Burak Yarkent

Bu sefer sizinle paylaşacağım film, “You don’t know Jack” isimli, Amerika’da sadece HBO ismindeki şifreli özel kanallarda, geçtiğimiz haftasonu gösterime giren, ve Al Pacino’nun, her zamanki gibi, insan üstü performans sergilediği muazzam bir yapıt.

Barry Levinson’ın yönetmenliğini yaptığı, Susan Sarandon ile John Goodman’ın Al Pacino’ya eşlik ettiği Jack Kevorkian isimli intihar doktorunun gerçek hayat hikayesini anlatan, kaçırılmaması gereken bir film.

Filmde Kevorkian isimli doktoru Al Pacino canlandırıyor. Haberlerden takip ettiğimiz, ve coğumuzun tüylerimiz diken diken izlediği meşhur intihar doktoru Kevorkian. Filmin başından sonuna kadar, amansız hastalıklara yakalanan hastalarını, kendi rızalarıyla ölüme gönderen ve bunun ne kadar doğru veya ne kadar yanlış olduğunu tartışmaya bile sokmayarak, herşeyi objektif şekilde gözler önüne seren, belgesel kıvamında, gerçek hayat hikayesi.

 

Bir yerde, birini, kendi isteğiyle öldürmeyi “doğru” olarak görebileceğiniz, sizi yüreğinizle, aklınızla, kolaylıkla çizginin diğer tarafına geçirebilecek bir hikaye.

 

Al Pacino ve Susan Sarandon’un başrolünü paylaştığı filme John Goodman ve uzun süredir ekranlarda göremediğimiz Brenda Vaccaro eşlik etmişler. “Diner”, “Rain Man”, “Wag the Dog” gibi unutulmaz filmler ile “Oz”, “Homicide: Life on the Streets” gibi televizyon yapımlarında da imzası olan Barry Levinson, filmin yönetmenliğini üstlenmiş.

 

Film baştan sona kadar ölümcül hastalıklarla uğraşan insanların, son çare olarak acısız bir ölüm seçmelerini, onların kararlarını verirkenki çaresizliklerini, en uç noktalarda konu alıyor. Kevorkian’ın da ruh sağlığını yakından irdeleyen film bizi inanılmaz ve psikilojimizi zorlayan gerçeklerle burun buruna bırakıyor.

 

Filmi, konusunu bir yana bırakıp sadece Hollywood yapımı, veya sanatsal bir film olarak izlemek mümküm, ama bunun yanında konuya yakın olup, bilerek izlemek, bazı bilgileri başından takip etmiş olup, konu merkezli düşünüp, sanatsal yanını ise konuya çerçeve yapıp izlenebilir, ki yapılmasi gereken en doğru hareket de bence bu olmalıdır.

 

Yönetmen Levinson ve senaryo yazarı Adam Mazer yapılması zor olanı yapıp, duygu ve düşüncelerini bir kenara bırakıp konuya tarafsız yaklaşmışlar. Filmde “hangisi doğru veya hangisi yanlış” sorusuna cevap aramak yerine, konuyu “herhangi bir konuda insan kendi kararını kendi verebilmeli mi?” merkezine getirip çok güzel kilitlemişler. Bir nevi insanı kendisiyle ve bambaşka bir kimlikle başbaşa bırakıp, acaba hangisinin doğru olduğuna insanın kendi iradesiyle karar vermesini istemişler.

 

Herşeyin bir yere kadar dogru olduğu, insanın kendi iradesiyle kendi kararlarını kendisinin verebilecegi… Bunlar doğru kavramlar, yalnız bu karar mekanizması “ölüm” konusuyla çakıştığında doğruluk payı nedir, ne olmalıdır? Bu konu insanın kendi iradesine teslim edilebilmeli midir?

 

Kevorkian, hastalarını kendi rızalarıyla öldüren bir doktor. İkinci dereceden cinayet suçundan 8 yıl hapse mahkum olan, fakat yaptıklarının, hastalarına verdiği bu hizmetin suç olduğunu düşünmeyip, hatta kendisine avukat bile tutmayarak, kendisini savunabilecek kafa yapısına sahip farklı biri.

 

Fakat Kevorkian’ın prensipleri de yok değil.. Zaten sahip olduğu bu prensipler, kendisini bir caniden farklı tutan yegane özellikler olarak göze çarpıyor. Kevorkian öncelikle kendisinin hastalarını farklı testlerden geçirmesi gerektiğini her fırsatta üzerine basa basa söyleyen Kevorkian, hiçbir yaşama umudu kalmayan, durumu ağır olan hastalarına yardım eden biri.

 

Pacino tarafından canlandırılan Kevorkian, doktor kimliğinin yanında, resim yapan, flüt çalan, ve şiir yazan sanatçı kimliğe de sahip biri. Filmde karakteri hafif karikatürleştirilmiş görsek de, gerçek bir hayat hikayesini anlatan muazzam bir oyunculuk kabiliyeti. Agresif bir orta Amerika’lı kimliğine çok iyi adapte olmuş bir Al Pacino, filmin her kesiminde değim yerindeyse parlıyor.

 

Sonunda da muazzam bir karakter yapısıyla karşı karşıya kalıyor, kendi kendimize sorulara boğuluyoruz;

 

Ümitsiz bir hastalığa yakalansanız, ölmenin sizin seciminiz olmasını ister miydiniz?

Veya,

 

Normalde sağlıklı karar verebilen biri olarak, ölmek istemek sizin en doğal hakkınız olmalı mı?

 

Bu film sizi, bu tür bir dolu soruyla karşı karşıya bırakacak. Bazen kendinizi hasta olarak görecek, hakkınız olabileceğini düşüneceksiniz. Bazen de hastanın canınızdan çok sevdiğiniz biri olduğunu düşünüp, elinizden kaıp gitmesine razı olamayacaksınız..

 

İki ucu pis, çok pis bir değnek…

 

Ben çok düşündüm, biraz da siz düşünün…

 

 

İyi seyirler.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.