SONY DSC

Serdar akbıyık

Zamanın Ruhu bu sayıda Bursa Film Festivali’ndeki kısa film seçkisinden yola çıkarak Türk sinema endüstrisinde kısa filmin dertlerle dolu uzun hikayesine bir göz attı

Bu sayımızda tek bir filmden değil 31 filmden birden bahsedeceğiz. Bu filmlerden bahsederken bir yanlış anlamayı da düzeltelim. Zamanın Ruhu sadece belgesel filmleri konu eden ve böyle kategorize edilecek bir köşe değildir. Amacımız çağımızın rengini belirleyen kavramları, olayları, insanları işleyen ve köklerini sinemada bulan bütün filmleri anlatmak, işlemek, incelemektir. Bu sayımızda 31 film var derken Bursa İpekyolu Film Festivali’nde Uluslar arası ve Ulusal Altın Karagöz Kısa Metraj Film Yarışması’na katılan kısa filmleri kastettik. Daha doğrusu bu filmlerin bize hissettirdiği rahatsızlıkları işlemek istedik. Çünkü sinemanın yaratıcılığının en saf hali kısa filmlerde yaşar. Kısa filmler underground, kontrol edilemez ve özgür bir üretim dünyasıdır. Bir madenin en derin yerinden çıkarılan işlenmemiş cevherdir diyelim ve işin aslı öyle mi bir bakalım.

Festivalin koşuşturmacasından, yerli ve yabancı uzun metraj yarışma filmlerinden bulduğumuz arada kısa metraj yarışma filmlerini seyrettim. Toplu bir gösterimdi. İlkönce yerli kısa filmleri seyrettik bir yarım saat sonra ise yabancı kısa filmlerin tümün gördük. Hissettiğim ilk duygu yerli filmler sanki öğrenci filmi yabancılar ise profesyonel sinemacıların kısa filmleriydi.

Bunun en büyük sebebi Türkiye’de kısa filmler sinemacı olmak için çekiliyor, yurt dışında ise sinemacı olan insanların herhangi başka bir hedeften bağımsız sinema üretimi yapıyor olmaları. Bu söylediklerim size çok sert gelebilir ama işin ne yazık ki gerçeği bu. Kaç tane kısa filmci diye anılan sinemacımız var? Yarışmalara katılan filmlerin kaç tanesi ders geçme ödevi olarak çekilmemiştir? Okulu bitirdikten sonra kaç sinemacı kısa film çekmeye devam ediyor. Çekilen filmlerin bütçesi ne kadar? 10 bin Dolar’ı aşan bütçeli kısa filmimiz kaç tane? İsmi bilindik kaç sinemacı kısa filmlerde oynuyor?

Bu soruların cevapları Türkiye’de kısa filmin bulunduğu pozisyonu ortaya çıkarmak için önemli. Mesela 10 yarışma filmini izledim. Bunlardan sadece Bekleyiş’te Ahmet Mümtaz Taylan rol alıyordu ve oyunculuğuyla bir fark yarattı.

Oyunculuktan bahsetmişken bir konuyu daha belirtmeliyim. Ulusal Altın Karagöz Kısa Metraj Film Yarışması’na katılan 10 filmin dördü animasyondu. Animasyon filmlerle kurmaca filmleri karşılaştırmak hangi aklın ürünüyse buna şaşmamak elde değil. Bu filmleri jüri nasıl değerlendirdi merak ediyorum. Bir konuyu çizgiyle anlatan üretimle oyuncuların performansıyla anlatan film nasıl karşılaştırılır? Portakallarla, elmaları toplamaktan ne farkı var bunun? Yarışmanın sonunda ödülü Vol aldı. Senaryosunu ve yönetmenliğini Hüseyin Bulut’un yaptığı film benim de favorimdi. Oyuncu performansı denilen şey bu filmde animasyon olması sebebiyle zaten ortada yokken diğer filmlerin gerçek oyuncularına haksızlık olmuyor mu? “Senin performansın bir çizgi kadar bile değersiz” demiş olmuyor muyuz?

Bence bu bir kaostur. Bunları gördükten sonra festivallerde yapılan kısa film yarışmalarının sadece “olsun” diye yapıldığını düşünüyorum. Bu tür bir yapılanma ne kısa filme ne de yaratıcılarına bir fayda sağlamaz.

 

Sistemin dışına çıkıp üretimlere baktığımda da bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum kendimde. Kısa film toplumun veya üreticinin dertlerini en çarpıcı şekilde ifade edebildiği, eleştirel bir üretimdir. Bu noktada 10 filmin geneline baktığımda Türkiye’nin dert sepetinden çok da yararlandıklarını söyleyemeyeceğim. Birkaç filmde çevreci endişeler kendini gösterdi. Bunların içinde Vol bu derdi en derin şekilde işleyen yapımdı ve zaten onun için benim gönlümde ayrı bir yere sahip oldu. Yarışmanın tanıtım kitapçığında Vol, “ormandan kesmiş olduğu ağaçları kağıda dönüştürerek düşüncelerini bu kağıtların üzerine yazan ve sonra da gemi yapıp herkes okusun diye denize atan karakterin doğaya sürekli zarar veren yaşam döngüsünü işler” satırlarıyla anlatılıyor. Burada vurucu olan iletişim kurma ihtiyacını hisseden yani entellektüel insanın dünyaya verdiği zararı filmin işlemiş olması. Bilindik kaba ritüellere değil bizden olanlara hatta yönetmenin kendine eleştiri oklarını yöneltmesi önemliydi. Bütün bu eleştirinin animasyonun tarzıyla ve renklerle de bütünleşmesi ayrı bir değerdi film için. İkinci en beğendiğim film ise Deniz Tarsus ile Gökhan Okur’un yazıp yönettiği Dalga Teorisiydi. Üreten ile yöneten arasındaki acı dengesizliği çarpıcı bir şekilde anlatan Dalga Teorisi de bir animasyon. Durum böyle olunca beğenilerimizin animasyonlar üzerinde yoğunlaştığı gözüküyor. Bunun en büyük sebebi animasyon olmayan filmlerdeki oyunculukların Bekleyiş dışında dökülüyor olması ve bütçeleri yüzünden amatör çekimler ve çözümlemelerle dolu olmasıydı sanıyorum.

Bütün bu problemlerin çözümü için öncelikle animasyon ve kurmaca filmleri aynı havuzda değerlendirmekten vaz geçmemiz gerekiyor. Daha sonra elimizde kalana bakarak tek tek filmler üzerine değil sistemin geneline bakarak yapılacak bir reforma ihtiyaç var. Bu reformun arkasında ise sinema festivallerinin durması gerekiyor. Şu anki halleriyle bu festivaller değil bir reformun arkasında durmak asgari yapmaları gerekeni bile yapamayacak durumdalar.

 

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.