Başka Dilde Aşk filminin yönetmeni İlksen Başarır ve Saadet Işıl Aksoy iletişimin sadece konuşarak kurulamayacağını söylüyor. Sağır bir erkek ile genç kız arasında yaşanan aşkın toplum tarafından nasıl karşılandığı ve sağır gencin toplum içindeki yaşamına odaklanan yapımda sağır gence aşık olan kızı canlandıran Saadet Işıl Aksoy bu film için işaret dilini öğrendiğini ve yapımın Issız Adamdan sonra en etkili aşk filmi olacağını söyledi.
Proje nasıl oluştu?
İlksen Başarır: Biz Mert’le (Fırat) tanıştık başka bir proje yapmak istiyorduk, sonra o proje iptal oldu. O projeyi çalışırken de Mert bana bir hikâye anlatmıştı. Dedik ki biz bunu yazalım mı, güzel olur dedik ve yazmaya karar verdik. 2009’un Haziran ayında çekime hazır hale geldik. Kültür Bakanlığı’na başvurduk. On yıldır da bu işi yapınca tanıdık oluyor sektörde, çevrede, arkadaşlarımıza sorduk çekebilir miyiz diye. Atladık işin içine aslında.
Saadet Işıl Aksoy: Onlar bayağı her şeyi halletmişlerdi ben sonradan dâhil oldum. Mert’le biz aynı zamanda okuldan tanışıyoruz. Birlikte yüksek lisans yapıyoruz. Biliyordum zaten uzun zamandır bu proje üstünde çalıştıklarını. Kanada’dan bir festivalden senaryo ödülü almışlardı. Kültür Bakanlığı’ndan destek çıkmıştı falan hep takip ediyordum çünkü devamlı görüşüyorduk. Sonra bir gün Mert bana seni İlksen’le tanıştırayım dedi. Sonra İlksen’le tanıştık, film üzerine konuştuk. Birkaç kez daha görüştük. Bir gün Asmalı Mescit’te otururken projeye dahil oldum. Film bitene kadarda biz hiç ayrılmadık. Çekimler başlayana kadar bir aylık bir süre vardı. O dönemde hiç aksatmadan her gün en az 3-4 saat senaryo üzerine çalıştık. Sonra arkasından da sete girdik ve böylece setten de anlımızın akıyla çıktık.
Ne kadar sürdü çekimler?
Saadet Işıl Aksoy: 19 gün. Çekimler çok kısa sürdü bunun sebebi de çekim öncesi hazırlıklarımızın çok sıkı olmasıydı.
Bir aşk hikâyesinin ötesinde duyma engelli bir insanın psikolojisine ciddi ve derinlikli bir bakış var filminizde. Bu anlamda da bir ilk sanıyorum.
İlksen Başarır: Bu Mert’in hikâyesi aslında. Biz iletişimle ilgili bir şey yapmak istedik. Birincisi konuşarak anlaşamadığımızı fark ettiğimiz anda buradan bir şey yapmalıyız söylemeliyiz gibi bir şey oldu. O yüzden filmin karakterinden biri işitsel engelli, diğeri de sürekli çağrı merkezinde konuşuyor. Bir zıtlık var yani.
İkincisi de televizyonlarda sinemalarda gördüğümüz karakterler sürekli zengin iş adamları, çok yakışıklı genç çocuklar oluyor. Böyle adamlardan başka insanlarında olduğunu gösterme niyetimiz var bizim. Çok idealize şeyler gördüğümüz için filmlerde, televizyonda başka bir kavram oluştu bizde. Duyanla duymayan arasında bu anlamda fark yok. Bu filmi seyredenler çıktığında aralarında konuşurken işitme engelli birini mi bulsam acaba dedirtmek amacımız.
Filmin hazırlık evresi de bayağı zorlu geçti sanıyorum.
İlksen Başarır: Çok çalıştık. Zaten bir senede yazdık senaryoyu. Eskişehir’de işitme engelliler için yüksekokul var, oraya gittik. İşitme Engelliler Milli Federasyonu’yla çok çalıştık. Hatta onlara bir eğitim seti hazırladık biz. Çünkü Türkiye’de engellilerle ilgili bir çalışma yok. Dâhil edemiyoruz hayata. O yüzden bizim film altyazılı. İşitsel engelliler Türk filmi izleyemiyor ne kadar acı. Biz özel gösterim yapmak istemiyoruz. En büyük derdimiz bu bizim herkes izlesin. Çünkü işitme engellilere özel bir gösterim yaptığımızda alt yazılı, tamda demek istediğimizin tersi bir şey yapmış olacağız. Biz onları ötekileştirmek istemiyoruz. Çünkü onlarda senin benim gibi insanlar. Tabi ki engelli olanın karaktere yansımaları var. Bu adam asabi gibi. Ama bütün engellilerde bu var. Duyamadıkları için senin ne dediğini anlamadığı halde çok sinirleniyor.
Peki, siz nasıl bir hazırlık geçirdiniz?
Saadet Işıl Aksoy: Benim için rol çok çekiciydi. Benim işaret diline çok hâkim olmam gerekmiyordu. Çünkü filmde de zaten seyirciyle birlikte öğreniyorum ben. Dolayısıyla böyle işaret diline çok yoğun çalışmadım. Tabiî ki yinede öğrendim. Bunun dışında az önce bahsettiğim gibi yani. Bir, bir buçuk ay çok yoğun çalışma dönemi geçirdik. Senaryonun bütün detaylarına çalıştık. Riske alan bırakmayacak şekilde çalışmaya özen gösterdik. Senaryoya çalışmanın yanında da üçümüz beraber vakit geçirdik. Buda önemliydi çünkü. Artık sette kimle ne iletişim kurmak gerektiğini biliyorduk ki buda setlerde çok önemlidir. İlk oyuncu bir hafta yönetmenin ne demek istediğini anlamaya çalışır. O bir hafta çektikleriniz de bazen kullanılamayacak şekildedir. Dolayısıyla biz sete girdiğimiz ilk günden itibaren nettik.
Film başladığı zaman bir sahne vardı. Kız, çocuğun sağır olduğunu anlayınca izleyicinin beklentisinin tersine büyük mutlulukla çocuğun kollarına atılıyor.
İlksen Başarır: Zeynep çağrı merkezinde çalışıyor. İnsanların yüzlerini görmeden onlarla iletişim kurmaya çalışıyor. Bütün hayatınızın bunun üstüne kurulu olduğunu düşünürseniz gerçekten zor bir iş. Dolayısıyla eve gittiğinde konuşamayan bir adamın onu karışılıyor olması belki de onun için muhteşem bir şey yani. Hiç konuşmasına gerek yok ama birbirlerini anlıyorlar. Tam da istediği şey bu kadın karakterin. Dolayısıyla onu bulmuş ve ona sarılıyor.
Saadet Işıl Aksoy: Biz dil üzerinden iletişim kurduğumuzu düşünüyoruz ya aslında bu çoğunlukla bizi iletişimsizliğe sürüklüyor. Çünkü dil üzerinden anlatmaya çalıştıklarımızı çok dolambaçlı yollardan anlatıyoruz. Bir şeyi çok net söyleyebilecekken onu uzatıyorsunuz ve o zaman iletişim bozuklukları çıkıyor ortaya. Bu filmden önce de inandığım bir şey vardı, aslında gerçek iletişimin sözlerle olacağına inanmıyorum, dilin ortadan kalktığında olacağını düşünüyorum. En doğal ve saf olan iletişim şeklinden bahsediyorum. Ve buna gerçekten çok inanıyorum. Bazen aynı dili konuşmadığımız insanlarla yan yana oturarak, gülümseyerek çok güzel iletişim kurabiliyorsunuz.
Filmde bir baba problemi var. Senaryodaki bütün babalar problemli.
İlksen Başarır: Bu da aslında bizim işitme engellilerle ilgili yaptığımız araştırma sonucu bulduğumuz bir şey. İşitme engellilerin %70’inin ailesi onları terk ediyor. Böyle bir durum var. Bizde bunu oradan kurduk. Ama anne karakteri de çok ilginç bir karakter. Çocuğu sürekli saklamaya, kapatmaya çalışıyor. Kendi çocuğunu ötekileştirmeye çalışıyor çok enteresan bir şekilde. Zeynep baba baskısından muzdarip. Ama bu çok etrafta gördüğümüz bir şey. Doğru dürüst aile pek göremiyorum ben. Ama işitme engellilerin ailelerinde de şöyle bir durum var. Suçlu hissediyor aileler kendilerini. Beceremedim zannediyorlar, böyle bir sorun var.
Filmdeki karakterden Kamuran, Çağan Irmak’ın Karanlıktakiler filmindeki karaktere benziyor. Eski İstanbullu zengin bir ailenin çocuğu ve psikolojik problemleri var. Eski İstanbullu ailelerin erkek üyelerine niye bu kadar atıfta bulunuyoruz sizce? Toplumsal bir yara mı var bu konuda?
İlksen Başarır: Bu filmin adı eskiden Kutu’ydu. Ben de kendi kutumdayım, aynı evdeyim, aynı bakkala gidiyorum, aynı sokaktan yürüyorum gibi. Biz aslına böyle bir fikirden yola çıkmıştık ama sonradan senaryo dağıldı. Tamamen filmi buna yöneltmediğimiz için adını değiştirdik ama benim için hissiyatı hala aynı. Kamuran’da aslında Onur’un kardeşi. Onur engelli bir adam, Kamuran’da kendi engelini koyan bir adam. Bizim Kamuran’ı koyma nedenimiz bu. Biz eski İstanbul’u düşünmedik bunu yazarken. Yani Kamuran’ı apartmana, apartmanı biraz Kamuran’a uydurduk.
Peki, sizin rolünüzdeki kutunuz neydi?
Saadet Işıl Aksoy: Benimde sıkıştığım yer istemediğim bir işimin olması. Bende o küçük kabinin içinde bütün gün telefonda konuşan bir kızım. Onun dışında başka şeylerde var hayatımda ama çokta yok aslında.
İlksen Başarır: Sürekli ona biçilen görevin dışına geçmek istiyor ama birazcıkta bir şeylerden vazgeçerek bu kutunun içine hapsolmuş. Belki ailesinden ayrılmasaymış, babasını kabullenseymiş o zamanda başka kutunun içinde yaşayacakmış.