Banu Bozdemir
Son zamanlarda beğeniyle takip ettiğim, mimiklerini dev ekranda görmekten büyük keyif aldığım bir oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan. Hayata muhalif bir bakış attığını gözlemlediğim oyuncu, iyi bir filmin yolunun iyi bir senaryodan geçtiğini savunarak farkını ortaya koyuyor. Son günlerde rol aldığı Adını Sen Koy, Kaptan Feza ve Ejder Kapanı filminden yola çıkarak kapsamlı bir röportaj yaptık. Oyuncu ve yönetmen ilişkisini en derininden konuştuk!
Neden oyuncular tiyatrodan uzaklaşınca ünlü olmaya başlıyor? Bunu ironik bir soru olarak kabul edin lütfen…
Özel ve ödenekli tiyatrolarının 1 yılda sattığı toplam bilet sayısına baktığımız zaman bu sorunun yanıtını buluruz. Satılan bilet sayısı özellikle ödenekli tiyatroların çeşitli nedenlerle şişirdiği istatistiklere rağmen yılda 2 milyonu bulmayacaktır. Televizyonun seyirciye ulaşmakta tüm benzerlerinden ayrıcalıklı olanaklara sahip olduğu gerçeğini kabul ediyoruz, tv ayrı bir fasıl. Ama tiyatro seyircisini sinema seyircisiyle kıyaslamak hiç de haksız bir karşılaştırma olmaz diye düşünüyorum. Sahne-salon sayısı arasındaki farkı hesaba katarak tiyatro-sinema arasındaki doluluk oranlarına baktığımızda tiyatronun sinemanın çok gerisinde kaldığını görüyoruz. Neden? Çünkü; sinemacılarımız, tiyatrocularımızdan daha çalışkan ve yaratıcılar. Bu çok açık. Sinema sektörü tüm eksiklerine rağmen işletme bazından daha doğru idare ediliyor. Sinemacılar tiyatroculara oranla daha örgütlü ve meslek örgütleri, yasal düzenlemeleri daha net bir biçimde talep ve takip ediyor ve kazanıyorlar. Tiyatrocuların güçlü yasal bir talepleri yok, çoğunluğunun statükoyla meseleleri yok, muhalif kimliklerinden kopmuşlar, değişim için sesini yükseltenlerin itilip kakılmasını öylece seyrediyorlar. İdari yapıları çürümüş bu kurumlar estetik açıdan yeni bir önerme ortaya koyamıyorlar. Ödenekli olmayan özel tiyatro işletmeleri ise gişe baskısı altında bir avuç tiyatro severin ilgisine mahkum savaşıyorlar. Devlet yardımları komik ve yasak savma boyutunda. Bu kesirin her iki paydası da giderek seyircisinin gerisinde kalıyor ve her bakımdan gündemden kopuyorlar. Bu durumdaki bir sanat dalının sanatçıları da ancak tiyatrodan koptuğu ya da sizin deyiminizle uzaklaştığı, televizyon ya da sinemada fırsat bulduğu zaman ancak tanınır hale gelebiliyor.
Bugüne kadar birçok filmde rol aldınız? Ve filmler hem komedi hem dram… Size ağır ağabeylik de çılgın, çatlak roller de yakışıyor… Siz daha çok hangi rollerde heyecanlanıyorsunuz?
Bir golcüye ‘hangi takımda gol kralı olmak istersin’ diye sorsanız, muhtemelen ‘şampiyon takımda’ diye yanıtlayacaktır. Ortada iyi bir senaryo olmadıkça iyi bir film de olamıyor. Kötü bir senaryoda iyi yazılmış bir karakteri iyi oynasan ne yazar! İyi bir senaryo genelde iyi bir yönetmene teslim edilir! Dolayısıyla iyi bir senaryoda yönetmenin beni uygun gördüğü her rolü oynarım. Küme düşen takımlardan gol kralı çıkmaz mı derseniz, evet çıktığı olmuştur ama neticede onları takım arkadaşlarından başka kimse hatırlamaz.
Adını Sen Koy da filmin neredeyse tek iyi yanı sizin varlığınızdı. Belki durağan rolleri değil de daha öne çıkan rolleri seviyor izleyici? Siz ne düşünüyorsunuz?
Elbette öne çıkan roller daha farklı beğeni toplar ama iyi bir senaryoda tüm roller esasen anımsanma potansiyeli taşırlar. Eğer rolün hakkını verir, montajda da şu veya bu nedenle yönetmenin hışmına uğramazsanız bir biçimde bir etki yaratırsınız. Özetle; marifet senaryodadır, sonradan atılsa filme bir şey kaybettirmeyecek bir karakterin yeraldığı bir senaryo zaten ölü bir senaryodur. Böyle bir kısım rol ben de oynadım, iyi biliyorum.
Kaptan Feza’daki rolünüzden bahseder misiniz? Filmin konusuna bakınca enteresan görünüyor… Uzaylı gibi bir davranan bir adam ve küçük bir çocuk ilişkisi…
Tatlı sürprizleri olan bir Ümit Ünal senaryosu. Ümit Ünal filmlerini severim. Seyretmeyi de oynamayı da! Senaryosunu yazdığı 3 filmde oynadım. Anlat İstanbul, Gölgesizler ve Kaptan Feza. Son ikisinde yönetmen-oyuncu olarak çalıştık. Selami, babasından miras bir suç çetesini yöneten, çatlakça, yer yer grotesk bir sinirli ağır abi! Çetesinden ayrılmak isteyen yine babasından yadigar bir tetikçiyle kapışıyor. Film boyunca Hakan Karahan’la itişip duruyoruz.
Bu belki yönetmene sorulması gereken bir soru ama filmin günümüzde ama yetmişli yıllar atmosferinde geçen bir öyküsü var deniyor… Bunu biraz açabilir miyiz?
Kaptan Feza, Yeşilçam Filmlerine göndermeleri olan, dolayısıyla genel estetiği eski Yeşilçam filmlerini andırsın diye tasarlanmış, sade, kolay izlenir, anlaşılır bir küçük film. Film günümüzde geçiyor ama duygusunu, geçmişe özlem denince en keskin çağrışımları yaratan 70’li yılların Yeşilçam’ından alıyor diyelim.
Ümit Ünal öyküsü çok güçlü bir yönetmen… Bu diğer filmlere göre bir farklılık yarattı mı sizin için?
Her setin, her yönetmenin oyuncu üstündeki etkisi farklıdır. Ümit hızlı karar alan ve her soruna hazırmış gibi görünen serinkanlı yönetmenlerdendir. Oyuncuyla iletişimi güleryüzlü ve uygardır. Kendi senaryolarını çeken bir yönetmenin sahip olduğu tipik konforlarından biri bu galiba.
Ejder Kapanı’nda da rol alıyorsunuz? Uğur Yücel’le Yazı Tura’da da çalışmışlığınız var. İki film arasında geçen zaman içinde ne gibi farklar var sizce?
Uğur Yücel iyi bir yönetmen ve ilginç bir senarist olmasının yanı sıra, sıradışı bir oyuncudur. Seyretmekten ilham aldığınız bir oyuncuyu bir de yönetmen olarak benimsediyseniz gerçekten macera yaşıyorsunuz. Her iki filminde –Yazı Tura ve Ejder- küçük katkıları olan roller oynadım. Dolayısı ile uğur Yücel’le ilgili ahkam kesmekten ziyade, yeteneğine duyduğum hayranlığı dile getirmekle yetineyim.
Bazı yönetmenlerin iki üç projesinde varsınız? Yönetmenlerin has oyuncusu gibisiniz? Yönetmen ve oyuncu arasındaki ilişki nasıl kuruluyor?
Yönetmen-oyuncu ilişkisi eninde sonunda karşılıklı bir tercih temeline dayandığı için kolay kolay kazaya uğramaz. Yani televizyon dizilerinde yönetmenle oyuncu birbirini seçemeyebilir ve olası uyumları-uyumsuzluğu çok zaman yapımcı tarafından önemsenmez. Ancak sinema daha hassas bir alan ve yönetmenin oyuncuyla belirgin bir dilbirliğine sahip olması gerekir. Hal böyle olunca yönetmenin kriterlerine oyuncunun yüzü ve yeteneğinin yanısıra hayattaki duruşu, kendisiyle dil/akıl birliğine sahip olup olmadığı gibi başka kriterler de eklenir. Bu nedenle meselesi olanların, kendileri gibi mesele sahibi olan başkalarıyla ilişkilenmesi doğaldır, iyidir.
Taylan Biraderler’le de çalıştınız? Sadece soyadı benzerliği mi? Öyle değilse bir oyuncunun yönetmen akrabalarının olması nasıl bir avantaj?
Soyadı benzerliği. Taylan’larla Baba dizisinde ve Okul filminde çalıştık. Sevdiğim ve saygı duyduğum arkadaşlarım. Oyuncu olarak onlarla akraba olmak -olsaydık- bana iletişim bakımından bir avantajı sağlamazdı herhalde. Zaten arkadaşız ve birlikte çalışmaktan, eğlenmekten ve tartışmaktan hep hoşlanmışızdır. ‘Özel’ diye sıfatlandırılan insanlardandırlar. Zengin donanımlara sahip, hem birbirlerine aykırı fikirler üreten, hem de birbirlerinden ilham verici düzeyde yararlanan profesyonellerdirler. Bir Taylan Biraderler işi izlemeye gidiyorsam pişman olmayacağımı bilirim. Az şey değildir bu.
Hayatta nelere öfkelenirsiniz?
Yıllar içinde en çok kendime öfkelenir oldum. Esasen insanlar üstünde haksız ve yersiz biçimde baskı yaratan her şeye ve her kuruma öfkeliyim. Ayrımcılığa, ötekileştirmenin her türüne, her geçen gün azgınlaşan üstünlük taslama kültürüne, eşitsizliğe, adaletsizliğe, kabalığa, cahilliklere kutsanmış önyargılara ve daha bir çok şeye. Ama en öfkelendiğim şey; kriz anlarında, hep eleştirip öfkelendiğim şeyleri kendi davranış ve eylemlerimde de yakalamak. İnsanlaşmak uzun ve sıkıcı süreç. Bir zamandır en çok kendimle itişiyorum…
Tiyatroda da projeleriniz var sanırım? Tiyatro insanın biraz gizli yanı, kendi yapmak istediği şeylerin birikimi gibi? Sizce?
18 yıl Devlet Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen ve idareci olarak çalıştım. 2006’da statükoculardan yılıp kurumdan istifa ettim. Özel ve ödenekli tiyatrolarda konuk yönetmen olarak hemen her yıl bir oyun sahnelemeyi sürdürüyorum. Bundan böyle de devam edeceğim, çünkü kendimi en iyi ifade ettiğim zemin hala tiyatro yönetmenliği. En çok insiyatifi elimde bulundurduğum yerde kendimi daha mutlu ve tamamlanmış hissediyorum. Bu nedenle nerede yatarsam yatayım, sonuçta yatağım hep tiyatro olacak galiba.
Türk sinemasının son yıllardaki atağı ile ilgili düşünceleriniz? Nitelik mi nicelik mi tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Yılda 10 film çekilemediği için film festivallerinin ertelendiği yılları hatırlayalım. Her yıl artan sayıda film çekiliyor olmasını olumlu buluyorum. Büyük bölümünün eleştirmenin ve seyircinin beğenisini kazanamamış olması ise dünyanın sonu değil. Sinemanın endüstri hacmine ulaştığı ülkelerde de nicelik nitelik orantısızlığı sık rastlanan bir durumdur. Devlet-sanat ilişkisinin uygar ve ilkeli bir temele dayanmadığı, Avrupa kültür başkenti olmasıyla övündüğümüz İstanbul’unda bile yeterli tek bir platosu bulunmayan, seyircisinin beğeni düzeyinin çok skor yapan filmlerimizden anlaşılacağı üzere pek de matah olmadığı, demokrasi kültürü kırılgan, siyasetçisi sıkılgan, ilgili meslek örgütlerinin emekleme çağında olduğu, telif haklarının bile fiili olarak saygı görmediği, eleştiri müessesesinin kurumsallaşamadığı bir ülkede, evini ipotek ettirerek film çekenleri azarlamanın sinemamıza kalıcı bir katkısı olmayacak. Çekilen filmleri daha seyirciye ulaşmadan ölü ilan etmek yerine, 250 milyon dolar bütçeli sektörümüzün bütçesini 1milyar dolara çıkarmanın, genel bütçedeki binde 3’lük kültür/sanat payını, hiç değilse yüzde 1’e yükseltmenin, eylül-haziran aralığına sıkıştırılan sinema sezonunu yılın 12 ayına yaymanın yollarını arasak, zamanımızı daha manalı bir şeye ayırmış olmaz mıyız?
Dizilerde de oynayan bir oyuncusunuz. Dizi mi yoksa sinema temposunu mu tercih edersiniz?
Sinemayı tercih ederim elbette… Tv’de 5 günde ortalama 90 sayfalık senaryoları çekiyoruz. Akıl mantık kabul eder bir şey değil. Çok beğenilen dizilerin yapım ekipleri, bölümü yetiştirebilmek için iki ekip ve çift ekipmanla mesai yapıyor. Yapımcılar işlerini yetiştirebilmek adına bir bölüm için iki kat maliyeti göze alıyorlar. Oysa oyuncunun süresi belli, orada süreyi sündürmek olanaksız, oyuncu işini ancak iki kat fazla çalışarak yetiştirebiliyor. Ama nitelikle ilgili ilk eleştiri yine oyuncuya yöneltiliyor. Oyuncu için Tv’de para kazanmanın bedeli; kendi ortalamasının altında kalmaya tahammül etmektir! Sinema ise oyuncuya daha uygar bir çalışma ortamı sağlıyor. Hiç değilse oyunculuğunuza daha uzun zaman ayrılıyor. Bu bile sinemayı tercih için yeterli…
Türk sinemasında karakter oyunculuğu oturmaya başladı… Bu yüzden sizi daha çok filmde görüyoruz… Başka projeler var mı?
Geçtiğimiz günlerde bir film bitirdik. Ama şimdilik konuşmamamız rica edildi. İlkbahar’da duymayan kalmaz, sinema kısmı böyle. Önümüzdeki günlerde bir Tv dizisinde oynayacağım, bir tiyatro oyunu sahneleyeceğim, günü geldiğinde konuşuruz.