ALPER TURGUT
Sadi Çilingir, henüz çocuk yaşlardayken beyazperdenin büyüsüne kapılan ve bu tutkuya resmen kendini adayan bir adam. “Bir film izledim, hayatım değişti” denir ya, Sadi Ağabey’in seyrettiği ilk filmin üzerinden neredeyse yarım asır geçmiş ama o asla unutmamış. Sektöre girişi ise öyle hemen gerçekleşmemiş, harita teknisyenliğinden emekli olduktan sonra sevgili sinemasına tam manasıyla kavuşabilmiş. Sinema yazarlığı, film tanıtımları, yapım şirketlerinin basın sorumluluğu, jüri üyelikleri derken Sadi Çilingir’in düşleri, nihayet ete kemiğe bürünmüş. Onun kurduğu internet sitesi sadibey.com ise, gündüz ve gece demeden biz gazetecilerin imdadına koşuyor. Sizlerde girip bir bakın, sinemaya dair ne arıyorsanız, eminim orada bulacaksınız.
Sinema sizin için bir tutku mudur?
Evet, aynen öyle… Babasının memuriyeti (polis) yüzünden kent kent dolaştık. Televizyon yoktu, sinema vardı. İlk filmimi, 10 yaşında izledim (Kendi Kendine Küçülen Adam / The Incredible Shrinking Man – 1957) ve o günden beridir de beyazperdeden kopamadım. Kimi stadyuma gider kimi kahvehaneye, ben ise sinemaya aşığım. Maç seyretmekten keyif almam, sorsan Fenerbahçeliyim ama bir tek futbolcusunu sayamam. Kahvehane ortamını da zaten sevmem. Sinema bir çeşit ibadet gibi, temaşa durumu bu… Evde tek başına film izlemekle sinemada seyretmek çok farklıdır. Sinemada cemaat gibisiniz. Yanınızda ağlayan varsa siz de ağlayabilirsiniz, diğerlerinin kahkahasına katılabilirsiniz.
Peki, ya beyazperdeye dair yazılar?
Sinematek Derneği’ne 40 yıl önce üye oldum. 1969’den 1989’a dek, bir sinema tutkunu olarak ne varsa biriktirdim. Sonra “Sinema Gazetesi” yayımlanmaya başladı ve ben de 1989 yılının Eylül ayında, ilk sinema yazımı yazdım. Aralık 1999’da ise Pinema Filmcilik tarafından çıkartılan “Cinemascope Dergisi”nin Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendim. Antrakt Aylık Sinema Dergisi’nde, Şamdan Plus Dergisi’nde yazdım, “Bu Hafta”, “Ekotimes”, “Metropol”, “Cosmolife” ve “Sole” gibi dergilerde ise sinema sayfaları hazırladım. Sonsuz Kare Dergisi’nde, Antalya Festivali Kitabı’nda yazılarım yayınlandı. Sinema Gazetesi’nde yayınlanan yazılarımdan seçmeler, “Varsa Yoksa Sinemalar” (1996) adlı kitapta toplandı. Ancak söylemek isterim ki; ben bir sinema yazarıyım, film eleştirmeni değilim. Film eleştirmeni olmak, çok ama çok zordur. Donanım ister, tecrübe ister… (Sadi Ağabey, bizim derneğin -Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) – istisnasız en yardımsever üyesidir)
Ancak sinema asıl işiniz değildi…
Tam 25 yıl boyunca Türkiye Elektrik Kurumu’nda çalıştım. Marmara Bölgesi’nde kamulaştırma teknisyenliği, harita teknisyenliği ve kamulaştırma şefliği yaptım. 1995 yılında da emekli oldum.
Sinema sektörüne, emeklilik sonrasında mı girdiniz?
Kamulaştırma şefliği… Benim mesleğimin özel sektörde bir karşılığı yoktu ki… Ya boş boş oturacak ya da şansımı sinemada deneyecektim. Pinema Film’in sahibi Pamir Demirtaş ile 1999 yılında “Salkım Hanımın Taneleri” filminin galasında tanıştım. Yazılarımı okuyormuş, birlikte çalışalım dedi. İşte öyle başladık. 2002–2007 yılları arasında ise Avşar Film’in Basın Koordinatörlüğü’nü üstlendim. 35 Milim Filmcilik ve Cine Group’un basın tanıtımları ile ilgilendim.
Sinema sektörü vefalı mıdır?
Vefasızdır. Tek vefalı, sinema yazarlarıdır. Kötü de olsa filmleri izler, çünkü onlar sinemaya tutkuyla bağlıdırlar ve devamlılık onlar için esastır. Ama ya diğerleri… Adam yapımcı olur, para kazanmak için iki film çeker, sonra bırakır. Oyuncu, üç filmde oynar, bakar ki dizilerde para var, hemen oraya geçer. Misal bir film şirketinde çalışan genç bir kadın, sizi arar ve bir film sorar. Siz de ona dersiniz ki; “O film, şirketinizden çıkmıştı, o film sizin filminiz”.
Sadibey.com nasıl doğdu?
Eskiden basın tanıtımlarında gazetelere dia yollardık, zaman değişti ve fotoğrafları CD ile dağıtmaya başladık. Sonra internet iyiden iyiye hayatımıza giriverdi. Sinema dergisi çıkartırken birlikte çalıştığımız arkadaşların hepsi benden küçüktü. Bana “Sadi Bey” diye sesleniyorlardı. Sitenin adı, böyle doğdu. Oğlum Can Burak, Bilgi Üniversitesi’nde bilgisayar dersleri veriyordu. Öneri ondan geldi. Haziran 2005’de de sitemiz http://www.sadibey.com faaliyete geçti. (Buradan Sadi Ağabey’in en az kendisi kadar sinema tutkunu olan eşi Elif Abla’ya da saygı, sevgi ve selamlarımızı iletelim).
Sinemaya bunca emeğiniz geçiyor, neden anlı sanlı şirketler, size maddi destek olmuyor?
Bizi okuyanlar, genellikle sinemayla ilgili insanlar olduğu için, reklama da gerek yokmuş. Atıyorum gurme dergisi ya da değişik sektörlere hitap eden yayınlar ise potansiyel içeriyormuş. Neyse… Önemli değil… Bir kişi bile olsa sitemdeki yazılardan etkilenip sinemaya gitsin. Benim için asıl mutluluk budur.
Eskiden daha fazla mı sinema salonu vardı?
Geçmişte, nüfusumuz azdı ama çok daha fazla sinema salonu vardı. Yazlık sinemaların ise çoğu kapandı. Kimi otopark oldu, kiminin üstüne apartman dikildi. Üstelik şimdilerde bir sinemanın 6, 7, 8 salonu olabiliyor, eskiden sinemalar tek salonlu idi. Edirne’nin Uzunköprü ilçesine bağlı Balaban köyündenim, bizim köyde bile sinema vardı. Yerler saman kaplıydı ve biz oturmuş, “Çingene Güzeli” (1968) filmini izlemiştik. Hatta o yıllarda, tiyatrolar dahi sinema gibi çalışıyordu, her akşam gösterileri vardı.
1971 yılından bu yana her izlediğiniz filmle ilgili not tutuyormuşsunuz.
Filmlerle ilgili ne bulursam en ince ayrıntısına dek okurum, künyesini bakarım. Yönetmenlerin, oyuncuların adını ezberlemeye çalışırım. Arnold Schwarzenegger’in soyadı biraz zorlasa da (gülüyor)… Sinemadaki her şey ilgimi çeker, yeri gelir, yangın söndürücünün son kullanma tarihine de bakarım, makine dairesine de… Bir gün bir baktım ki; Bilge Olgaç’ın “Kara Gün” filmi, adeta çöplüğe dönmüş odanın zemininde duruyor. Hemen müdahale ettim, bırak Bilge Olgaç’ı, “Parçala Behçet” filminin afişi dahi ayaklar altında olmamalı… Giriş kapısı şaşaalı, çıkış kapısı harabeye benzeyen sinemaları da uyarırım. Sinemaseveri, asla müşteri gibi görmeyeceksin. Dünyanın en büyük sinema sitesi imdb.com, Türkiye’ye gösterilen filmlerin vizyon tarihini benden alıyor. Bir de sinemada girdiği ad başka, DVD’ye basıldıktan sonraki adı başka ise, bunu da söylüyorum. Çünkü sinemasever, vakti zamanında seyrettiği filmi, başka bir yapım sanarak alabilir. Hem bir film, sinemada gösterildiği ismiyle hatırlanmalı…
Sitenizde ünlülerle birlikte çektirdiğiniz fotoğraflar var, sayenizde herkesin simasını biliyoruz.
Geçenlerde oyuncuboyu.com diye bir siteden aradılar beni ve boyumu sordular. Ayakkabısız 1.83 dedim. Sanırım kafalarına göre ölçüm yapıp, meşhurların boy uzunluğunu bulacaklar.
Erotik filmler gösteren sinemaların da çoğu kapandı.
Adamlar yakalarını kaldırarak, kapüşonlarını kafalarına geçirerek gizli gizli sinema salonlarına girerlerdi. İki film birden, üç film birden gösteren sinemalar vardı. Evde izleme imkânı çoğalınca, modası geçti, insanlar bundan da vazgeçti. İşte en son Rüya Sineması da, kabuk değiştirenler kervanına katıldı.
Üç boyutlu filmler ile aranız nasıl?
Ben kendi adıma bu yeni nesil filmlerden pek hoşnut değilim. Üç boyutlu filmler, izleyiciyi irkiltmek için çeşitli numaralar yapıyor, çoğu kez klişelere başvuruyor. Yapımlar, otomatikman zaafa sürükleniyor.