Burak yarkent
Coğunluğunun daha önce hiçbir deneyimi olmayan oyuncuların oluşturduğu kadrosu ve daha önce çektiği tek filmin, büyük hayalkırıklığı ile sonuçlanıp, sinema sahnesine bile çıkmadığı, bu yüzden de isminin başında kocaman bir soru işaretinin bulunduğu Lee Daniels’ın yönetmenliğini yaptığı, belki de bu zamana kadar izlediğim en güçlü filmlerden bir tanesi; “Precious”..
Konusunu Sapphire’in Push isimli romanından alan, ve kilosu oldukça fazla, zenci bir genç kızın Harlem bölgesindeki yaşamını konu alan filmi izlerken kalbinizin ağrıdığını, göğsünüzün sıkıştığını ve içinizin çekildiğini hissedeceksiniz…
Belki bu filmi izlemesi size zor gelecek… Sinema salonunu terk edecek, canlı müzik dinleyip bir iki yudum birşeyler içebileceğiniz bir yere gideceksiniz.. Belki de içinizi kemiren, “acaba be olacak?” sorusuyla başlayan merakınıza yenik düşecek, yukarıda da bahsettiğim o deneyimsiz oyuncuların doğa üstü oyunculuk kabiliyetlerine şahit olacaksınız…
Olur da filmi seyretmeye devam ederseniz;
Özellikle Gabourey “Gabby” Sidibe’nin oyunculuğuna dikkat etmenizi, ve bu “tecrübesiz” genç oyuncunun, canlandırdığı karaktere, tutku ile nasıl bağlandığını, ne denli güçlü bir oyunculuk sergilediğini görmenizi isterim.
Sidibe’nin büyüleyici oyunculuğunun yanında dikkat etmeniz gereken bir başka karakter, Precious’un annesi rolündeki başarılı “komedyen” Mo’Nique.
Bu filmdeki performansı sonucu aldığı en iyi yardımcı bayan oyuncu Oscar’ını sonuna kadar hak eden oyuncunun, “komedi oyuncusu” kimliğinden sıyrılıp, tüylerinizi diken diken edecek, yukarıda bahsettiğim kalp ağrısına sebep olacak, canavar bir anne kimliğine bürünmesine şahit olacaksınız.
Film kısaca, daha 16 yaşındayken 140 kilo ağırlığında ve “öz babasından” ikinci çocuğuna hamile olan Claireece Precious Jones karakterinin,1980 yılı Harlem’inde yaşadığı zorlu ve karmaşık hayat hikayasini konu alıyor.
İkinci çocuğuna hamile kaldıktan sonra okuldan uzaklaştırılan ve durumu dolayısıyla özel bir okula başlayan Precious, öğretmeni (Paula Patton) tarafından hayata döndürülmeyi bekliyor. Yalnız başından geçen onca olaydan sonra hayata dönmesi hiç de kolay görünmüyor.
Henüz 16 yaşında öz babasından ikinci defa hamile kalıp, tabiri yerinde ise “hayatın sillesini yiyen” koca gövdeli bir çocuğun, hayata güvensizlik sonucu etrafında oluşturduğu o taş kalıpları yavaş yavaş kırıp, çocuk yanlarını bir bir ön plana çıkarması,
Yaşına göre devasa bir gövdeye sahip olması yanında, aslında o gövdenin altında 16 yaşında bir çocuğun olması,
O donuk, korkak, hayata güvensizliği her halinden belli gözlere bakıldığında, derinlerde bir yerlede her an fışkırabilecek bir hayat olması ihtimali,
Annenin bile ümidini kestiği ve kişiye karşı canavarlaştığı ortamda, etraftaki birkaç kişinin bunu önemsemesi,
Kara toprak altındaki elmas’ı bulmak için umudunu yitirmeden kazan madenci misali çabalayan kişiler, filmden önemli satır başları olarak akılda kalanlar.
Yönetmen Lee Daniels’ın “piştigi film” olarak göze çarpan bu güçlü yapıt, Daniels’ın “bir çitin önüne gelip, bir türlü karşı tarafa atlayamaması” olarak nitelendirilebilir. Bunun sebebibi ise çekimlerde fazlasıyla kolaya kaçılması (fazla ögrenci ve sınıf sahnesi olmasi gibi) ve ağırlığın genelde oyuncular üzeride toplanması gösterilebilir.
“Monster’s Ball” ve “The Woodsman” ismindeki filmlerle iki iyi yapımcılık deneyimi olan Daniels, yukarıda da bahsettiğim “Shadowboxer” isminde çok kötü bir filmin de yönetmenliğini üstlenmişti.
Bu filmi başarıya götürenlerden biri, romanı beyaz perdeye uyarlayan Geoffrey Fletcher olmuş. Konu olarak ağır bir romanı, iyi şekilde filme dönüştüren Fletcher, yönetmene de iyi ve takibi kolay bir harita vermiş.
Elinde iyi hamur bulunan Daniels da sadece izlenecek değil, sürekli hafızanızda barındırabileceğiniz güçlü bir film çıkarmış.
İyi seyirler.