Filmlerim farklı ritmlerde ama hepsi bir yerde buluşuyor. Aynı şeyi yapmak çok sıkıcı bir kere. Ben de hayat içinde değişiyorum. Benimki böyle bir farklılık, sinematogtafik farklılık.’
Reha Erdem altıncı filmi Kosmos’la ilk gösterim yeri olan Antalya Film Festivali’nde herkesi büyüledi, en iyi film ve en iyi yönetmen ödülünü kazandı… Filmde farklı bir şekilde her duyguya yer vardı. Mekan hem her yerdi, hem de hiçbir yer… Filmlerinde kendisinden bir şeyler anlattığını söyleyen Erdem bu kez mistik bir noktada… Erdem’le bir Kosmos’a daldık ve elimizde bir röportajla çıkmayı başardık. İyi okumalar…
Banu Bozdemir
Ben Kosmos’u çok beğendim. Tam olarak neyini beğendiğimi bilmiyorum ama beni beyazperdeye büyülü bir şekilde bağladı. Böyle bir öykünün katmanlarını nasıl oluşturdunuz?
İdeal figürüm. Kosmos figüründe benim için insanın idealleri, cömertliği, özgürlüğü, bağımsızlığı, sadeliği var. Beni ilgilendiren konular var. Varoluş meseleleri, inanç meseleri çok var. Mesnevilik, şamanizm var. A Ay’da 20 yıl önce Münir Özkul’un oynadığı karakterin ismi de Kosmos’du. Benzeşiyorlardı. Filmde geçmiyordu ama senaryoda öyleydi, bir kosmos saplantısı var ama figür olarak…
Bana çok delilik hali gelmese de adamın eski hali şehir gezginlerine, eski aşıklara benziyor… Delilik bir açıklık hali aynı zamanda toplumsal bir dışlanmadır. Neden bu kadar aykırı bir tipleme yarattınız?
Toplum onu ayrıksı yapıyor. Tek başına baktığımızda hiçbir abuk sabuk hareketi yok. Tuhaf konuşmuyor ama davranış biçimi, konuşma biçimi o kadar sade ve pozitif ki deli diyebilirsiniz. Akıllı insan bu yollara girmez, düşmez deniyor halbuki bütün akıllı insanlar bu yola düşse diyorum keşke.
Kosmos ismi çok geniş bir anlama sahip. Filminizde de uzayıp giden anlamlar bütünü oluşturuyor. Kosmos sizin filminizde bir adamın kararsız, tutarsız ve çıkarsız dünyası mı?
Varlığımızla hayalini kurduğumuz en geniş şey. Kosmos denilince aklımıza tek resim gelmiyor. Kelime anlamına çok takılmamak lazım, bir figür olarak bakmak lazım…
Filmde kaderci bir yaklaşım var mı?
Kaderci bir yaklaşım yok. Kader, yaşam sürecine nasıl baktığınıza göre konulan bir isim. Bu çok insani bir şey. Kaderci değilim demek de kötü ama yine de Kosmos kendi kaderini zorlayan ve ilişkiye girdiği insanlara da ister istemez etki eden bir karakter. Her ilişki bir başkasının da kaderini değiştirir ya. Ya da kaderinde o var diyebilirsiniz. Onların kaderlerindeki varlığı mı yoksa o figürün onların kaderini değiştirmesi mi onu bilmiyorum.
Sorunun devamı olarak da şunu sormak istiyorum. Eğer insanın onaylamadığı ya da inanmadığı bir şey yaptığı şeye farklı bir anlam katacaksa kullanabilir mi?
Dediğiniz şu anlamda doğru. Mesela çocuğun hayatına giriyor belki dilinin açılmasına, konuşmasına etki de bulunuyor ama öte yandan da çocuğun hastalığına sebep oldu deniyor. Bir insanın hayatına girmek işte böyle bir şey. O bizim bakış açımıza bağlı. Hayatımıza giren insanlar bize ne getiriyorlar, bizim durduğumuz yerle de ilgili. Ama ben sadece filmle ilgili yanıt veriyorum. Hayatla ilgili cevap verecek durumum yok. Vermek de kötü diye düşünüyorum.
Filmin mistik ve masalsı bir yanı var. Sanki bu yan filmi kötülük ve gerçeklik hallerinden biraz uzak tutuyor gibi…
Zaten şöyle bir şey var. Birisi bir şehre geliyor. O şehirde tanıdığımız şeyler var ama orası tanıdığımız bir yer değil. İçerideki malzeme tanıdığımız şeyler. Gerginlikler, insanlar arası ilişkiler, tehdit eden bir dış dünya…
Filmlerim bana benziyor, aynı şeyleri anlatıyorum ama farklı perspektiflerle diyorsunuz…
Filmlerim farklı ritmlerde ama hepsi bir yerde buluşuyor. Hep söylerim aynı şeyi yapmak çok sıkıcı bir kere. Ben de hayat içinde değişiyorum. Sonuçta yine yapan benim. İnsan her yıl büyük değişimler yaşamıyor ama sinema formatında çok fazla malzeme var. Ben onları farklı kullanınca farklı ritmler ortaya çıkıyor. Benimki böyle bir farklılık, sinematogtafik farklılık. Filmden filme giden…
Bugüne kadar en çok hangi film sizin tarzınızı yansıttı?
Valla her zaman en sonuncuyu taşıyorum. Şu an Kosmos. Yeni birisini yapınca o geçiyor. Çünkü öyle bir süreçte onu düşünüyorsunuz, onunla iç içe oluyorsunuz…
Senaryo sıkıntısı çekildiği söylenir hep. Ama siz çekmediğinizi söylüyorsunuz…
Çekmiyorum. Çünkü senaryonun sinemadan filmden farklı bir süreç olduğunu düşünmüyorum. Benim anladığım anlamdaki senaryo filmin taslağı, düşüncesi. Sizin söylediğiniz anlamdaki şey evet yıllarca söylendi. Ama ben ona da katılmıyorum. Çünkü bazen öyle filmlere hayran oluyoruz ki, bir cümleyle özetlenebilecek hikayelerden kocaman, duyguları heyecana boğan filmler çıkabiliyor. Dolayısıyla senaryo filmin nasıl yapılacağına ilişkin bir not olduğu için ben de bir film hariç hepsini kendim yaptı. Bir filmi Nilüfer Güngörmüş’le beraber yaptık. Şimdi yine onunla beraber yapacağız herhalde. Böyle giden bir şey var. İnsanın o anki isteklerine göre sonsuz senaryo imkanı var.
Film yapmak için mi düşünmeye başlıyorsunuz, yoksa düşünürken mi film projesi başlıyor?
Günlük hayatta öyle yaşıyorum. Yolda yürürken, sizle konuşurken… Deli gibi değil ama her an bir şey oluşturuyor gibi düşünüyorum. O benim eğlencem herhalde. Sonra dertlerim, okuduklarım, dinlediklerim var. Bütün bunlardan oluyor. Ama çalışarak oluyor, aklıma birden gelmiyor yani…
Bütün filmleriniz için diyemeyiz ama filmlerinizde genelde erkek hakim bir hava var. Onların ağırlıkta ve üstün olduğu bir dünya üzerinden dönüyor. Hayat Var da kahramanımız bir kız çocuğu ama o dünyada ezilen bir tarafı da var.
Erkekleri daha çok biliyorum o yüzden daha çok varlar. Kosmos’da, Kosmos’un el verdiği bıraktığı figür bir kız olarak, Neptün olarak kalıyor orada. Kadınları kollayan, kadınlara gıpta eden filmler. Çünkü ben kadınlara varlık olarak gıpta ediyorum. Erkeklerden üstün olduklarını düşünüyorum. Hayatta, varoluş olarak daha belirleyici ve daha huzurlular. Bu şaşmaz bir gerçek.
Adamın bir kadın benzerini bulması hali, birebir o kadar benzeşme durumları duygu olarak nasıl yakalandı ya da biz bunu nasıl algılayabiliriz?
Özellikle o sahneler filmin özgür sahneleriydi. Senaryoda bunlar bir iki cümlelik yerlerdi. Eş derken orada bir sürü kadınla karşılaşıyor. O da filmin umutlu noktası. Umutsuz derken Kosmos’un melankolisine kapılmak zor. Ama her gittiği yerde böyle bir insan bıraksa onlar oranın umudu olabilir.
Bir kadın olarak ben de etkilendim böyle bir karakterden ama normal hayat içinde pek de taşınamayacak bir tipleme…
Gerçek değil ama kabul de görmüyor zaten. Onların da buluştukları yer, bizim bilmediğimiz bir dilde buluşuyorlar. O da ayrı bir idealizasyon belki. Başka bir yerde buluşunca daha güzel oluyor gibi. Çok az konuşuyorlar. Eğer sevişiyorlarsa o sahnede hiç soyunmadan sevişiyorlar. Hayali bile insanı yükselten şeyler gibi düşünüyorum. Sırf kendi başına o görüntülerin verdiği duygu önemli bence. Ama ne kadarı yalan ne kadar gerçek pek bilemiyoruz. Tıpkı Kosmos gibi.
Kafası karışık bir yönetmen misiniz? Çok yönlü bakıp, bir sürü şey çıkarabiliyorsunuz…
Kafam net olsa… Sinema buna çok elverişli. Açıkçası beni ne öyle kitaplar ne öyle filmler etkiler. Yani cevabı olan, açıklama yapan. Hangimize uyuyor ki o açıklamalar. Herkesin kendine göre yaşadıklarından bir lafı var. Başkasının başkasına vereceği cevabından çok hepimizi heyecanlandırın sorular olabilir. Hayal kurdurtan filmler yapma hevesindeyim ben. Bir tek benim hayallerimi göstermek değil derdim. Herkesi özgür bırakacak şekilde hayaller çiziyorum. Açık filmler yolunda ilerlemeyi seviyorum.
Seyirciyle ilişkiniz nasıl?
Valla çok umutlu görüyorum. Sinemanın farklı ürünlerini farklı şekilde kullanıyorum. Bu anlamda da her film farklı bir şey söylüyor. Böyle şeylerin karşısında genelde zorluk çekilir. Benim işte altı filmim oldu. Belli bir seyircim var sadece Türkiye’de değil, dünyada da var. Bu büyük bir heyecan, bana motivasyon sağlayan şey de bu. Bu da bir varoluş şekli. İletişim hevesi.
Sizin filmlerinizin öne çıkan bir diğer tarafı da ses kullanımı. Ses kullanımını neden bu kadar ön planda tutuyorsunuz?
Ses sinemanın yarısı. Görüntüler gibi ayrı bir mantıkla çalışıldığında çok zenginlik katıyor. Bir sahnede bir ses duyup, görüntüyle birleştirince farklı bir anlam oluşturuyorlar. İkisinin tek başına oluşturmayacağı üçüncü bir anlam çıkıyor. Sinemanın yeniliklerinden bir tanesi de bu. Çok yapılmıyor ama yapıldığında da dikkat çekiyor ve konuşuluyor. Yeni jenerasyonun daha çok dikkatini çekiyor.
Sessiz sinema döneminde yaşasaydınız…
Sessiz sinema dönemi, sinemanın en zengin dönemlerinden biri. Ses onu bozdu. Sessiz derken dilsiz değil yani. Sessiz Charlie Chaplin’leri izleyin, melodisi görüntülerde. Ama ses çıkar çıkmaz sinema bütün o sessiz anlatma dilini kaybetti. Bir sürü şeyini kaybetti, aksanlı oyuncularını falan kaybetti. Bizde sesler çok uzun bir süre çok kötüydü. Şimdi üzerine farklı şekilde çalışılıyor ve gayet iyi şimdi.
Sinema yazarları neden bu kadar çok seviyor sizi?
(Gülüşmeler) Hayat Var çok az kaldı vizyonda, çok az insan gördü. Bu sene çok film yapılan bir yıldı, 70 kadar film yapıldı. Bu da cesaret verici, anlamlı ve heyecanlandırıcı bir destek. Devam et, arkandayız tavrı çok değerli tabii..
Sektörün bu kadar genişlemesini, bu kadar film çekilmesini nasıl buluyorsunuz?
Çok büyük iş yapan filmler var. Onlar tabi ki girince bütün salonları kapatıyorlar. Bilerek yapmıyorlar, sonuçta talep var o filmlere. Bu sene bir şişkinlik var diye düşünüyorum ama şişkinlik değilse eğer seneye de 70 film olacaktır. Bu seyirci sayısı 500-600 bini bulunca bayağı karlı bir alan. Yapımcılar da kaydı buraya.
Siz her sene film çekecek misiniz?
İnşallah, çekmek istiyorum. Hep daha uzundu aralar, kısalmaya başladı. İnşallah buna yakın bir biçimde devam eder. Sektörle pek alakam yok, daha çok imkan bulmakla ilgili benim açımdan. Ben yıllardır hep aynı istek ve enerjideyim. Her an bir film yapma isteği halindeyim. Ama şimdi daha çok imkanım var.
Son dönemde yurtdışında kazanılan ödüllerle ilgili bir şeyler sorayım… En son Bal ödül kazandı…
Oscar var, Cannes var, Berlin var… O sırada gidiyor. Türk sinemasına çok acayip yardım ediyor bu ödüller. Daha kapılar açılıyor bize ve bizden sonrakilere. Ayrıca şu an yurtdışında bir yerde Türk kültüründen bahsedilse Türk sinemasından konuşuluyor. Ve bu çok güzel bir şey. Bir yandan popüler sinemada şahlanmış bir biçimde gidiyor. Sinema şu an Türkiye’de en zirvesinde.
Ömrünüzün sonuna kadar film çekmeyi istiyor musunuz?
Çok istiyorum. Bu Manuel de Oliveira ve Clint Eastwood gibi olmak isterim. Bazı gençler var kafaları bitik ama hala film yapıyorlar. O genlere yapmasınlar diyorum ama bunlar yaptıkça gencecik filmler ortaya çıkıyor. Çok isterim yani.