Seray şahiner
Sinema ayrı dünyalarının insanlarının karşılaşmalarını seviyor. Bu ay buna örnek olarak karşımızda Bahadır Boysal’ın çizgi romanından uyarlanan Büşra filmi var. İslami burjuvaya mensup bir ailenin kızı olan Büşra’yla, liberal yazar Yaman’ın yollarının kesişmesi ve aralarında çatışmayla başlayan diyaloğun – sinema çatışmayla başlayan aşkları da seviyor- aşka dönüşmesini anlatıyor film.
Konu güncel, fakat bu filmi seyrederken “Batman” yahut “Örümcek Adam” filmini seyrederken beklenenin üstünde bir gerçeklik duygusunun peşine düşülürse sükut-u hayale uğrama ihtimali oldukça yüksek. Tamam, hayatta mizahı yapılmayan hiçbir şey yeterince gerçeklik duygusu vermiyor insana ama bu filmdeki tipler- perdede her gördüğüne “karakter” diyemiyor insan kolay kolay- mizahi olmaktan ziyade karikatürize. Seçilen konu bu kadar güncel olunca çizgi romanda göze batmayacak hatta hoş gelecek öğeler film içinde sırıtıyor.
Filmi türban meselesini irdeleyen bir film olarak değil, türbanlı bir kızın hikayesi olarak adlandırıp, tipi münferit biri olarak ele almak belki daha doğru. Çünkü filmde doğrudan türban konusunda mümkün mertebe söz söylenmemeye çalışılmış. Farklı görüş ve yaşam tarzlarındaki insanların; hayatları değil, birbirlerine bakış açıları tartışılıyor. Ama biraz karikatürize bir üslupla…
Filmin başkarakteri Büşra, kafası karışık, üniversite mezunu, tarafsız basına inanan, aynı anda hem Star Wars hem Selvi Boylum Al Yazmalım’ın afişini duvarına asacak kadar doğu batı sentezi bir kız. Türbanı kot üzerine takıyor, ama desenli türban takmıyor. Okuyor, kendini geliştiriyor.
Filmde ayrıca başörtülerini kuaförde yaptırdıkları belli islami burjuva kesim, desenli türban da takan ve alışveriş merkezi gezerek ciddi mesai harcayan kızlar ve bir türban defilesinde eylem yapan protest türbanlılar var. Ama “Allah rızası, kul hakkı için” bir tane bile ibadet eden başörtülü kadın görmüyoruz. Tek bir filmden bütün kesimleri göstermesini beklemek de haksızlık ama bu skala içinde en azından temsil hakkı açısından kendini gerçekten dine vermiş birini görmek istiyor insan…
Diğer karakterlere gelince ;
Yazar Yaman, boş zamanlarını editörünün odasında kitap okuyarak geçiren bir gazeteci, kendisini hiç haber peşinde görmüyoruz. 30 yaşında, çok meşhur, para kazanmak için gazetecilik yaptığını söylüyor, gazetecilikten lüks bir hayat sağlamış ender gençlerden biri. İnsanın Yaman’ın çalışma koşullarını görünce “yaşım otuza varmadan bildiğim bütün gazetelere özgeçmişimi yollayayım, belki gazetecilikten parayı bulurum” diye düşünmesi olası… Yaman’ın çalışma ofisi, Taksim’deki evinin terası. Saçlarını rüzgara vererek datiloyla yazan Yaman, JB içiyor, kendisini yazmaktan ziyade daktilodan çıkardığı kağıtları buruşturup atarken görüyoruz… Büşra’yla tanışınca yazacağı kitap için ondan yardım istiyor: başka hayatları anlamak adına. Zaten film içinde Yaman’ın yazı- gazetecilik anlamında yaptığı tek saha çalışması, Büşra’yla vakit geçirmek.
Yamanın sevgilisi Alara, bir yoga eğitmeni. Alara’nın kendisine eklemlediği felsefenin hayatta karşılığı olmadığını görmemiz için diyaloglar bolca zorlanmış. Yoga dersi esnasında öğrencilerine dünyayı unutup kendilerine dönmelerini söyler söylemez cep telefonuna sarılıp sevgilisini arayan bir tip. Her fırsatı Yaman’la ilişkisini düzeltmek amacıyla konuşma yapmak için bulunmaz bir nimet sayan Alara, sevgilisine “iç dengemizi dünyanınkiyle birleştirirsek her şey çok güzel olur” minvalinden cümleler kuruyor.
Büşra’nın en yakın arkadaşı, karakterler birbirine ne kadar zıt olsa o kadar iyi olur mantığıyla olsa gerek, her oturuşunda frikik veren, çabuk samimiyet kuran bir kız. Evet sarışın da…
Büşra’nın sözlüsü Ferit, filmin en renkli, aynı zamanda en gerçekçi karakteri. Hayatının her safhasını yaşamadan önce ayna karşısında prova ediyor. Ferit’in diyaloglarında erkek jargonu çok iyi kullanılmış.
Sırf final kuvvetli olsun diye film boyunca gördüğümüz filozof tinercilere, hikayenin gerektirdiğinden fazla yer verilmiş…
Bütün bunlar çizgiromanda ne hoş öğeler oluyor. Tezatlıklar, abartılar… Sinemanın en yetkin sanat olduğu görüşü yaygın ama, çizgiromanda bir karede verilebilecek durumlar, film içinde dakikalarca süren sahnelere tekabül ediyor; çizgiyi hareketlendiren, keskin hatlarla durumu özetleme hali, filmin ritmini düşürmüş… “Büşra”, tam olarak sinema kurgusuna aktarılamamış. Orjinal eserin kurgusuna fazla sadık kalınınca filmin kurgusu zayıflamış.
Yine de insan, “ne de olsa bir çizgiroman uyarlaması bu,” diyerek koltuğa oturur, filmi türban meselesini irdeleyen bir film olarak değerlendirmezse gayet eğlenceli bir film.
Filmde Selvi Boylum Al Yazmalım trüğü bolca kullanılıyor, çok da hoş durmuş. Yazar Yaman’ın Ahmet Mekin’i mi Kadir İnanır’ı mı temsil ettiği muallak. Yaman, hem emek harcıyor hem Büşra’nın aşkını gerçekten kazanıyor. Ayrıca yaman, son zamanlarda Türk sinemasında sıkça gördüğümüz, sevdiği kadını üzen, terk eden, önemsemeyen erkek tipinin çok dışında. Gayet gösterişsiz ve arızasız bir şekilde sevgisinin arkasında duruyor. Egoların, hırsların değil, hayatın ve çevrenin araya engeller koyması üzerinden giden bir aşk hikayesi olması yönüyle biraz eski türk filmlerini hatırlatarak insanın içini yumuşatıyor.
Büşra filminde insana farklı bir yönüyle geçmişi hatırlatan bir yan daha var. Bizi Selvi Boylum Al Yazmalım’daki “Sevgi nedir?” tartışmalarından çok eskiye götürüyor Türk Sineması tarihinde… Kadının şehre adım attığı döneme…
Büşra kendi kılıfından sıyrılıp şehre yürüyor. Şehre yürüyen, kendi alanından sıyrılıp şehrin kalabalığa karışan kadının sinemadaki ilk temsillerinden biri, Vesikalı Yarim’deki Sabiha’ydı. Bir konsomatris olan Sabiha, Halil’e aşık olmasıyla birlikte değişiyordu.
Herkesin peşinden koştuğu Sabiha, karanlık sokaklarda Halil’i takip ediyor, Halil’le birlikte olmaya başladıktan sonra kokularını sadece ev içinde sürünüyor, Halil’e kendi elleriyle tespihler yapıyor, çarşıya pazara gitmeden önce tülbentini bağlamayı ihmal etmiyordu. Filmin sonlarına doğru, o yıllarda sinema perdesinde kadına kapalı olan bölgelerde, şehrin kalabalığında, şehrin üstüne üstüne yürürken görüyorduk Sabiha’yı.
Büşra da Yaman’a aşık olduktan sonra değişiyor. Kuralların peşini bırakmadığı Büşra, karanlık sokaklarda Yaman’ı takip ediyor, bilmediği bir dünyaya giriyor. Vesikalı Yarim’de geçen “ ne yapıyorsam ilk seninle yapıyorum” repliği Büşra’yla Yaman için de geçerli. Büşra şehrin bilmediği yerlerine Yaman’la tanışmasının ardından yürüyor, ama sırf Yaman’ın peşi sıra değil. Aşkın ve kendi sorularının ardından…
İkisi de kendi kalıplarını dışına çıkıyor. Sabiha o dönemde “hafifmeşreplik,” “kader kurbanlığı” olarak da yansıtılan hayata baş kaldırıp muhafazakarlaşarak, Büşra muhafazakar hayatına başkaldırarak özgürleşiyor. Tersine bir izlekten yürüseler de varış noktaları aynı: şehrin kalabalığı…
Sabiha’nın o toplumsal yapı içinde “bir kadın olarak” sokağa karışması, şehrin üstüne yürümesi; Büşra’nın kendi muhafazakar çevresinin kurallarından çıkan “bir kadın olarak” şehre yürümesiyle örtüşüyor.
Sabiha ve Büşra 50 yıl arayla şehrin eşiğinden atlıyor; sorularıyla ve aşkla…