SERDAR AKBIYIK

8 Mart Dünya Kadınlar günü geçti ama mücadele etmemiz gereken sorunlar aynen duruyor. Biz de Türk sinemasının 2000 sonrası yenilenmesinde sinemayla kadının yerine nasıl baktığını bir araştıralım dedik…

Türkiye’de toplum açısından veya toplumun her parçasında gelinen noktada ilerleme ve gerileme saptaması yaparken problem yaşıyoruz. Sinemamız da bundan nasibini alıyor. Zaten tersini düşünmek imkansız. Çünkü sinema içinden çıktığı toplumun bir yansıması. Bu bağlamda Türk sineması son üretimleriyle yaşadığımız toplum hakkında görmezlikten gelemeyeceğimiz ipuçlarını barındırıyor. Eğer sinema üretiminin artmasına dayanarak sinema endüstrisinin ileriye gittiğini düşünüyorsak bu biraz sakat bir çıkarım olur. Ama bu yazının konusunun odağı sinemamızın nereye geldiği değil. Sinemamızda 2000 sonrasında üretilen kadın odaklı veya kadının toplumdaki yerini sorgulayan, işaret eden, bu olgudan yararlanan filmler…

Böyle bir konu seçmemizin en büyük sebebi göreceli de olsa kadınlardan yola çıkan veya onların konumunu sorgulayan filmlerin son 10 yılda artmış olmasıdır. Biz burada 12 filmi gözlem altına alacağız. Bu 12 film toplumumuzun çeşitli sınıflarından kadınların sorunlarına Türk sinemasının nasıl baktığını ve feminist bir söylemin söz konusu olup olmadığını bize göstermesi açısından çok önemli.

Kültürel anlamda parçalanmış bir toplumun üretimlerini sanki tek bir kaynaktan çıkmış gibi gösteremez veya inceleyemeyiz. Yaşadığımız toplumda kadın olmak bulunduğunuz sınıfa, ait olduğunuz coğrafyaya göre birçok farklılık barındırıyor. Bunları elimizden geldiği kadar sınırlayarak 3 kategoride topladık.  

Birinci kategoriye töre baskısı  altında yaşayan, ölen, intihar ettirilen kadınları anlatan veya ucundan dokunan filmleri aldık. 2007 yapımı Handan İpekçi’nin yönettiği Saklı Yüzler, Cemal Şan’ın yönettiği Dilber’in Sekiz Günü, Mehmet Güleryüz’ün Havar’ı, Abdullah Oğuz’un Mutluluk’u ve Mehmet Çoban’ın Almanya’da yaşayan Türk toplumundan çıkardığı hikaye ile çektiği Sarı Saten… 

İkinci kategoride ise varoşlarda yaşayan, köyden kente göç etmiş, ne töre baskısından kurtulabilmiş ne de çağdaş bir yaşamı özümseyebilmiş kadınların veya fakirliğin vurduğu varoşun ne köyde ne şehirde yaşanmayan hayatlarının hikayeleri, çıkışsızlıklarının anlatıldığı filmler var. Semih Kaplanoğlu’nun Meleğin Düşüşü, Zeki Demirkubuz’un Kader’i ve Erden Kıral’ın Vicdan’ı bu filmleri temsil ediyor. 

Üçüncü kategoride ise şehir yaşamının gereği iletişimsizliğin, modern ilişkiler içinde en yalnız rolü üstlenen kadınların hikayeleri var. Aslında modern toplum içindeki kadını konu edinen bu filmler feminist önermeler açısından daha fazla umut beslenmesi gereken yapımlar ama öyle mi bunu da küçük incelememizde tartışacağız. Bu kategoride ise Kutluğ Ataman’ın İki Genç Kız’ı, Cemal Şan’ın Zeynep’in Sekiz Günü, Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu ve Ümit Ünal’ın Ara filmi var. 

Bu 12 film üzerinden derdimizi sinemamızdan tırnaklarımızla kazırken bir şeye de dikkat çekmek gerektiğine inanıyorum. Türk sinemasında kadının izinden giderken bu filmleri üreten yönetmenlerin sadece ikisinin kadın olması  başka bir sorun elbette. Saklı Yüzler’de Handan İpekçi, Pandora’nın Kutusu’nda Yeşim Ustaoğlu çok az kadın sinemacımızdan ikisi. Üreticisi erkek olan bir filmde kadın rolünün erkek gözüyle yorumlanmış olması kaçamayacağımız bir gerçek. Bu anlamda büyük bir eksik olduğunu söylemeliyiz. Yani baştan sinemamızdaki kadın olgusunun erkek gözüyle beyazperdeye aktarıldığını kabul etmeliyiz. Tabi bu satırları yazan benim de erkek olmam aslında benzer bir durum. Ne kadar doğru bir bakış açısına sahip olabilirim bilmiyorum. Sanıyorum bu noktada kadın yönetmenlere, oyunculara, yazarlara ne kadar iş düşüyorsa kadın sinema yazarlarının da bir sorumluluğu olduğunu hatırlatmalıyız. 

1) Töre 

Saklı Yüzler

Handan İpekçi’nin yönettiği ve yazdığı filmin başrolünde Şenay Aydın oynuyor. Berk Hakman, İştar Gökseven filmin diğer başarılı performans gösteren oyuncuları. Şenay Aydın’ın canlandırdığı karakter köyde sevdiği delikanlı ile evlenmek ister. Fakat gencin ailesi fakirdir ve başlık parasını toplayamaz. Bu noktaya kadar her şey bilindik filmde. Ama genç kız bu sisteme isyan eder. Ve sevdiği gençle cinsel ilişkiye girer, sonunda hamile kalır. Bu aslında isyan etmek değil tabi bu coğrafyada. Olsa olsa canla ödenecek bir faturanın altına atılan kanlı bir imza. Doğan çocuk erkek kardeş tarafından ailenin zorlamasıyla boğularak öldürülür. Kız ise babası tarafından öldürülecektir. Ama baba kız arası sihrin sonucu baba bunu yapamaz ve kendi canına kıyar. Kız kurtulur ve kasabanın savcısının desteğiyle başka bir isimde yeni bir hayata başlar. Filmde Şenay Aydın’ın canlandırdığı kız sinemamızın en güçlü karakterlerinden biridir. Hem kaderini kendi elinde tutmak açısından hem kadınlığını yaşama cesareti bu karakteri sinemamızın ayrıcalıklı bir yerine koyar. Filmde kız karakter dışında törenin erkeklere ödettiği bedeller de verilmiştir. Bebeği boğan kardeş kendini asla affedemez, babaysa töreye karşı gelememenin cezasını canıyla ödemiştir zaten.  

Dilber’in 8 Günü

Dilber’in 8 Günü ile Saklı Yüzler’in birbirine zıt iki hikaye döngüsü var. Aslında büyük benzerlikler barındıran öykülerin birinin sertliği diğerinin naifliği bu zıtlığı oluşturuyor. Cemal Şan’ın üçlemesinin en başarılı ayağı olan Dilber’in 8 Günü’nde başrolde Nesrin Cavadzade oynuyor. Cavadzade’nin karşısında ise Fırat Tanış hikayeye renk katıyor. Aynı Saklı Yüzler’deki gibi Dilber’de de köyde bir delikanlıya aşık olan kız var. Fakat töre önlerinde büyük engel. Çünkü çocuk beşik kertmesiyle başka kıza nişanlanmış. Bu duruma Dilber isyan eder. Ama bu isyan bizim alıştığımız isyanlara benzemez. Bir kadının kendi kaderini eline alması anlamında en etkili sahnedir bu. Dilber elinde bir orakla sevdiği adamın evini basar. Dilber’in arkasında ona engel olmak isteyen ailesi, önünde ise tekmelediği kapıyı açan sevgilisi, babası ve annesi vardır. Dilber’in öfkesi töreyedir ama daha da fazla bu töreye uşak olan babaya anneye ve oğlanadır. Aşk adına açtığı savaşta onu yalnız bırakan erkeğine, sevgilisinedir. Onun öfkesi oğlanın töreyle onu aldatmasınadır. Zaten filmin sonunda töre oğlanı iğfal ederek, Dilber’in kapısının önüne atar. Bu Dilber’in sevgilisiyle ve ailesiyle yüzleşme sahnesi sinemamız için çok önemli bir çekim. Orada Nesrin Cavadzade’nin yorumu da çok önemli. O kadar başarılı bir yorum getirmiştir ki o sahneye Cavadzade, yönetmen Cemal Şan bu sahneden etkilenerek Acı filmini çekmiştir. Ve Nesrin Cavadzade’yi başrolde oynatır. 

Havar

Mehmet Güleryüz’ün yönettiği Havar törenin açtığı yaraları tanımlamak için çok önemli bir yapım. 10 yıllar evvel sadece petrol ile özdeşleşen Batman’ın kızlarının kara kaderini anlamak için çok önemli bir çalışma Havar. Film bu yörenin halkıyla beraber çekildi. Gerçek hayatta namus cinayetlerinin, intiharların başrol oyuncuları bu sefer Havar filminde oynadılar. Bu filmin yapılması bile o kızların kaderlerine karşı kazanılmış bir çatışmadır. Savaş bitmemiştir ama Mehmet Güleryüz sayesinde bir çatışma kazanılmıştır. Filmin oyuncularının yöre halkından olması, geçtiği coğrafya ve öykünün gerçeklikle bağlantısı sinemanın hayatımızda ne kadar önemli rol oynayabileceğini bir kere daha göstermiştir. Filmde başrolü oynayan Çiçek Tekdemir o coğrafyanın bütün özelliklerini taşıyan çehresiyle filmin afişinde de yer almış ve bizleri kendine hayran bırakmıştır. 

Mutluluk

Zülfü Livaneli’nin Avrupa ve ABD’de çok satan kitabından uyarlanan, Abdullah Oğuz’un yönettiği Mutluluk filmi de töre kurbanı iki genç ile, yaşadığı kimlik bunalımı sonucu şehri terk eden bir profesörün karşılaşmaları sonucu yaşadıkları tecrübeye odaklanmış. Açıkçası Abdullah Oğuz’un popüler sinemasal anlatımı ve Özgü Namal’ın bu role pek de uymayan fiziği yüzünden önceki örneklerden biraz daha geride duran bir yapım. Yine de Zülfü Livaneli gibi bir ustanın yaratıcılığının izlerini bulmak mümkün. Filmin en ilginç tarafı Özgü Namal’ın canlandırdığı Meryem karakterinin kendisini öldürmekle görevlendirilmiş akrabası Cemal ve profesör Kemal arasında kalışı… Erkek karakterler üzerinden anlatılan doğunun töresiyle batı medeniyetinin kadın üstünde kurmaya çalıştığı iktidar çatışması filmin bizim listemize girmesinin sebebi. 

Sarı Saten: Günahkarların Aşkı 

Mehmet Çoban’ın yönettiği film Almanya’da Türk toplumunda kadın rolü için önemli bir çaba. Töre kurbanı olan Meryem karakterinin Türk toplumuna karşı beslediği nefret belki anlaşılabilirdi ama bu nefretin bir faturası olsaydı. Zaten filmin en büyük derdi alt metinlerine konulmak istenen mesajların önemiyle eldeki malzemenin oluşturduğu tezat. Biz bu büyük eksiğin dışına çıkarak filmin ana karakterine odaklanırsak, tek başına ayakta durmaya çalışan, kızını büyüten ve kimliğini gizleyen bir kadınla karşılaşırız. Kadın üzerinden yürütülen kimlik çatışmasının kurbanı kadını tartışmaya çıkaran filmin belki de en büyük başarısı bu. Taksi şoförü olarak Batı medeniyetinde kadın, ailesini terk etmeden önce amcasının oğluyla zorla evlendirilen tutucu aile kavramı içinde kadın rolleri filmin senaryosunun alt metinlerini oluşturuyor. Ama filmin bu kavramlara bir önermesi yok. Final veya olay örgüsünden de bir çıkarımda bulunamıyoruz. Yani önemli ama boşa atılan bir taş olarak karşımıza çıkıyor Sarı Saten: Günahkarların Aşkı .

2) Varoşlar 

Meleğin Düşüşü

Semih Kaplanoğlu’nun bol ödüllü  filmi. Film bol ödüllü ama büyük eleştiriler de aldığı  bir gerçek. Özellikle filmin ağır çekimleri ve Kaplanoğlu’nun sinema dilindeki tercihleri tartışıldı. Filmin en büyük etkisi bence başrol oyuncusu Tülin Özen’i gündemimize getirmesiydi. Bütün eleştirilere rağmen Özen’in sayesinde filmin özüne daha kolay girebildiğimizi düşünüyorum. Fakirliğin, çaresizliğin ve yalnızlığın çevrelediği kızın topluma, yaşama teslimiyeti filmin odağında yer alıyor. Babası tarafından tacize uğrayan fakat yalnız hayatında insan sıcaklığını hissettiği bu sapkın ilişkiyi bile kabullenen bir kız-kadın durumu var. Zaten insan sıcaklığını hissetmek için bulunulan özverinin büyüklüğü filmin karanlık dehlizlerini yaratıyor. Filmdeki karakterin toplumla yüzleşmek adına feda ettiklerinin aslında toplumda bulunmayan değerler olabileceği belki de filmin getirdiği en sert eleştiri. 

Vicdan

Erden Kıral’ın yönettiği film belki de tam anlamıyla bu sınıfın içinde yer almamalıydı. Ama filmin devamında kahramanların yaşadığı coğrafya varoşlarda veya şehrin batakhanelerinde geçtiği için en çok bu kategoriye yakıştığını düşündük. Tülin Özen, Nurgül Yeşilçay ve Murat Han’ın oynadığı filmde kasabada yaşayan iki kadın ve bir erkeğin üçlü ilişkisi söz konusu. Araya sokulmuş kasabanın sıkıştırdığı kadın hikayeleri de çabası.  Öncelikle filmi ilk seyrettiğimden itibaren çok başarısız buldum. Ama Türk sinemasında fazlaca rastlanılmayan bir intikam şekli. Veya hayatın cinsellik üzerinden farklılaştırılması ilgimi çekti. Yıllarca beraber yaşadığı kocası Mahmut’un (Murat Han) çocukluk arkadaşı Aydanur (Nurgül Yeşilçay) ile beraber olmasını kendine yediremeyen ve yıllarca bunun olmasından korkarak yaşayan Songül (Tülin Özen) dostluğun sıcak kollarına kendini atmak ister. Aydanur ile kocasını paylaşacağına hayatını paylaşmak onun için çok daha onurlu bir harekettir. Böylece içten içe kocasından da intikam alacaktır. Özellikle bunu kapalı kapılar ardında değil bütün kasabanın gözünün önünde yaparak kendine en büyük darbeyi vuran kocasının erkeklik gururunu parçalayacaktır. Onu hem aldatacak, hem de sevgilisini elinden alacaktır. Erkeksi bir iktidara sahip olup onu güçsüz hale sokacaktır. Bu bağlamda aldatılmış kadın rolünün en vurucu intikam hikayelerinden sayılabilir Vicdan. Çünkü bir kadının erkeği aldatmasından daha önemli olan erkeğinin elindeki kadını almasıdır burada önemli olan. Tülin Özen’in canlandırdığı Songül aslında bu noktada iktidar anlamında hem erkektir, hem kadındır. Fakat yerleşmiş değerleri değiştirmenin de bir faturası vardır. Ve Songül bunu ödeyecektir. 

Kader

Varoşlarda kadın olmanın altını kalın çizgilerle çizen en önemli film. Zeki Demirkubuz’un soğuk veya haince gerçekçiliğinin bakışları altında kadın olmanın sırlarını saklıyor Kader içinde. Bu noktada cehennemvari bir toplum yaratan yönetmen, kadın karakterini bu cehennemin ortasına yerleştiriyor. Bu sert gerçekçiliğin ortasında bütün fazlalıklardan kurtulan karakter erkek dünyasına karşı kadınsal güçlerini kullanıyor. Bu bazen bir halı almak için satıcının gönlünü almak, bazen serserilerden kurtulmak için en serserinin koruması altına girmek gibi davranışlarla vücut buluyor. Vildan Atasever’in oynadığı Uğur karakteri kadının erkek üzerindeki kesin hükmünün göstergesi olmasının yanı sıra varoşların bütün iktidarının sahiplendiği vücut olmaktan da kaçamıyor. Cinsellik özellikle bu coğrafyada kadının hem silahı hem de zenginliği. Filmde de göründüğü gibi dünya kadın üstüne ama bazen de üstünde dönüyor. Demirkubuz filmlerinin en sevdiğim yanı insanın aslında mantıkla çözümlenemez oluşunu bana hatırlatması. Vildan Atasever’in canlandırdığı Uğur karakteri peşinden ölüme gidilecek bir arzu nesnesi olması ve aynı zamanda kendi arzuları için hayatını yok sayan dönüşümün, yani kadın olmanın çözülemeyen denkleminin filmdeki anlatımıdır.  

3) Şehir 

İki Genç Kız

İki Genç Kız yaşadığımız toplumda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan kadının üç rolünü odağına alıyor. Filmin başrollerinde oynayan Vildan Atasever, Feride Çetin ve Hülya Avşar günümüzün kadın kimliği üzerine Kutluğ Ataman’ın oluşturduğu üç karakteri canlandırıyor. Hülya Avşar’ın canlandırdığı Leman güzel bir kadın. Bunun farkında ve sonuna kadar güzelliğinden yararlanarak hayatını yaşamaya çalışıyor. Evli bir erkeğin metresi olarak evini geçindiriyor kızını büyütüyor. Ama sorumlulukları yüzünden bu yolu tercih ettiğini söylemek biraz zor. Türk sinemasında gördüğümüz diğer kadın karakterlerden farklı biraz. Büyük travmalar yüzünden bu yolu seçmiş değil. Sadece hayatı böyle daha kolay yaşayabileceği sanısı ve kolaycılığı yüzünden seçmiş hissi var filmde. Üstelik kadınlığı böyle taşıyor üstünde Leman karakteri. Kendi kızını da bu yolla eğitiyor. Kızı Handan ise Leman’dan da daha pırıltılı. İnsanların gözünün içine bakarken gülümseyebilen bir kişiliği var. Sıcak olmanın vücut bulmuş hali. Kadın olmanın bütün zayıflıklarını pozitife çevirebilen bir yapısı var ve en önemlisi içinden çok acımasız bir insan. Onun en büyük gücü hayatta kalabilme güdüsü. Arkadaşı Behiye ise (Feride Çetin) görünürde en isyankar ve sert karakter. Fakir bir ailenin isyankar kızıdır. Bir noktada Handan’ın tam tersidir. Handan ne kadar neşeli ise o tam tersi soğuktur. Handan ne kadar girişkense Behiye o kadar insanlardan kaçar. Handan güneşi başında taşırken Behiye yağmuruyla beraber yürür. Handan insanlarla kavga etmezken Behiye isyanını insanların suratına vurur. Artı ve eksi birbirini çeker. Filmde iki arkadaş arasında lezbiyen göndermeler olsa da bunlar çok silik göndermelerdir. Film baştan sona kadın tiplerinin hayatla hesaplaşması halinde geçer. Tabi biz bunları hep Kutluğ Ataman’ın gözünden izleriz. Bence Türk sinemasının en önemli kadın filmlerindendir İki Genç Kız. 

Zeynep’in Sekiz Günü

Cemal Şan’ın yönettiği Zeynep’in Sekiz Günü’nün başrolünü Fadik Sevin Atasoy üstleniyor. Modern yaşamın iletişimsizliğinin üzerine bir de kendini hayattan izole eden bir kadını düşünün onun kesif yalnızlığı filmin ana konusu. Atasoy’un canlandırdığı Zeynep karakterinin psikolojik problemlerinin de olması bu karakteri genellememizi engelliyor. Yani toplum içinde kadın olmanın zorluklarına bir de psikolojik problemler ekleniyor. Kendini hapsettiği hücreden hastalıklı bir aşk sayesinde çıkan Zeynep bütün korkularına Ali için savaş açar. Ama beraber oldukları ilk geceden itibaren Ali ortadan yok olur. Kısacası kadın en değerli şeyini vermiş ama karşılığında erkeğin güvenirliğini elde edememiştir. Kadının topluma duyduğu güvensizliği haklı çıkaran bir öykü. 

Ara

Ümit Ünal’ın yazıp yönettiği Ara filmi modern toplumda evli çiftler üzerine söyleyecek en fazla sözü olan filmlerdendir. Toplumun çeşitli katmanlarından karakterlerin evliliğin tıkadığı hayatlarına kirli bir bakış atmalarının hikayesi özellikle kadın karakterler üzerinden yürümektedir. Aslında filmde toplumun geneli tarafından kabul edilen “Kadın istemezse bir şey olmaz, isterse her şey olur” düsturu filmin hikayesine yön vermekte. Filmin başrolünde Selen Uçer, Erdem Akakçe, Betül Çobanoğlu, Serhat Tutumluer rol almakta. Bu incelemenin en başında demiştik bu ülkenin bir bütünlük problemi var diye. İşte belki kendini en yalnız hisseden grubun filmi Ara. Entelektüel açılımın mecburi kapanımını yaşayan şehirli insanlar ve kadınlar var burada. Selen Uçer filmin sonunda halka açılıyor. Yüreği acıyla kapanıyor ama halka açılmayı başarıyor. Kamera da bu açılımın şerefine bütün filmin geçtiği dairenin penceresinden ilk kez sokağa çıkıyor. Kadınlar ve hayat üzerine çok üzücü, etkileyici bir film. 

Pandora’nın Kutusu

Yeşim Ustaoğlu sayesinde yönetmeni kadın olan iki filmimizden biri olan Pandora’nın Kutusu ayrıcalıklı bir yere oturuyor dosyamızda. Öyle üç kadın karakter var ki yapımda her biri oyunculuk denen mesleğin zirvesinde geziniyorlar. Karadeniz’den İstanbul’a göç etmiş orta direk bir ailenin üç kardeşi ve Alzheimer olan annelerinin bize anlatacakları şehirli toplumun insan ilişkileri açısından hem aile içi ilişkiler açısından hem de kadın olmanın bu ilişkilerde nerede durduğunu görmek açısından çok önemli. Karadeniz’in yemyeşil dağlarında yaşayan çocukları büyüyüp kendini terk ettikten sonra yalnız yaşamına devam eden Nusret Hanım bir anda her şeyi kaybeder. Kendini belirsizliğin içine yürürken bulur ama bunun farkında bile değildir. Çünkü Alzheimer belası onu yakalamıştır. Derya Alabora, Övül Avkıran ve Osman Sonat’ın canlandırdığı üç kardeş annelerini alır ve İstanbul’a dönerler. Büyük kardeş Nesrin yalnızlığını oğlunun üstünde kurduğu baskıyla geçiştirir. Ortanca kız kardeş Güzin ise bütün kimliğini sevdiği kendini teslim ettiği erkeğin varlığında kaybeder. Aslında iki karakter de Türkiye’de modern toplumun içinde yaşayıp kendileri modernleşememiş kadın figürleridir. Bir bireyden daha çok kadın olmanın yanılsamalarını yaşarlar. Bu halleriyle belki de toplum içinde kadının alması gereken rolün ne olduğunu bütün açıklığıyla bize gösterirler. 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.