Fatih Akın son filmi Soul Kitchen ile ilgili ilk röportajı Cinedergi’ye verdi. Bol ödüllü filmini ve gelecek projesinin küçük sırlarını bizle paylaştı…

 

Fatih Akın son filmi Soul Kitchen ve sinema macerasını Cinedergi ile paylaştı. Türkiye’de Soul Kitchen’ın sırrını açık eden ilk röportajı sunmakta bize nasip oldu. Akın, Birol Ünel ile beraberliğini, Uğur Yücel ile devam eden serüvenini ve daha bir çok kendine ait merak eden soruyu bu röportajda cevapladı. Akın’ın cevaplarına bakınca Cinedergi’de yayınladığımız en önemli röportajlardan biri olduğunu söylemek zorundayım. Çünkü çok önemli bir yönetmenin sinema algısını birinci elden anlama şansı veriyor bu cevaplar. Sözü daha fazla uzatmadan Fatih Akın ile sizi başbaşa bırakayım.

 

Soul Kitchen’ın projesi ortaya nasıl çıktı?

 

2003 yılıydı. Duvara Karşı’nın montajını yapıyordum. Bu arada daha özgürce filmler yapabilmek için kendi şirketimizi, Corazon’u kurmuştuk. Duvara Karşı’dan sonra kendi şirketimizle küçük sevimli, tek başımıza kotarabileceğimiz bir proje arayışındaydım. Arkadaşım Adam’ın bir barı vardı ve o sıralarda sevgilisinden ayrıldığı için mutsuzdu. Projenin ortaya çıkması böyle oldu. Hatta o sıralarda belim tutulduğu için senaryonun ikinci versiyonunu sırtüstü yattığım yerden arkadaşım ve ortağım Andreas’a dikte etmiştim. Sonrasında bu bel tutulmasını da senaryoya dahil ettik. Duvara Karşı’nın başarısından sonra projeyi bir süre ertelemek zorunda kaldım. Hatta başka bir yönetmen arayışına girdiğim zamanlar bile oldu. Ancak bu fikir “çocuğumu” evlatlık vermek gibi geldiğinden, vazgeçtim. Yaşamın Kıyısında’dan sonra iyice yorulmuştum. Hem tür değiştirmek, hem de neşeli birşeyler yapma arzum, beni Soul Kitchen’e tekrar yönlendirdi.

 

Birol Ünel ile beraberliğiniz Soul Kitchen ile devam ediyor. Sizce Ünel senaryoya nasıl katkıda bulundu?

 

Senaryodaki ahçı başından beri Birol’du. Başka bir oyuncuyu hiç düşünmedim. Duvara Karşı’nın çekimleri sırasında bir köşede Rimbaud okurdu. Onun “ Satış / Sell Out “ adlı şiirine takılmıştı. Bizim senaryoda da satılan, el değiştiren bir restoran var. Çoğu kere “ bırak şu kitabı da gel prova yapalım “ dediğimi hatırlıyorum. Dünyadan ve çevresinden habersizmiş gibi görünmesine rağmen Birol herşeyin farkında. Nedensiz ve sorgusuz adım bile atmaz. Tabii ki filme çok katkısı olmuştur.

 

Soul Kitchen yemek, rüya ve insan olmanın erdemleriyle bağlantılı bir film. Özel hayatınızda yemek ile aranız nasıldır?

 

Yemeği severim. Tanrı insanı öyle bir yaratmış ki, iki durumda hayatı devam ettirmek mümkün değildir; birincisi yemek yemezsek, ikincisi seks yapmazsak. Birincisi yaşamın, ikincisi soyun devamı için şarttır. Bunlar aynı zamanda insanın mutluluk kaynağıdır. Yemek yediğimizde ve seks yaptığımızda endorfin salgılarız. Bütün amacmız yaşamımızdaki

“ yemeklere “ lezzet katmak değil midir? Çocukluğumuzdan beri ağabeyim ve ben, kızkardeşimiz olmadığı için kalabalık misafir günlerinde annemize yardım ederdik yemek konusunda. Ayrıca ailemiz dışarda yemek yememizi hoş karşılamazdı. Bu yüzden mutfakla ilişkimiz erken yaşlarda başlamıştır. Çocukken dışardaki fast food çok imrendirici birşeydi ama annemlerin buna pek izin vermemekle ne kadar doğru birşey yaptıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Ben de çocuğumun dışarda yemesine pek izin vermiyorum. Türk kültüründe var bu. Avrupa veya Amerikan kültüründe pek bulamazsınız. Evde yemek, aileyi birarada tutan, biraraya getiren birşey. Seviyorum bu durumu.Yemek yapmak aynı zamanda dinlendirici birşey.

 

Yaşamın Kıyısında filminden sonra yaptığımız röportajda üretimlerinizin aslında bir kendinizi tanıma yolculuğu olduğunu konuşmuştuk. Bu filminizde de aynı hedef geçerli mi?

 

Tüm filmlerime birbirinin devamı olarak baktığımızda, hepsindeki kahramanların bir memleket arayışı içinde olduklarını görürüz. Bu ille de coğrafi anlamda olmak zorunda değil. Bir arayış içindeler.. Kendi içlerine yaptıkları bir yolculukları var. Kahramanların kimlik sorgulama sürecidir bu. İlk kez Soul Kitchen’de kahramanın bir kimlik, aidiyet sorunu yok. Açık bir biçimde içinde yaşadığı coğrafyaya ait olduğunu biliyor Zinos. Tersine, kimliğini uzak coğrafyalarda arayan, kız arkadaşı bu filmde. Ve hem kader, hem de kendi yüreği Zinos’u memlekette tutuyor. Soul Kitchen ile karakterin kendi şehrindeki yolculuğunu anlattığımı düşünüyorum. Bundan sonraki projemde kahramanların sürgün hikayelerini anlatmayı planlıyorum.

 

Farklı türlerde filmler yapmak istediğinizi ve bunun risklerini de sevinçle kabul edeceğinizi söylüyorsunuz. Soul Kitchen gösterildiği festivallerde ödüllerle buluştu. Belki daha önemlisi izleyicinin tepkisini gördünüz. Bu anlamda aldığınız riske değdiğini düşünüyor musunuz?

 

Kesinlikle evet. İyi ki bu riski almışım. Aslında Soul Kitchen’i yapma kararını verdiğimde endişeliydim. İlk kez komedi yapacak olduğumdan değildi endişem. Çünki daha önce yaptığım kısa filmler, Temmuzda komedi filmleriydi. Ancak Duvara Karşı ve Yaşamın Kıyısında’yı yaptıktan sonra, insanların beni başka bir kulvarda konumlandırdıklarını biliyordum. Komedi, entellektüel dünyada pek kabul görmeyen bir türdür. Ayrıca endişemin diğer bir nedeni de, acaba benim güldüğüm birşey, başkalarına da komik gelecek mi sorusuydu. Bu anlamda bir sinemacı olarak başarımı riske ettiğimin bilincindeydim. Bu endişe, Ang Lee’nin başkanlığındaki Venedik Film Festivali jürisinin ödüllendirmesiyle son buldu. Ang Lee’de tür denemeleri yapan bir yönetmendir. Aslında yapmak istediğim, sanat ve seyirciyi buluşturmaktır. Yılmaz Güney’in yaptığı filmlerle çeşitli sosyal katmanlardan insanları biraraya getirmesi gibi ben de sanatla seyirciyi buluşturmaya çalışıyorum.

 

Deminki soruyla bağlantılı olarak, İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek belki de en deneysel filminizdi ve Türk sinemasında çok derin izler bıraktığını düşünüyorum. Soul Kitchen’ı da yaptıktan sonra sizi daha farklı nasıl bir yapımda görebiliriz? Mesela bir korku filmine nasıl yaklaşırsınız?

 

Korku filminden uzak durmak gibi bir düşüncem yok. Sinemada varolan ve varolacak her türü, kendi dilimi katarak denemek isterim. Sinema çok derin ve engin bir denizse ben bu denizi algılamaya çalışan bir öğrenciyim. Sonsuz bir öğrenme sürecinde olduğumu düşünüyorum. Sinema bir bilimdir çünkü.

 

New York i Love You filmine nasıl dahil oldunuz? Uğur Yücel ile beraberliğiniz o filmle ve Soul Kitchen ile sürüyor. Bu beraberliğin kısa hikayesini de anlatır mısınız?

 

Uğur Yücel iyi ki var! Çok saygı duyduğum bir oyuncu, yönetmen ve arkadaş. Uğur ağabeyle yıllar önce Istanbul’da tanıştım. Duvara Karşı’da oynamasını istemiştim ama yoğunluğundan dolayı projede yer alamadı. Muhsin Bey olmasa, Duvara Karşı böyle olmazdı. Yaşamın Kıyısında ile ilgili çalışmalarım sırasında Paris J’taime filmi ( ki New York I Love You ile aynı konseptte bir projedir ) için yönetmenlik teklifi almıştım. Ancak benim projemle çakıştığı için reddetmek zorunda kalmıştım. Aynı ekip NY I Love You’yu yaparken yine teklif ettiler. Aslına bakarsanız New York’u Paris’ten daha çok severim. Teklif geldiğinde Uğur ağabeyle beraberdik. Yapımcıların dünyaca ünlü oyuncuyla çalışmamı istemelerine karşın Uğur ağabeyde direttim ve onları ikna ettim. Filmin teması aşk olmalıydı. Uğur ağabeye nasıl bir aşk olmasını istediğini sorduğumda, yaşlı bir adamın genç bir kıza duyduğu imkansız aşkı anlatmak istediğini söyledi. Aynı soruyu kendime sorduğumda, bir sanatçının sanatına olan aşkını anlatmak istediğimi farkettim. Sonrasında, Özer Kızıltan’ın Türkan Şoray’ın gözlerini anlattığı kısa filmini hatırladım. O filmde, sanatçı hayran olduğu kadının gözlerini çizemiyordu. Özer’i aradım ve bu motifi kullanıp kullanamayacağımı sordum. Olumlu yanıt verince, senaryoyu tamamladık ve filmi çektik. Uğur ağabeyle birlikte çalışmamızın Soul Kitchen’la bitmeyeceğini söyleyebilirim.

 

Türk sinemasının da, Alman sinemasının da önemli bir ismisiniz. Bu noktada ülke adlarının ötesinde sadece sinema sanatının önemli bir ismi olduğunuz söylemek daha doğru olmaz mı? Kendi içinizde senaryo yazarken ve film çekerken bu kültürel çeşitlilik sizi nasıl etkiliyor?

 

Sinema hayatımın hiçbir evresinde kimliğimi düşünmedim. Aidiyet ve kimliklerimin bana zenginlik kattığını yadsıyamam. Ama bunun bilinçaltımda olduğunu söyleyebilirim. Dünyada bunun çok örneği var, Scorsese, Coppola, Elia Kazan – ki kendime yakın bulduğum bir isimdir – ilk aklıma gelen isimler. Çokkültürlülüğün bir avantaj olmadığını kim söyleyebilir? Ancak bu durumu bilinçli bir şekilde filmlerimde kullandığımı söyleyemem.

 

Almanya’da birçok Türk asıllı yönetmen ve oyuncu var. Bu anlamda Türk sinemasının bir alt dalı olarak Almanya’da büyük bir üretim söz konusu. Sizin ve diğer Türk asıllı Alman sinemacıların üretiminin Türk sinemasının dilini etkilediğini düşünüyor musunuz?

 

Hayır. Türk sineması güçlü bir döneminde. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Özer Kızıltan Semih Kaplanoğlu ve daha birçok sinemacı var. Sadece yönetmen değil aynı zamanda çok iyi oyuncular var Türkiye’de. Türk sinemasının başkalarından etkilenmeye ihtiyacı yok.

 

Sinema festivalleri söz konusu olduğunda Türkiye’de bir ters durum söz konusu. Mesela Berlin, Cannes veya Venedik film festivalinde ödül almış bir film. Avrupa’da vizyona çıktığında özel bir ilgi görür. Ama Türkiye’de neredeyse festivalde ödül almak izleyicinin filme gelmemesi için bir sebeptir. Nuri Bilge Ceylan veya Semih Kaplanoğlu’nun filmlerinin gişe sonuçları bu teorinin kanıtıdır. Bu ters dengeyi nasıl değerlendirirsiniz?

 

Sanırım bunun gerekçesi eskiden kalma “ entel filmlerin anlaşılmaz ve bunalım filmleri olduğu “ görüşüdür. Ödül alan filmin sıkıcı olduğuna dair yanlış bir izlenim var insanlarda. Oysa öyle değil. Ayrıca entellektüel bilgi birikimine sahip olmanın, bireyi geliştiren bir yanı vardır. Mevcut ekonomik sistem, bilginin iktidarını reddederek yerine paranın iktidarını koyar. Bu belki ekonomik sistemin yaşaması gereklidir ancak bireyleri kısırlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Kendimizi geliştirebilmek, yönlendirmelerden uzaklaşabilmek için daha çok okumalıyız.

 

Soul Kitchen’ın Venedik film festivali ve Hamburg film festivali’nde aldığı ödüller var. Bu ödülleri nasıl karşılıyorsunuz? Sizde uyandırdığı duygular nelerdir?

 

Daha önce de söylediğim gibi stres ve endişem yokoldu. Sanat dünyasıyla bir riske girdim ve beni böyle de kabul edebileceklerini gördüm. Bu anlamda aldığımız ödüller çok önemlidir.

 

Bu tür festivallerin teşvik edici olduğuna inanıyor musunuz?

 

Tabii ki evet. Festivaller filmin görücüye çıktığı yerlerdir. İzleyicinin yaptığınız işten haberdar olmasını sağlanır. Bizim arkamızda büyük stüdyolar ve tanıtım desteği olmadı hiçbir zaman. En büyük tanıtım alanımız festivaller oldu ve benim seyirciyi kazanmamı sağladılar. Ve seyirci, bana bir sonraki filmimi yapmam için güç verdi.

 

Size sormadığım ama sizin okuyucularımız için söylemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Yukarıdaki sorunun devamı olarak, biz ve izleyici kitlemiz aynı bütünün içindeyiz. Hiçbir zaman “ başka “ olmadık. Biz kırmızı halıdayken onlar da adeta o halı üzerindeler. Sıradan insanlarız biz. “ celebrity “ ulaşılmazlığı yok üzerimizde. Bu dünyadanız. O nedenle eğer ortada bir başarı varsa, o aynı zamanda bizi izleyenlerin başarısı haline geliyor.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.