çıkabilmişse, o artık sanki kadınlıktan erkekliğe terfi etmiş gibi görünüyor. Aslında kadınların durumu garip bir ikilem gösteriyor. Hem çok yük altındalar, hem de müthiş bir güç sahibi olabiliyorlar. Ailede hakim durumdalar ve nerede olurlarsa olsunlar laflarını hiç esirgemiyorlar, bağırıp çağırıp erkeklere bir güzel hadlerini bildiriyorlar. Amazonlar’ın yaşamış olduğu bir bölge ne de olsa. Sonuçta onlardan bir şeyler bugüne dek kalmış galiba. Filmde Pehlivan Hatice tiplemesiyle biraz da bu ikilemi göstermeye çalıştık.
Bu arada yaşadığımız bir olay da bu durumun somut bir örneği oldu sanki. Filme ilk başladığım İzmir’li kadın oyuncuyla çalışmaya devam edemedim, çünkü eşi bir hafta çekimden sonra izin vermedi. Oysa ki ileri görüşlü, çevre davalarında öne çıkan bir avukat arkadaştı kendisi. Ama karısının öne çıkmasına tahammül edemedi.
Onunla çekilen bölümler ne oldu peki?
Attım. Bir haftalık çekim boşa gitti. Sonra İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan birini önerdiler. Nurhayat Boz. Fotoğraflarına bakınca uygun görünüyordu. Ve şansımıza, son derece profesyonel ve rolünü çok çabuk ezberleyen bir oyuncu çıktı karşımıza. Aynı durum kızın sevgilisi Laz genci için de söz konusu oldu. İstanbul’dan bir genç oyuncuyla anlaşmıştık. Ama süre uzun geldi. Onun yerine son anda bir başkasını bulduk. Ardeşenli gerçek bir Laz. Hiç oyunculuk deneyimi yok, ama kamera karşısında çok rahattı ve rolünü de çok çabuk öğrendi.
Diğer oyuncular ve rollerinden de kısaca bahsedebilir miyiz? :
Baba rolünü yine İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan bir oyuncu oynadı. Kısacası İzmir’li aileyi canlandıran üç kişi profesyonel oyuncu, diğer roller Karadeniz’deki amatör oyuncular veya hayatlarında hiç kamera karşısına geçmemiş halktan insanlar tarafından oynanıyor.
Oyuncuların çoğunu yöreden seçmemin bir nedeni de Karadeniz’de konuyu hazırlarken bana ora halkının yaptığı uyarılar oldu. ‘’Şive çok önemli’’ diyorlardı. İstanbul’lu oyuncuların şiveyi kötü taklit etmelerini, uyduruk bir dili Karadeniz aksanı gibi göstermelerini kabul edemiyorlar ve bunu kendileriyle alay etmek gibi görüyorlar. Zaten Karadeniz aksanı diye tek bir aksan da yok. Yanyana iki yerin şivesi bile birbirinden farklı. Oyuncularımız tabi ki bu şiveleri sonradan yapmacık bir şekilde öğrenmiş değiller, kendi doğal aksanları.
Amatör oyuncularla çalışmanın zorlukları oldu mu?
Bu oyuncuları yönetmek çok zor olmadı, çünkü Karadenizliler genellikle doğuştan aktörler. Çoğu günlük yaşamlarında bir tiyatro sahnesinde oynar gibi. Ayrıca amatör oyuncularla çalışmak daha da ilginç. Fazla starlaşmış, fazla tanınan oyuncular genellikle kendileri olmaktan kurtulamıyorlar bir türlü. Hangi karakteri oynarlarsa oynasınlar, o karakter değil de kendi kimlikleri öne çıkıyor. Ama biz hiç beklemediğimiz başka bir zorlukla karşılaştık. Halktan insanları birarada tutabilme zorluğu. Bir gün gelirlerse öbür gün kaybolabiliyorlar. Ya çay toplamaya gidiyorlar, ya başka bir işleri oluyor, ya dağdaki köyüne çıkıyor, orada telefonları da çekmiyor, devamlılığın önemini bilmiyorlar tabi. Kendileriyle sözleşme bile yapsam, işe gelmedi diye her birine dava açacak değilim, açsam ne olacak zaten.
Film yurt dışında vizyona girecek mi?
Film yurtdışında da vizyona girecek. Cannes Film Festivali marketindeydi, orada epeyce değişik ülkeyle temasımız oldu. Sanıyorum önümüzdeki sonbaharda Fransa başta olmak üzere bu ülkelerin sinemalarında görülebilecek.