Miraz Bezar’ın Min Dit filmi Kürtçe çekilen ve 90’larda yaşananların kurbanı olan çocukları odağına alan bir film. Min Dit’i eleştirirken kesinlikle ikiye ayırmalıyım. Birincisi sinema adına başarılı bulduğum bir yapım. Filmin çekimleri, senaryosu, filmin amacı göz önüne alındığında çok başarılı. En başarılı yönüyse oyunculukları. Şenay Orak (Gülistan), Muhammed Al (Fırat), Suzan Ilır (Zelal) mükemmeller. Filmin yönetmeni ve yapımcısı Miraz Bezar filmin öyküsünü ve coğrafyasını gerçek hayatlarında da yaşayan çocukları bularak bence başarısının temellerini atmış.
Bütün yaşananları bu şekilde seyretmek acı aslında. Ama sinemanın da büyüsü ve görevi bu değil mi? Sinema hayatın aynası değil mi? Peki bu ayna görevi aynı zamanda onun bir silah olarak kullanılmasına da sebep olmuyor mu? Filmi seyredip salondan çıktıktan sonra bu soru aklıma takıldı. Filmde 90 döneminde JİTEM’in uygulamaları ortaya konuyor. PKK ile ilişkisi olan insanların ortadan kaldırılması, yıllar süren devlet politikalarındaki yanlışlıkların insanlara ödettirilmesi söz konusu. Bütün bu gerçeklere kim hayır diyebilir ki? Fakat bütün bu gerçeklerin üstünden anlatılan hikayenin tam da ortasında “Nerede benim Kürdistanım” şarkısını koyduğunuzda mağduriyeti kullanarak ilerisi için keskin hedefler göstermiyor musunuz? Ülke bütünlüğünü savunan insanların bu filme bakmasını ve yapılan hataları görmesini sağlamak mı amacınız, yoksa farklı bir hedef belirlemek mi?
Filmin senaryosunu yazan Evrim Alataş bu coğrafyanın insanı ve gazeteci. Kendi yaşamında da bütün bu çatışmanın acısını yaşamış. Olayların gerçekliğinden sadece bu sebeple bile şüphe duymam. Ve filmin başarısının altında da Alataş’ın gerçekliği yatıyor. Filmin yönetmeni Miraz Bezar ise 80 döneminde Almanya’ya göç etmiş bir sinemacı. Tabii ki keskin bir politik görüşü var. Ama kendisinin de söylediği gibi Almanya’da yaşayıp buranın gerçeklerini anlatamaz. Evrim Alataş’ın senaryoyu yazması bu anlamda da önemli.
Filme getirdiğim eleştirilerin büyük çoğunluğu Miraz Bezar’ın olaya bakış açısından kaynaklandığını düşünüyorum. Bence o bu ülkeye fazla uzak kalmış. Çünkü filmin beni rahatsız eden hissiyatında direkt yönetmenin sinemasal olarak filme kazandırdığı bir renk var. Bu renk öyküde anlatılanlardan çok filmin ilerisi için verdiği mesaj ile ilgili. Filmi çeken yönetmenin bir siyasi görüşü varsa bu yazıyı kaleme alanın da bir görüşü var. Ve sinema sizin nerede durduğunuzla çok ilgili. Ben dahil hiç kimse Min Dit’te anlatılanlar yaşanmamıştır diyemez. JİTEM’in yaptıklarını göz ardı edemez. Ama yanlışları görmek ve sinema gereği dramatize etmek farklı bir şey buradan yola çıkarak kendine yeni dağlar yaratmak ayrı bir şey. Güneydoğu Anadolu’da yaşananlar daha başka filmlerde de anlatılmalı. Hatta ıncık cıncık incelenmeli. Seyredip ağlamalı ve öfkelenmeliyiz. Ama bu ülkenin insanı olduğumuz bilincini kaybetmemek şartıyla. “Biz” diyerek yanlışlarımızı düzeltmeliyiz. Yoksa bu tür filmlerden de sadece öfke çıkar. Sana bana duyulan öfke…