Kerem akça

90’larda Alejandro Amenabar’ın “Tez” ve “Aç Gözünü” ile piyasaya girip beğeni toplaması, İspanya’daki tür sinemasının öncüsü oldu. Öyle ki bunun üzerine 99’da alana açılan Jaume Balaguero, safkan korkularıyla da ‘klasik korku filmi’ üreten bir ekol olduğunu ciddi anlamda kabul ettitrdi. Belki ondan 10 sene sonra bakınca yerel bir özelliği yok bu tür filmlerinin, ancak ülke sinemasının popüler bir eğilimin izini sürdüğünü söylemek doğru olacaktır.

 

Son 15 yıla baktığımızda korkuda üç ülke sinemasının zirve yaptığını görebiliyoruz. Bunu ‘Yeni bir dalga’ olarak da ayakları üzerine oturtan ‘Fransız korku sineması’, minimalist atmosferiyle dikkat çeken ‘Uzakdoğu korku sineması’ ve belli alt türlere eğilmesiyle öne çıkma gayesi güden ‘İspanyol korku sineması’.

Aslında İspanya’da son yıllardaki bu durumu daha çok fantastik sinema atılımı olarak ele almak lazım. Ancak elbette bunun en önemli kolu korku. Şu sıralar İspanyol korku sinemasından her yıl en az 2-3 film çıkması da şaşırtıcı değil. Öyle ki 1970’lerde kült korku filmleri üretirdi İspanyol sineması. Bu dönemden en çok akılda kalan isim ise Amando De Ossorio ve onun “Yaşayan Ölülerin Gecesi”nden (Night of the Living Dead) (1968) üç yıl sonra çektiği zombi filmi “Tombs of the Blind Dead” (La Nacho del Terror ciego) (1971) idi.

90’larda fantastiğe atılım yaptıran Şilili Alejandro Amenabar, o yönetmenden etkilenmiş olmalı, en azından cesaret aldığı kesin. “Tez” (Thesis) (1996) gibi bir slasher filmiyle çıkış yaptıktan sonra 97’de çektiği “Aç Gözünü” (Abre Los Ojos) bilimkurgunun alt türü tech-noirda devrim niteliğinde orijinal bir iş sunuyordu. 2001’de ABD’de gotik alt türünde “Diğerleri”nin (The Others) üreten Amenabar, bir anlamda onun sonrasında geri çekildi diyebiliriz.

Tabii o zamanlar tür sineması da İspanya’ yı etkisi altına almıştı. Yani lafın özü bir ‘Amerikan klasik sineması akımı’ diyebiliriz. Öyle ki Jaume Balaguero, Paco Plaza gibi isimlerle korku; Juan Carlos Fresnadillo ile kara film (Bkz. “Intacto”); Jose Pozo ile ise animasyon alanında (Bkz. “Don Kişot”) yaratıcı örnekler verilmeye başlandı.

Lafın özü, İspanyol sineması gerisinde kalan Luis Bunuel gibi sürrealizmi benimseyen bir auteurü veya Pedro Almodovar, Bigas Luna gibi erotik soslu politik taşlamaları benimseyen fikir sahibi yönetmenleri geride bırakarak artık popüler bir yol almaya başlamıştı. Yani ‘yönetmen sineması’ndan ziyade ‘tür sineması’ hakimiyet gösteriyordu. Tabii bunun alanı daha çok korkuya kaydı nedense.

Balaguero’nun 1999 tarihli “İsimsiz”i (Los Sin Nombre) ile start alan tür, “Hipnoz” (Hipnos), “Yetimhane” (El Orfonato), “Ecos” (2006), “The Cold Hour” (La Hora Fria) (2006), “Rahibenin Laneti” (The Nun) (2005), “İzbe” (Los Abandonados) (2006), “Öldüren Kelimeler” (Palabras Enchanadas), “Kapan” (Las Habitacican das Fermat), “Dağların Hakimi” (El Rey de la Montana), “Ütopya” (Utopia) gibi farklı alt türlerde örnekler verdi. Genelde ‘hayalet filmi’ hakim iken, onun ‘perili ev filmi’ açılımının yanında “Diğerleri” etkisiyle gelen ‘gotik’, ‘psikolojik-gerilim’, ‘okült korku filmi’, ‘şeytan filmi’, ‘yaratık filmi’, ‘kurtadam filmi’ gibi eğilimler de sergilendi.

Ancak İspanyol korku sinemasında bu patlamanın yerel bir yaratıcılık taşıdığı söylenemezdi. Sadece toplu üretim yapılıyor. Filmler ise Amerikan tür örnekleri gibi efektler ve akıcı sinema diliyle dikkat çekme amacındaydılar. Zaten Jaume Collet-Serra gibi slasher filmlerine (Bkz. “Mumya Evi/House Of Wax”, “Evimdeki Düşman/Orphan”) hakim bir sinemacının da ABD’de kariyerini sürdürmesi boşuna değildi. Fakat 2007 tarihi hem korku sineması, hem de İspanyol korku sineması açısından kilit bir yıl oldu.

Öyle ki “İsimsiz”, “Karanlık” (Darkness) (2002), “Kırılgan” (Fragiles) (2005) gibi filmlerin yönetmeni Jaume Balaguero ile ‘kurtadam filmi’ni üçüncü ‘Karanlıklar Ülkesi’ filminden önce dönem filminin içine taşıyan “Romasanta” (2004) ve şeytan filmi “Second Name”in (El Segundo Nombre) (2002) ülkenin tür sinemasını körükleyen bir diğer yönetmeni Paco Plaza bir araya geldi.

Türkiye’de ancak 2008 kasımında vizyona girme şansı bulan “[REC]: Ölüm Çığlığı” ([REC]), zamanla alanında bir klasiğe dönüştü. Öyle ki bu eser daha önce “Blair Cadısı”nda (The Blair Witch Project) (1998) gördüğümüz o el kamerasıyla gerçeklik yaratma olgusunu kapalı alana sıkıştırıp zombi filminin içine yerleştiriyordu. Bu sayede sonrasında gelen “Canavar” (Cloverfield) (2008) ve “Paranormal Activity” (2007) gibi filmlerin de öncüsü oldu.

Ülkemizde “[REC]: Ölüm Çığlığı” adı ile vizyona giren film, bir TV muhabirinin bir apartmana girmesiyle birlikte yaşananları ele alıyordu. Bir virüsün etkisine giren dünyanın içinde tek kalan insanlar, bu kapalı mekandaki bireyler oluveriyorlardı bir anda. Yani zombi filmlerinin tipik felaket senaryosu uygulanıyordu. Buna kapalı alana sıkışma motifi de ekleniyordu elbette. Tüm bunların yanında yapıtın, daha önce alt türde pek rastlamadığımız ‘tavan arasının korkutuculuğu’ motifini kullanması da önemliydi. Öyle ki bu sayede aslında karşımıza çıkan yaratıkların zombi değil de başka bir ırk olduğu konusunda soru işaretlerimiz alevleniyordu.

Sonuç olarak “[REC]: Ölüm Çığlığı”, zombi filmlerinde ve korku filmi yönetiminde çığır açtı. Seyirciyi aktif hale getirmesiyle de bu alanda önemli bir yere oturdu. Bundan iki yıl sonra serinin ikinci filminin üretilmesi, 2008’de ise “Karantina” (“Quarantine) adlı bir yeniden çevriminin ABD izleyicisiyle buluşup, orada da ‘farklı bir eser’ olarak anılmasıysa şaşırtıcı değil.

Bu filmin çıkışının ana sebebi de aslında İspanyol tür sinemasının Xavi Gimenez gibi ustalıklı bir görüntü yönetimine sahip olması olarak anılabilir. Öyle ki 2000’lerde oluşan ortamda ve bu görsel anlamda kusursuz işlerde onun payı büyük. Tabii 2011’de Amerikan yeniden çevrimine dönüşecek 2007 tarihli “Timecrimes” (Los Cronocrimes) adlı zaman yolculuğu filminin de ülke sinemasının fantastikte yeni atılımını yapmaya hazırlanan ‘bilimkurgu örneği’ olduğu söylenebilir.

Her ne kadar İspanyol fantastik sineması belli bir gelenek oluşturmasa da şu sıralar uluslararası festivalleri dolaşan Antonio Hernandez ve Cech Gay gibi yönetmen sineması mensuplarından daha dişe dokunur örnekler üretiyor orası kesin. Kısa bir süre içinde de ‘sanat sineması’ üretiminin daha da azalması beklenebilir. Yani İspanyol sinemasının artık bir kısmı ABD’ye de transfer olan Jaume Balaguero, Paco Plaza, Nacho Cerda, Juan Antonio Bayona, Juan Carlos Fresnadillo, Elio Quiroga, Jaume Collet-Serra ve Nacho Vigaondo gibi yönetmenlerle anılması kuvvetle ihtimal.

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.