Serdar Akbıyık
İstanbul Film Festivali bitti. Belki de uzum zamandır bu kadar tartışılan bir süreç yaşamadı İstanbul Film Festivali. Bunun birçok sebebi var tabii. Emek Sineması’nın yıkılmak istenmesi diğer birçok sebebi ezip geçse de bence yaşadığımız dönem sadece bu kavgaya indirgenemez. Bu tartışmaları alevlendiren, İstanbul Film Festivali’nin Emek olayında olduğu gibi bazen tepki vermekte geç kalmasına sebep olan etkenlerin en büyüğü Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı bence. Tamam Bülent Eczacıbaşı boşalan koltuğa oturdu ama Şakir Bey başkaydı tabii. Bülent Eczacıbaşı entelektüel ve başarılı bir isim ama Şakir Bey Türkiye’de kültürün kendisiydi diyebiliriz. Belki biraz abartı oldu ama aradaki farkı en iyi böyle ifade edebiliyorum.
Evet Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı mutlaka bazı şeyleri değiştirecek ve değiştiriyor festivalde. Bunları daha çok yaşayarak göreceğiz. Tabii şu anki yönetimin elinden geleni yaptığına inanıyorum ama ne yaparlarsa yapsınlar hayatın gerçeği bu değişim, sonuçta kimsenin yeri doldurulamaz ancak değişim yaşanır ve bu değişimin olumlu olması ümit edilir. Bizim de ümidimiz bu yönde.
Şimdi gelelim Emek Sineması davasına. Birçok tarafın açıklaması oldu bu konuda. Beyoğlu Belediyesi ve Kültür Bakanlığı sinemanın yıkılmayacağını, üç dört katlı yeni bir bina yapılıp en üst katına Emek Sineması’nın tekrar inşa edileceğini söylüyor. Bir kere bu haliyle bile Emek Sineması yıkılmış olur. Çünkü Emek Sineması normal bir sinema değil. Yani ne Yeni Rüya ne Beyoğlu Beyoğlu. Orası mimari değeri olan tarihi bir eser. Deminki sinema isimlerini de özellikle verdim. Çünkü Beyoğlu sineması ile Yeni Rüya’nın durumu Emek Sineması’nın yıkılma sebebini temellendirmek için kullanılıyor. Bu iki durum arasındaki farkı çok net bir şekilde koymalıyız ortaya. Emek Sineması her anlamda iyi bir sinemadır. İzleyici koltukları, perdesi, balkonu mükemmeldir. Oraya yapabileceğiniz en büyük şey belki fuayenin boyanması ve koltuklarının yüzünün değiştirilmesiyle sınırlı olabilir.
Halbuki Yeni Rüya bir sinema olarak felaket durumda. Sinema ince uzun bir koridordan ibaret. Perde küçük, sinemanın eğimi yanlış. Üstelik Beyoğlu Majestik, Beyoğlu Beyoğlu da bu kötü örneğe yakın düşen sinemalardır. Bunların yenilenmesine sinema adına asla karşı çıkmam. Ama bu durumdan yararlanıp da Emek Sineması’nı yıkmak isterseniz adama dur derler. Eğer sinemaya hizmet etmek istiyorsanız Emek Sineması’nın tarihine, mimarisine saygı gösterip diğer sinemaları baştan aşağı düzeltin. Beyoğlu sinema kültürümüzün yaşadığı tek yerdir. Bu önemli bir değerdir. İstanbul Film Festivali de bu kültürün hissedildiği en önemli etkinlik. Zaten Beyoğlu’nun bu durumu hemen Festivali de etkiliyor. Bakın bu yılki izleyici sayısı 150 binde kalmış. Oysa geçen yıl 162 bin izleyici gelmiş. Yapılan haberlere baktığımda şöyle yorumlar gördüm. Azalan izleyici sayısının 10 bin civarında olmasını çok önemsememişler. Halbuki bu kadar göç alan, nüfusu artan bir şehirde 10 bin izleyici artsa bile bir gerileme olduğundan konuşmamız gerekirdi. Ama 10 bin kişi azaldığı halde biz olayın resmini doğru çekemiyoruz. İsmini cesaretle koymak gerekiyor. İzleyicide bir azalma var. Bunun en önemli sebebi de sinema salonlarının biraz önce değindiğimiz durumu. Şimdi Festival ne yaptı? Emek’in eksikliğini Nişantaşı Citys ile kapatmaya çalıştı. Bir de tabii Anadolu yakasında Reks sineması yerine Kadıköy Kadıköy sinemasını gösterimler için kullandı. Bu çok tartışılmadı ama bence konuşulmalıydı. Reks’ten Kadıköy’e kayan gösterimler bence izleyici sayısının düşmesinin sebeplerinden biridir. Elimde bu konuyla ilgili bir veri yok ama Anadolu Yakası’nda oturan ve yaşayan biri olarak tahminim bu yönde. Nişantaşı ise bir kere konum olarak Film Festivali’nin ruhuna aykırı. Biz SİYAD üyeleri için yapılan basın gösterimlerine bile gitmedim bu sebepten. Beyoğlu’nun o havasından çıkıp da Citys’e Festival filmi seyretmeyi hiç hazmedemedim.
Bence Festival’in sinema salonlarıyla ilgili bir sorunu var. Ve bu aslında Türkiye’nin sinema endüstrisinin sorunu. Çözüm asla tek taraflı gelemez. Hem endüstri, hem bakanlıklar bu konuda el ele verip saptıkları yanlış yoldan dönmek zorundadır. Çünkü bu sorunun çözümü büyük para ve emek gerektirmekte. Emek Sineması’nı kurtarmak isteyen sinemacı, sanatçı, vatandaş yani sokakta yürüyen insanlar ise protestolarında sonuna kadar haklıdırlar ve vatandaş olmanın gereğini yerine getirdiler. Sadece isteklerini ve hedeflerini slogana indirgemesinler. Kapitalist sisteme ancak onu anlayarak karşı durabiliriz. Çözüm önerilerimizi sadece Emek için değil Beyoğlu’nun geneli için önermek zorundayız. Yoksa geri kalan eskimişlik Emek’i de sonunda yer bitirir.
Festival değerlendirme yazısı bu sefer biraz farklı oluyor ama yapacak bir şey yok, geçen yıllara göre dertlerimiz farklı. Sıkıntılardan biraz da bu yılın iyi yönlerine bakmak gerekirse Türk sinemasının festivalde kapladığı yeri konuşmak gerektiğini düşünüyorum.
Festivalin son yıllarda en önemli taraflarından biri Türk sinemasını bir özet gibi izleyiciye sunması. Ulusal Yarışma’da yarışan 11 filmin bütün gösterimleri tıklım tıklımdı. Normal vizyonda seyircinin yerli yapımlara gösterdiği ilgi Festival’de de aynı şekilde devam etti. Neşeli Hayat, Vavien, Karanlıktakiler ve Bal’ın gösterimlerine inanılmaz bir ilgi vardı.
Bu filmler dışında Türk sinemasının başarılı örnekleri Yarışma Dışı bölümde de izleyici ile buluştu. Yarışma Dışı bölümünde yer alan filmler de en az yarışma filmleri kadar değerliydi. Mesela Reha Erdem’in Kosmos’u bu yılın en önemli filmlerinden biri olarak sivrildi.
İzleyiciler “Özel Gösterim: Türk Klasikleri Yeniden” bölümünde Selvi Boylum Al Yazmalım filmini restore edilmiş kopyasıyla yıllar sonra beyazperdede yeniden izleme şansını buldular. Filmin Atlas Sineması’nda gerçekleştirilen özel gösterimine başrol oyuncuları Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin katılarak izleyicilerin karşısına çıktılar.
Festival Türk sinemasına verdiği önemi Yeni Türk Sineması adlı bölümde güzel bir seçki yaparak daha da perçinledi. Birbirinden çok farklı filmlerin gösterildiği üretimler içindeki deneysel tatla da Türk sinemasına farklı bir bakış atmamıza sebep oldu. Festivalin sinemaya kattığı değerlerin belki de en önemlilerinden biri Türk sinemasına toplu bir bakış atmamızı sağlayan bu yapılanması. İstanbul Film Festivali bu etkisiyle festival dünyamızın yıldızı olmaya devam edecek sanıyorum.
Filmlerin izlenme sürecine etkisi kadar, proje evresinde de Festival’in etkisi var. Köprüde Buluşmalar kapsamında bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Uzun Metrajlı Film Projesi Geliştirme Atölyesi’nde 14 proje arasından seçilen Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan’ın “Babamın Sesi” ve Emre Yeksan ile Emrah Serbes’in “Üst Kattaki Terörist” adlı projeleri ödüllendirildi. Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği 10 bin dolar değerinde para ödülünün yanı sıra bu yıl ilk defa Melodika tarafından verilmeye başlanan 25 bin TL değerinde Post Prodüksiyon Destek Ödülü’ne layık görülmesi sevindiriciydi. Emre Yeksan ile Emrah Serbes ise Fransız film endüstrisinin belkemiğini oluşturan Ulusal Fransız Sinema Merkezi (CNC) tarafından verilen 10 bin euro değerinde para ödülünü kazandı. İlke Yeşilay’ın Kavin adlı projesi ise jüri tarafından övgüye değer bulundu.
İstanbul Film Festivali içeriği açısından gerçekten doyurucu hatta Türk Sineması’nın en önemli festivali bence. Hem dünyaya bakış açısı hem kendi endüstrisine katkısı üst düzeyde. Ama sinema salonları derdini çözemezse halktan kopar daha sonra da kendi temelini sarsar. Bunun için örnek olarak gazetelerin Güneşli’ye taşınma sürecini verebiliriz. Cağaloğlu’ndan Güneşli’ye taşınan gazetelerin geçirdiği değişim ortada. İnanın Festival de Beyoğlu dışında bir yerde kendini konumlandırırsa kimliğini kaybedecektir. Bu bir kıyamet senaryosu. Tabii bizim gibi dünyanın sonunu getiren her türlü senaryoyu sürekli seyreden sinema esirlerinin farklı bir yorum getirmesi beklenemez. Ama festival bu karanlık kurmacamıza önem versin ve hep beraber kötü rüya görmeyelim.