Neden “Bu film Oscar’ı kazanır” diyorum?
Çünkü enteresan, veya aykırı bir konunun güzel işlenmesi halinde paha biçilemez görsel bir şölene dönüşebileceğine inanıyorum.
Eğer populist düşünce arkasından gidip, sadece James Cameron’u ayakta alkiışlamak uğruna “Avatar” saçmalığına oy kullanmaz ise bazıları “the Hurt Locker” filminin açık ara en iyi film Oscar’ını alacağına inanıyorum.
Birçok film şiirsel bazı tırnak içleri ile başlar, fakat “the Hurt Locker” ilerleyen dakikalarda sıkı şekilde destekleyeceği ve gerçek ile aynı yola sokacağı bir beyanat ile başlıyor; “Savaş bir uyuşturucudur”. Tabii bu düşünce tarzı herkes için geçerli olmayabilir, ama orduda “bomba imha” gibi çok tehlikeli bir iş üstlenen Subay William James için bu iş, güncel bir keyif, veya zevk aldigi bir bagimlilik kivamina girerse, filmin başındaki beyanat birden gerçek ile örtüşüveriyor.
William James, bir kahraman değil, hastasının ölmesini istemeyen, ve sabah akşam onu kurtarmak için uğraşan doctor ayarında bir “uzman”. Her tür patlayıcının içini, dışını, hasar gücünü çok iyi bilen, ve daha önemlisi patlayıcıyı hazırlayan kişinin bile aklındakileri en ufak ayrıntısına kadar doğru tahmin edebilen bir uzman.
Filmin bazı sahneleri muazzam düşünülmüş…
Bombayı hazırlayan kişinin bir balkonda veya olay mahaline kuş bakışı bir yerden bombanın patlayacağı yere bakarkenki durumu, aynı anda da bir uzmanın (James) bombayı imha üzerinde uğraşması… Bir anlamda bombayı hazırlayan kişi ile bombayı etkisiz hale getirmeye uğraşan iki profesyonelin birbirlerini görmeksizin içinde bulundukları zihinsel çarpışma..
Bu filmde Subay James karakterine hayat veren Jeremy Renner’ı çok iyi incelemek gerekiyor aslında. Diğer filmlerdeki, diğer aktörler gibi sağlam konuşmalar veya vurdulu kırdılı dövüşmeler ile rol yapıp ön plana cikmaktansa, “bu adam kim?” veya “acaba bu adam bu işi yaparken neler hissediyor?” tarzı soruları kendimize sordurtup, izleyicinin bilinç altında farklı bir karakter olarak ön plana çıkıyor. Bunda her ne kadar yazan ve yönetenin payı varsa, Jeremy Renner’ın oyunculuk kabiliyetini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Asker olmasına rağmen, madalya’nın veya kahramanlığın umurunda olmadığı, aklını ve mantığını bir kenara koyup, vatanseverliği ön plana çıkartıp, aklı başında bir insanın düşünmeye bile cesaret edemeyeceği işe girişen birinin ruh halini başka hiçkimse bu denli anlatamazdı herhalde.
Üstelik düşünün, kendisinden önce aynı işi yapan subay, iş üzerinde hayatını kaybetmiş…
James’in hayatındaki en önemli karakter Subay J.T. Sanborn (Anthony Mackie). Sanborn’un James’in hayatındaki önemi ise, her defasında hayatını Sanborn ve ekibine emanet etmesi. Zira James bir bomba imha işi ile uğraştığı vakit Sanborn ve keskin nişancılar ile diğer uzmanlardan oluşan ekibi James’i izleme ve koruma görevini üstleniyor. James’in miğferinin içine yerleştirilen kulaklık yardımıyla etraftaki tehlikelerden James’i haberdar edebiliyor. Bir nevi James’in işine rahat konsantre olup, hayatını dahi düşünmemesi için kendisine yol gösteriyor.
Sanborn aynı zamanda işini iyi yapan, sorumluluk sahibi profesyonel bir asker. Herşeyi kitabına göre, protokole uygun yapıyor. James ise tam bir deli, kasten derdin içine atıveriyor bazen kendisini. Sanborn ise işleri, temiz ve prosedürüne uygun yapıp o cehennemden bir an önce çıkmayı uman bir realist.
James’in hayatı umursamaz tavrı hareketlerine, konuşmalarına ve hatta giyisisine bile yansımış durumda. Her durumda, ne olursa olsun risk alabiliyor.
“the Hurt Locker” Kathryn Bigelow’un yönetmenliğini üstlendiği büyüleyici bir savaş filmi. Kadın erkek ayırmadan, sonunda ne olabileceğini bile bile, kendilerini bedensel ve zihinsel şiddetin içine atanların hikayesi.
“Savaş bir uyuşturucudur” cümlesini ilk kullanan kişi, New York Times Gazetesi’nin savaş muhabiri Chris Hedges. Filmi beyaz perdeye uyarlayan kişi ise bu filmi yazmadan once, Bagdat’ta bomba imha ekipleri ile hatrı sayılır bir zaman dilimi geçiren ve aynı zamanda 2007 yılı yapımı, gerçek bir hayat hikayesinden alınan, Tommy Lee Jones’un başrolünü oynadığı “In the Valley of Elah” filminin de yazarı Mark Boal.
Hatırlayacağınız gibi bu filmde Tommy Lee Jones, askeri vazifedeyken ölen oğlunun, ölüm sebebini araştırıyor, ve hiç ummadığı ip uçlarına ulaşıyordu.
Bigelow ve Boal ne yaptıklarını iyi bilen başarılı kişiler. Altına imzalarını attıkları bu önemli yapıt ise insanın bilinç altında nelerin olabileceğinin çarpıcı bir göstergesi.
Bigelow’un hiçbir şekilde şüphe, merak kullanmaması, hiçbirşeyi muallakta bırakmayıp herşeyi apaçık, bütün şeffaflığıyla gözler önüne sermesi bana Alfred Hitchcock’un bir sözünü hatırlattı. Şöyle diyor Hitchcock; Etrafında poker oynanan bir masanın altında bulunan, ve patlamayan bomba şüphedir, o bombanın patlaması ise hareket, yani aksiyon…
“the Hurt Locker” da çok zekice düşünülmüş bir aksiyon.
İyi seyirler.