Arada sıkışıp kalan ruhlar için..
Banu Bozdemir
Yıllarca Yüzüklerin Efendisi’yle fantastik dünyanın gizemine kanca atan ve onlarca ödül kazanan Jackson bu kez daha küçük ama etkili bir hikayeyle karşımızda…
Cennetimden Bakarken 1973 yıllarda geçiyor ve bir cinayete kurban giden Susie Salmon’un ve ailesinin trajik öyküsüne odaklanıyor… Bir yanda gerçek yaşamın ailenin üstüne çöktüğü bir toz bulutu dolanırken, diğer yanda ruhu cennetle cehennem arasında sıkışıp kalan Susie’nin acılı ruhuyla uğraşıyoruz…
Film Alice Sebold’un çok satanlar kitabından uyarlama… Filmde adım adım işleyen bir polisiye kurguda var, çok güzel tasvir edilen bir ölüm dünyası da… Dünyada bırakıp gittiklerimizin, yalnız ve yarım bıraktıklarımızın derin bir muhasebesi de… Kitabın içindeki araf tasviri nasıl yapılmış bilemem ama Jackson’un Yüzüklerin Efendisi’yle kurduğu dünyanın benzeri tam da bu noktada karşımıza çıkıyor, filmin herhengi bir ölüm dünyasından ayrılan fikri de burada başlıyor…
Whar Dreams May Come / Aşkın Gücü de cennet ve cehennem arasında dolanırken aynı fantastik dünyayı benzer şekillerde önümüze sermişti… Sonsuzluk dünyasının insanoğlunun sınırlı bakışıyla çatıştığı, gerçekten de ‘cennet’ gibi mekanlar.. Zaman kavramının boyutsuzluğu vs…Herhangi bir dini çağrışım olmadan, olabildiğince esrarengiz ve soyut, aynı zamanda çok renkli bir ‘ara dünya’…
Cennetimden Bakarken, Jackson’un Yüzüklerin Efendisiyle yakaladığı büyük başarının yanında küçük bir hikaye… Ama Susie Salmon’un her defasında tekrarladığı gibi ‘ben Susie Salmon, 14 yaşında bir cinayete kurban gittim’ söylemi hayatın tadı ve tuzu konusunda küçük bir yaşam sevinci aşılıyor ölümlü bedenlerimize… Ve ölümün yaş, cins, zaman ve mekan tanımadan ne kadar da yakınımızda olduğu gerçeğini küçük bir kızın sıkışan ruhu üzerinden vermeye çalışıyor…
Filmin başka bir yönü de ruhunun huzura kavuşması için babasına işaret gönderen Susie’nin bir süre sonra aslında onları var olan bir acıya alıştırmak yerine, devamlı bir acı duygusuyla sarıp sarmaladığını fark etmesi oluyor… Bu durumda sıkıştığı yerden kurtulmak için son bir hamle yapıyor… Hem kendisi hem de ailesi için…
Filmin bir başka çıkış noktası da yakınımızdakilerin, bir pencereden, bir gülün ardından sizinle ilgili sinsi planlar kuruyor olduğu gerçeği… Bu anlamda film çok yönlü bir ilerlemeyle karşımıza çıkıyor…
Filmde oyunculuklar büyükten küçüğe çok başarılı… Kızının cesedinin peşinde helak olan bir baba, acıyı içinde bir türlü eritme fırsatı bulamayan bir anne, katil komşudan içgüdüsel olarak şüphelenmeye ve onu markaja almaya başlayan bir kızkardeş… Ve hayatı çok takmadığı gibi ölüme de anlamsız bakışlar atan çılgın bir anneanne… Susan Sarandon’un canlandırdığı karakter dağılmış bir aileye fazlaca yaşam aşılıyor…
Susie yukarlarda bir yerlerde bütün bu karmaşık acıyı izliyor ve sonunda o önemli kararı veriyor, herkes için, herkesin ruhunun huzur bulması için… Katili canlandıran Stanley Tucci en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında aday… Öyle bir role bürünmek kendisi için bir hayli zorlu olmuş ama birileri de kötüleri oynamalı gerçeğinden hareket etmiş… The Lovely Bones küçük ama gerçekten de etkili bir hikaye….