Banu Bozdemir
Yemek kimisi, için bir ihtiyaç kimisi için de zamana yayılması, tadı çıkarılması ve emek harcanması gereken bir sanat… Tabii bu yemek yemenin herkes için öncelikli bir amaç olduğu gerçeğini değiştirmiyor… Sinema yemek mevzusuna, sofraya, mutfağa, yemek yiyebilmenin ve yiyememenin sosyo-ekonomik etkenlerine fazlasıyla el atmış durumda. Fatih Akın’ın son filmi Soul Kitchen mutfak mevzularına dalmışken biz de sofraya dalalım ve bu konuda çekilmiş filmlerin tadına bakalım istedik!
Yemek yapmanın, yemek yemenin ve bunu insanlarla paylaşmanın insan hayatındaki değişimi temsil eden filmlerden biri Babette’in Şöleni… Küçük ve dış dünyaya kapalı bir köyde yemekle beraber şenlenen hayata tanıklık ederiz, adeta Babette’in elindeki şarabın rengi gibi renklenir hayat… Bunuel Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’nde yemek yemenin karın doyurmanın dışında anlamlar taşıdığına, ekonomik bir erdem olmaya başladığına değinir. Yani çok tüketmenin bir sınıf ayrımı olduğu sanan burjuva sınıfını anlatır aristokrasiyi bitiren, her şeyi yiyip bitiren burjuva sınıfını!
Marco Ferreri imzalı Büyük Tıkınma’da dört yaşlı adam yaşamın farkına daha doğrusu tadına varmak için bütün gün yemek yerler. Aslında dertleri ölümden kaçmaktır ama bu kadar yemeye bünye ne yapsın! Filmde ironik, iğneleyici ve pis bir yan vardır ama yine de insanlar yemekten çatlarken, seyirci gülmektedir…
Super Size Me / Şişir Beni hızlı tüketimin, fast food yemenin ve sonunda obeziteye ulaşmanın farklı bir yöntemidir. Kahramanımız yani Morgan Spurlock kendini bu yolda denek olarak adar ve her gün Fast food tüketir. Sonuç: Kilo almış, kolesterolü fırlamış ve karaciğeri iflas etmiş bir adam vardır karşımızda!
Ang Lee’nin ödüllü filmi Eat Drink Man Woman ‘en iyisini babalar bilir’ üçlemesinin sonuncusu… Üç kızıyla yaşayan bir babanın onları bir arada tutma yöntemidir güzel yemekler ve bir arada yeme geleneği… Ama yemeklerin lezzeti kızların evden uzaklaşma isteği karşısında pes eder… Ama sonunda belki de o tatlar galip gelecektir… Burada yemek daha geleneksel bir çizgide karşımıza çıkar…
Bir Tutam Baharat, yemeğe kat katmanın hayata tat katmakla eşdeğer olduğunu savunan filmlerden. Bazen de yemeğe katmaktan kendi hayatına katmayı unutabilirsin demeye getiriyor. Türkiye ve Yunanistan ekseninde geçen filmde insanın hayat hakkındaki farkına varışları sorgulanıyor ama komik ve nostaljik bir biçimde…
Peter Greenaway’ın renklerle giriştiği oyun; Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı’nda kişiliklere göre ayrışır ve ortaya açgözlü bir sofra düzeni çıkar… Ama yemek bazıları için tatmin noktasıdır, bazıları için değil! Sonuçta filmde yamyamlık bile var, kan var, seks var, yemek var…
Bela Martha / Bolca Martha sonrasında Hollywood’un el attığı filmlerden. Bir restoranda yapılan yemeklerle beraber adım adım aşka gidilmesinin öyküsü… Yeni versiyonu Aşk Tarifi / No Reservations olarak çevrildi. İlkinde Martina Gedeck, ikincisinde Catherine Zeta – Jones oynadı. Keyifli bir aşk ve yemek yapma oyunudur…
Bizde hala vizyona giremedi ama izleyenlerin ‘tadı adamağımda kaldı’ diyebilecekleri bir film. Julie ve Julia iki farklı zamanda, iki farklı mekanda iki kadının yemek üzerinden gelişen bağlarını anlatıyor. Hayata tutunma çabalatrı da cabası. Nora Ephron imzalı filmde Oscar’a uzanması muhtemel gözüyle bakılan Merly Streep var, karşısında da Amy Adams…
Yemek mevzusuna bu kadar girmişken bir farenin de aşçılığını sorgulamak gerekebilir! Evet, yemeklerin üzerinde bir farenin dolaşması görsel ve sağlık açısından pek iştah açıcı görünmeyebilir ama Ratatuy’da aşçı olmaya kafasını koyan ve bu uğurda ne gerekiyorsa yapan bir Ramy adlı bir fare var. Çok keyifli bir animasyon ve yemek yapmanın bir zevk olduğunun altını, faremizin maharetli elleriyle çiziyor!
Animasyon mevzusuna dalmışken Köfte Yağmuru’nun da altında kalmak gerekiyor… İnsanoğlunun daha fazla tüketme, daha fazla yeme isteğine verilen bir karşılık bu film. İnsanlar istedikçe makine üretiyor, her seferinde daha fazla daha fazla ve sonunda kasaba şekerleme dalgaları ve kavun dağlarıyla yok olacak hale geliyor…
Vatel tarihin derinliklerinden gelen ve bir aşçının yemek yapmanın gücüyle nasıl da tarihe yön verebileceğini gösteriyor. Gerard Depardieu başrolde hem ağız açtıracak hem de felaketle sonuçlanacak muhteşem bir şölene imza atan Vatel rolünde… Vatel bir de krem şantiyi icat eden büyük adam! Krem şantiden Çikolata’ya geçmek zor olmasa gerek. 50’li yılların sonlarında çikolata dükkanı açmak için bir kasabaya gelen bir kadının ve değişen kasabalının hayatı anlatılır. Kasabalı çikolataya sempatiyle bakmaz, çünkü duyguların baş etmesi zordur çikolatayla… Ama o sıcaklık bir üre sonra bütün kasabayı sarar. Johnny Deep ve Juliet Binoche başroldeydi. Like Water for Chocolate, bir roman uyarlaması… İçinde şehvet, acı ve tutku barındıran bir film. Türkçeye Acı Çikolata diye çevrilmiştir, soğanların ortasına doğan ve hayatı ondan sonra soğan acısında çikolata tutkusunda geçen bir kızın öyküsüdür… Buram buram yemek kokar sanki her yan…
Zengin Mutfağı, Başar Sabuncu imzası taşıyan Türk sinemasının başarılı filmlerinden. Şener Şen zengin mutfağın aşçısıdır ama dönemin getirdiği sosyal olgular onu başka misyonlara da sürükler… Bir mutfaktan yemek kokuları dışında başka kokular da taşar…
Çağan Irmak’ın Issız Adam’ı da mutfağı amaç için kullanan filmlerden. Yemek yapmanın zevkini hayata yaymaya çalışan ama bunu başaramayan bir adamın öyküsü, havuçlu kekle beraber bayağı ses getiren bir film oldu… Tabii Ada’yı da unutmamak gerek…
Ferzan Özpetek’de sinemasında mutfağı ve yemeği çok kullanan yönetmenlerden… Özellikle Cahil Periler ve Bir Ömür Yetmez de sofralar insanları kaynaştıran ve buluşturan mekanlardır. İtalyan şivesi filmlere acelecilik katar!
Kızarmış Yeşil Domatesler’i bilmeyen yoktur sanırım. Biraz da ismiyle bu filmler arasında olmayı hak ediyor… Ama bir hikayenin tamamlanmasını, yeşil domateslerin kızarıp belli bir olgunluğa ulaşması anlamında iki kadının dostlukları üzerinden sıcacık anlatıyor… Çıplak Yemek / Naked Lunch da bu filmler arasında ismiyle yer almayı başaranlardan. David Cronenberg’in fantastik hayal gücünün etkisiyle ortalığı fazlasıyla kaplayan dev böcekler var…
Kalbinin Sesini Dinle, babasının restoranında yer gösterici olarak çalışan Toula ile ilgili…Burada restoranın ve babasının görüşlerinin dışına çıkan bir kadının değişimi var… Eat Drink Man Woman etkisini babada yana sayabiliriz. Kızlarını kendilerine bağlama çabası açısından. Yemek her zaman bağlayan bir şey olmayabilir bazen de kaçırtan olabilir!
Bent Hammer imzalı Kitchen Stories / Mutfak Hikayeleri mutfağa dalıyor ama biraz farklı bir açıdan. İkinci Dünya Savaşı sonrası tasarruf politikaları sonucunda işlevli mutfak tezgahı üretme işi… Üreten Lsak, gözleyen de Folke Nilsson olunca yemekler ve farklı duygular pişer o mutfakta. The Naked Kitchen / Çıplak Mutfak, günümüz kadın erkek ilişkilerine ışık tutuyor. Mutfak ve yemek bu filmin iki aşçının buluşmasında yatıyor. Yemek yapılıyor, kafalar karışıyor, eski ve yeni yemekler kıyaslanıyor ve her şey çıplak bir şekilde masaya yatırılıyor!