Banu Bozdemir
Sinemamızda son yıllarda oluşan din olgusu gayet dikkat çekici.. 80’li ve 90’lı yıllar dini sinemaya daha direkt ve farklı kulvarlarda göz kırparken şimdilerde din her türlü malzemesiyle beyazperdeye yansıyor… Bir ezan sesi, farklı bir hoca tiplemesi, değişen yaşamlar ve duygular, maneviyat, mistik korku, türban her şey var bu yazının içinde. Her şey aslında sinemanın içinde..
Bu ay vizyona giren Takiye’den yola çıkarak Büşra’nın farkını sorgulayarak, Bal’ın Yusuf ve Yakup üçlemesine takılarak, son dönemde sinemanın dinini imanını inceleyelim dedik…
Dinin maneviyatını istismar eden kişi ve kurumların anlatıldığı filmlere örnek olarak Takive ve Takva’yı örnek gösterebiliriz… İsmail Güneş imzalı The İmam’da yönetmen ise takiye yapmaya mecbur olma halini anlatıyoruz diyor. Toplumsal baskı, ya da mahalle baskısı dediğimiz olguyu yaşayan imam hatip mezunu bir gencin yaşadıklarını anlatan bir film The İmam. Yani bir nevi var olan kimliğini saklayıp, toplumda yer edinme çabaları. Farklı bir imam havası da cabası.
Takiye, bir nevi aldatma, yapılan işin asıl amacının gizlenmesi hali olarak açıklanıyor. Ben Verbong imzalı film , Avrupa’da yaygın olan islami yatırım şirketlerinden birisine tüm parasını kaptıran bir ailenin dağılmasını anlatıyor. Jimpa adlı şirket bir sürü aileyi mağdur ederken, Metin bu işe aracı olmanın suçluluğunu yaşıyor. Faizsiz sistemle dini bütün insanların duygularını istismar eden bu sistem, bir aşk ekseninde beyazperdeye taşınıyor.
Özer Kızıltan imzalı Takva, dini yönü kuvvetli ama bunu kendi içinde yaşayan, hayata safiyane duygularla tutunmuş bir adamın değişimini konu alıyordu. Adamın kabuğundan çıkması, cemaat ortamına girmesi ve sonrasında bozulan iradesi ve ruhu anlatılıyordu.
Bir adamın dini çevrelere girerek giderek bozulan vicdanı ve saflığı, diyanet çevresinden tepki görmedi. Aksine ‘dini ve dindar insanlar aşağılamadığı’ sadece rüya sahnelerinin rahatsız olduğu belirtilmişti.
Dinin anadoluda bir yaşam kültürü olduğu gerçeğini ise Ademin Trenleri, Beş Vakit ve Bal’da bulabiliriz…
Ademin Trenleri’nde Bekir Hoca eksenli bir hayat emanetini taşıma iradesi anlatılıyor. Burada da din küçük bir ortamda ama yerine getirilmesi gereken, insanlarının meneviyatını güçlendiren bir olgu olarak sunuluyor. Bir yanda sevgi mi – emek mi ikilemi, Hacer ve kızı Fatmacık’ın sığıntı ruhlarından yansıtılıyor. Barış Pirhasan dini burada Beş Vakit filminin benzeri bir yaşam tarzı ritüelinde tutmaya çalışıyor. Ezanın okunma saatlerinden ilham alarak beş vakti ismine taşıyan Reha Erdem imzalı Beş Vakit, islamiyet olgusunu orada, o köyde yaşanan bir yaşam kültürü olarak ele alıyor. Çünkü köyler küçüktür ve zamanlama ezanla yapılır köylerde. Yani vakit öyle ayarlanır, öyle bölünür. Genelde sabah ezanında tüm köy ayaktadır ve yatsı namazından sonra yatılır. Kurban kesimi de geleneksel bir ritüel olarak verilir. Geçen haftalarda vizyona giren Yusuf üçlemesinin sonuncusu Bal’da ise Yusuf’un babası Yakup’la olan ilişkisi, hayatı oğlu Yusuf ile içiçe anlatılan Hazreti Yakup’a uzanıyor. Rüya tabir etmeyi iyi bilen Hazreti yakup’un filmdeki yansıması ise oğlunun gördüğü rüyaları kimseye anlatmaması ilişkisine dayanıyor. Çünkü rüya sesli anlatılırsa herkes duyar ve tuzak kurar. Bal’da din olgusu Yusuf’un babasıyla kurduğu yakın iletişimle ve sonrasındaki ayrı düşme haliyle veriliyor.
Hüdaverdi Yavuz’un yönettiği Eşrefpaşalılar din olgusunu biraz farklı bir çerçevede vermeyi seçiyor. Huzur ve samimiyetin kaybolduğu, insanların birbirinin kuyusunu kazdığı bir ortamda, bir mahalle ortamı da denebilir, bir umut ışığı yeşerir, metruk camiye bir Hoca gelir. Burada din bir toparlanma, bir umut, bir ahlak olarak veriliyor. Filmde güç ve iktidar tutkusundan, mafya ilişkilerine kadar her şey var. Bir semt, bir cemaat filmi havası var hatta Gülen’in hayatından kesitler olduğu da söylendi. Çağan Irmak imzalı Ulak fantastik ve masalsı dünyasında, yeni bir din olgusu yaratmaya çalışıyor. Yine kötülüğün hakim olduğu bir dünyada her şey temize çekilir gibi baştan yazılıyor, İslamiyet’le benzeşen yanları bulunuyor. İnananların kurtuluşu ve inanmayanları gazabı aynı anda geliyor…
Çizgi roman uyarlaması bizde fazla rastlanmayan bir şey ama bu konuya denk geldi.
Bahadır Boysal’ın çizgi karakteri Büşra ise türban takan kadın gerçeğinden beyazperdeye uyarlandı. Büşra aslında çizgi karakter ama günümüze ilişkin pek çok şeyi yansıtmayı da başarıyor. Başı örtülü bir kızın hayata katılma isteği, var olma serüveni ve sevgiye odaklı yaşama isteği değişik bir tatta, çelişik bir durumda beyazperdeye geldi. Boysal filminin tepki göreceğini düşünüyordu ama aksine görmezden gelinen bir film oldu. Filmdeki din olgusu da bir rüya olarak kaldı! Uzak İhtimal’i aşkın farklı yönlenişi konusunda Büşra’ya benzetebiliriz. Musa adlı bir müezzinle, karşı dairede oturan rahibe adayı Clara’nın arasında filizlenen aşkı konu ediniyor. Ama camide çalışan bir adamla bir rahibenin aşkı gayet sakin ve dokunaklı işleniyor ve film farklı bakış açılarının buluşma zeminini sorguluyor.
Dini korkuyla buluşturan, dinin gizemli öğelerinden yararlanan Hasan Karacadağ, Dabbe serisiyle bunu başarmış oldu. Din korkutucu olmasa da, anlattıkları, yazdıkları korkutucudur. Bu yüzden Karacadağ Kuran’dan ilham alıyor, kıyametin yorumunu kendince yapıyor, sinemayla korku salıyor insanların üzerine. Dabbe’tül Arz ve Duhan kuranda geçen kıyamet alametleri… Orhan Oğuz imzalı Büyü’yü de bu dinden gelen korku öğeleriyle yorumlayabiliriz.
Talip Karamahmutoğlu Girdap filminde mistik güçlerin etkisiyle değişen bir yaşamı anlatıyor. Burada da takiye durumundan bahsedebiliriz biraz. Zira üniversite okumak için İstanbul’a gelen Umut, ev arkadaşlarının oyununa gelir ama bunun farkında olmaz. Bu mistik durumlarla baş etmek için dine sığınır. Bir nevi saflara çekme filmi diyebiliriz… Ama dinin sevecenliğine politika bulaşırsa, orada masumiyetten söz edemeyiz gibi bir bakış açısıyla…
Derviş’ de bir karakter değişimi hikayesi… Bir Mevlevi şeyhinin üzerinden insan doğasının zaaflarını, ihtiras ve değişimlerini anlatan film, bir anlamda bir yüzleşme filmi. Osmanlının son önemlerinde geçen filmde Ahmet Nurettin adlı dervişin kardeşi suçsuz yere tutuklanır ve idam edilir. Nurettin’in bir anda tüm dünyası sarsılır ve isyan eder. Burada iktidar mekanizmasının nasıl da kontrolsüz olduğunu anlatılıyor aynı zamanda… Derviş maneviyatı güçlü bir adamken, bir anda hırslı ve kötü bir adam olur…
Derviş Zaim imzalı Nokta hat sanatından ilham alıyor, el kaldırmadan yazma tekniğini tek mekanda çekme mantığıyla birleştiriyor.13. yüzyıldan kalma Kuran’ın peşine düşen bir adamın başına gelenler anlatılıyor. Film geçmiş ve günümüz arasında bir bağlantı kurarken maneviyatı da sorguluyor.
Cennet; Araf, Kader isimleriyle dini çağrışım yapan filmler. Araf psikolojik gerilim, Cennet hayalgücünün sınırsızlığıya ilgili. Kader ise tam bir kara sevda filmi… Sonuçta öyle ya da böyle dini içerikli filmler de hayatın içinden konulara değiniyor. Uzağımızda olan, dışımızda kalan konular değil… Sadece her konu gibi çeşitlenerek sinemaya aktarılıyor, her film gibi beğeniliyor ya da beğenilmiyor.