Serdar akbıyık
Anakara Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Selen Uçer Büyük Oyun filminin çekimlerinde Güneydoğu Anadolu’nun acı gerçekleriyle karşılaştığını ve büyük tecrübeler edindiğini söylüyor
Vizyona girmeden festivallerde başarılı bir dönem geçiren Büyük Oyun filminin yetenekli oyuncusu Selen Uçer Star Ajanda’nın konuğu oldu. Zincirbozan, Bornova Bornova, O… Çocukları gibi filmlerden tanıdığımız Selen Uçer özellikle Ümit Ünal’ın başyapıtı olan Ara filmindeki performansıyla gönüllerimize taht kurdu. Değme karakter oyuncularına taş çıkartan performansı Ara’dan sonra üreteceği filmlere daha dikkatli bakmamıza sebep oldu. Neyse çok beklememiz gerekmedi ve Büyük Oyun ile Uçer’i bir kere daha beyazperdede izleme keyfine erişeceğiz. Kuzey Irak’ta ve Güneydoğu Anadolu’da çekilen filmde büyük tecrübeler yaşadığını söyleyen Uçer yerel halktan bir kadınla konuşmasını örnek olarak bize sunuyor. Uçer kaç çocuğun var dediğinde kadın “5 çocuğum 4 tane de kızım var” diye cevap vermiş. Bu coğrafyaya İstanbul’dan bakmanın çok farklı bir şey olduğunu söyleyen Selen Uçer yeni filmi Büyük Oyun’da terör karşısında kadın olmanın acısını yaşadığını anlatıyor.
Projeye nasıl dahil oldunuz?
Atıl inanç’ı daha önceden tanıyorum arkadaşımdı. Kafasına güvendiğim biri, çok genç bir yönetmen. Onun hikâyesine kandım zaten. Avni Ağabeyle ve Ayfer Ablayla da Zincirbozan filminin çekimlerinde tanışmıştım. Bu projeye öyle dahil oldum. Neden diye sorarsanız, benim için çok ters bir kasttı. Zaten bunu yapmak için birçok işi geri çevirdim ve bu işi yaparken de çok zorlandım.
Canlandırdığınız karakter hiç makyajsız ve sizi görmeye alışık olmadığımız bir tarz? Birçok oyuncu rolü için kendini çirkinleştirmekten kaçınır.
Oyuncu denen kişi oynayacağı rol için şekil ve görünüş açısından kendisindeki malzemeyi sonuna kadar kullanabilmelidir. Popüler işlerde bende olmak isterim tabii ki. Bu çok büyük bir heyecan bir oyuncu için. Kendinizden yaşça büyük ve çocuğunu kaybetmiş, sınırda yaşayan doğulu bir kadını oynamak, onun şivesi için bir ay çalışmak benim için çok heyecan vericiydi. Bende oyuncuyum, fizikte bir oyuncu için önemli. Türkiye’de bu tür oyunculuk yeni yeni çıkmaya başladı. Ben sinemayla televizyonu birbirinden ayırmak gerektiğini, sinema oyunculuğunun böyle yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Filmdeki rolünüzden biraz bahseder misiniz?
Amira adlı bir karakteri canlandırıyorum. Sınırda yaşayan bir aile. Hem Arapça, hem Kürtçe, hem de Türkçe konuşuyorlar. Bütün ailesini bombardımanda, oradaki iç savaşta kaybetmiş. Tam nereli hangi etnikten olduğu önemli değil. Çocuğunu da oradaki savaşta kaybetmiş. Bu yüzden çok çaresiz ve öfkeli ve de bir kadın. Doğu kültüründeki bir kadının çaresizliği var bir de eğitimsizlikleri var tabii ki.
Sizin çekimleriniz Kuzey Irak’ta mı yapıldı?
Ben Irak’a hiç gitmedim. Sadece Atıl İnanç ve Suzan Genç gitti. Ben Urfa’da bir ay yaşadım.
Daha önce o tarafta bir tecrübeniz oldu mu?
Hayır, benim baba tarafım Antepli… Gazi Antep’e kadar gitmiştim sadece. Çok küçük bütçeyle çekilmiş bir film bu; ama benim için çok eğitici geçti. Biz orada bir ekip oluşturduk resmen.
Karakter ve senaryo çok önemli; ama o coğrafya da çalışmakta çok önemli. O coğrafyada çalışmak nasıldı sizin için?
Gözetmenlerimiz vardı, çekimleri yapmadan önce oraları gidip kontrol ediyordu. İstanbul’da yaşadığımız için oradaki durumu bilmiyoruz. Orada bir terör gerçeği var, bazı gerçekler var. Ben İstanbul’da büyümüş birisiyim, orayı görmek o kadar öğretici oldu ki benim için. Bazı bölgelerde gerçekten silahla insanlar duruyor ve film ekibi olmamıza rağmen geçemiyorduk. Film siyasi olmaktan çok, terörden ve oradaki kadınların bu terör yüzünden çektiklerinden bahsediyor.
Savaşın en masum kurbanları kadınlar ve çocuklar. Bu duyguyu oynayarak hissetmek nasıl?
Çekim yapmak için Harran Ovası’nın orada küçücük bir yerleşim bölgesine gittik. Bölgede üç tane hane varmış sadece. Bir adam vardı biz onunla konuştuk. Üç karısı ve 19 çocuğu varmış. İlk olarak karısının yanına gittik. “Kaç çocuğun var” diye sordum kadına, ”5 çocuğum, 4 tanede kızım var” dedi. Yani kızlar çocuktan sayılmıyor. Bu gerçeği görmek benim için çok büyük tecrübeydi…
Türk sineması son dönemlerde daha siyasi ve gerçek yaşamla bağlantılı film üretmeye başladı. Buna katılır mısınız?
Sinema toplumların bir tür kalıcı aynası bence. Türkiye’nin sinemada üretken olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Hem daha popüler filmler var hem de festivale yönelik uluslar arası filmler. Sokaktaki dert neyse sinemadaki ve tiyatrodaki dertte o olmalı.
Büyük Oyun’un özelliklerinden biri de kadın hikayesi odaklı olması. Son zamanlarda kadın hikâyelerini anlatan filmlerin sayısı arttı mı sizce?
Pek fazla arttığını düşünmüyorum. Benim derdim kadın hikâyesi değil. O an, nerede, ne hikâye yaşanıyorsa onu anlatmak. Kadın karakter bile yok. Erkek hikâyesini anlatan bir filmde bile kadın karakterlerde olan eksiklikleri görüyorum ben. Ara filminde de bu filmimde de erkek hikâyesi olan filmdeki kadın rolleri var aslında.
Günümüzde oyuncular üç şekilde ortaya çıkıyorlar. Okullu, alaylı, önceden model veya müzisyen olup oyunculuğa heves edenler. Siz bunların içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?
Ben alaylıyım; ama okulunu da okudum. Çocukluktan beri bu mesleği aklıma koymuş olsam da şartlar gereği başlamam geç oldu. Aslında oyunculuk insanın kendisini geliştirmesiyle olan bir şey. Ben iki tarafı da becerdim. Hem alaylıyım hem de yurt dışında eğitimini aldım oyunculuğun. Birçok insanla çalışarak çok öğreniyorsun.
Yurt dışı hikâyesi nedir?
Tabii ki daha hayalperest oluyorsun o yaşlarda. Ama kendimi geliştirmek istedim. Kendimi geliştirmek ve o hayalperest ruhla da hayatı öğrenmek istiyordum. Hayalperestlikmiş; ama daha önceden keşke işe başlasaymışım diye düşünüyorum.
Çektiğiniz filmlere baktığımız zaman 4-5 yıl içerisinde 8 tane uzun metrajlı filmde oynamışsınız.
Çok seviyorum ben bu işi. Bu iş benim mesleğim. Çok farklı işler yapmak zorunda kaldım o ya da bu sebepten dolayı. İnandığım hikâyelere tüm benliğimle oynuyorum. Bu işin bir metodu olduğunu düşünüyorum ve bunu orada da burada denedim. İyi oyuncular o metodu zaten kendilerinde bulan oyunculardır kendisini yetiştirmesiyle, kendi karakteriyle, tecrübeyle alakası var. Bu işi çok seviyorum. Televizyonda da iş yapmak istiyorum. O konuda kendimi biraz eksik görüyorum.
Sizin öncenizde bir de müzik hayatınız var. Müziği sinemada kullanmak gibi bir isteğiniz oldu mu?
Ben şarkı söyleyen bir oyuncuyum. Her iki işi de seviyorum. Bir hikâye eğer müzikle anlatılıyorsa tabiî ki onun içinde olmak isterim bende.
Festival ödülleriniz var. Adana’da aldığınız ödül kariyerinizi etkiledi mi? Ne katıyor bu oyuncuya?
Emeğinin başkaları tarafından beğenildiğini anlıyorsun. Çok motive edici bir şey. Oyunculuk bir meslek ben daha hala öğreniyorum bazı şeyleri.
Tiyatro projeleriniz var.
Tabii ki tiyatro da benim için çok önemli. Tiyatro bir oyuncunun mutfağıdır. Ama ben sinemayı daha çok seviyorum. Şimdi bir tiyatro projesi var; fakat kesin değil.
Siz şarkı da söylüyorsunuz. Bu bir tatmin mi?
Hayır, şarkı söylerken de bir hikâye anlatıyorsunuz. Benim tek bir işim var o da oyunculuk. Zaten daha aksanlı bir oyuncu oluyorsunuz. Benim müzikten yana şansım daha iyi gitti, paramı oradan kazandım. Zaten bir oyuncunun hep bir kenarında başka bir para kazanabileceği bir malzemesi vardır hayatını idame ettirecek. Ben şarkı söyleyen bir oyuncuyum. Onu da devam ettiriyorum bir yandan. Çünkü bu benim işimin bir parçası yani resim hobisi gibi bir şey değil.
Sizin eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?
Ben bu rol için çok uğraştım. Bunu hayatla ilgili ve bu meslekle ilgili öğrendiğim birçok şeyi zorlayarak yaptım. Herkesin içinde oynadığı bir karakter var onun üzerine işleyip oynuyorsun; ama çok değişik bir roldü benim için. O yüzden çok heyecanlıyım daha izlemedim. Çok gerçek bir hikâyesi olduğunu, Türkiye’deki terör gerçeğini ve kadının çaresizliğini anlattığını düşünüyorum.