Sinemanın komik adamlarından biri Cem Davran… Ama Ertekin Akpınar’ın yönettiği Melekler ve Kumarbazlar filminde gayet trajik bir karakterle karşımıza çıkıyor. Şehsuvar karakteri için hayatından vazgeçtiğini söyleyen Davran, yönetmene ‘neden ben’ diye sorduğunda ‘hüznüne talibim’ demiş yönetmen. Depremin bir fon olduğu, insanların depremden sonraki hayatlarına değinen film ve rolü hakkında Davran’la konuştuk… Farklı bir Cem Davran’la karşılaştık…

Banu Bozdemir

 Öncelikle bu filme nasıl dahil oldunuz?
Yaklaşık iki sene önce Ertekin Akpınar’la Burak Saraçoğlu (filmin yapımcısı) aradı beni. O zaman bir senaryo okudum çok hoşuma gitti. Beni ciğerimden yakaladı. Ama biz o senaryonun 25. versiyonunu falan çektik. O zamana dek ben Balalayka’yı dışında tutarak söylüyorum, daha çok komedi filmlerinde oynamıştım. Film beni yüreğimden yakaladı ama ne zaman çekileceği belli değildi. İş de bana önerilen karakter de benim bugüne kadar yaptığım şeylerden farklıydı. Tiyatroda oynamıştım ama sinemada olmamıştı…
Peki niye siz?
İşte ben de aynen bu soruyu sordum. Ertekin sinema aşığı biri, onun birikimine çok güveniyorum. Zaten ikinci gün de kırk yıllık dost gibi olduk. Normalde bunu bir aktör söylemez. Başrol öneriliyor bana… Bu arada bana başka işler de geldi, ama hepsi komedi ağırlıklıydı… Hem Yusuf ile Kenan’da hem de Balalayka’da yüzünde bir hüzün var, ben o hüzne talibim dedi. Damardan yakaladı beni. Ama benim de ruhen ve kafaca buna hazırlanmam lazımdı. Ben de hazır değildim çünkü. Benim de kendi içimde bir geçiş dönemi yaşadığım, kendimi sorguladığım bir dönemdi. Yusuf İle Kenan’dan Kahpe Bizans’a hem ben hem de Türkiye değişti. Ama sonra çekilemedi film bu süreç içinde. Ben bir iki projeye başlamak üzereyken Ertekin tekrar aradı. Kültür Bakanlığı’ndan küçük bir destek var, borç harç çekiyorum ben bu filmi dedi. Var mısın dedi. Varım dedim.
Ben bir yıl falan bu filme çalıştım. Ben çok az projeye böyle çalıştım. Kendimden vazgeçtim diyebilirim. Her şeyi bıraktım, oyunculuğa yeni başlamış gibi bu role çalıştım. Yönetmenin kuş gibi yanında dolaştım. Aradaki mesafeyi kapatmaya çalıştım, o yıllardır bu işin içinde… Çekimimin olmadığı günlerde dahi setteydim, monitörün başındaydım. Yattım kalktım…
Oynadığınız karakteri biraz anlatır mısınız? Nasıl bu kadar etkiledi sizi?
Şehsuvar karakterini oynuyorum. Her şey onunla başlıyor ve bitiyor. Bir deprem ya da depremle ilgili bir film değil. Fonda deprem var… Hani bir duvarın önünde fotoğraf çektirirsiniz ya. O duvarda bir sürü fotoğraf vardır, deprem de bunlardan biri. Ama bir sürü başka şey var. 1999’da yaşanan depremden on yıl sonrasına denk düşüyor. On yılda olanlarla birlikte, on yıl sonra patlayan bir volkan gibi bir şey. Şehsuvar tahsilli, kültürlü ama bir taşra erkeği.
Taşra imgesi filmin içine fazla yayılıyor gibi zaten…
Taşra, büyükşehirlerin yakınlarındaki küçük şehirlerdir biliyorsunuz… Yol üstü şehirleri. İçine girmeyiz, yol üstünde bir çay içeriz. Adapazarı da böyle bir şehir. Bu gerçek bir hikaye biliyorsunuz. Ertekin’in binlerce sayfalık notlardan çıkardığı, tanıklık ettiği, dinlediği şeyler. Bütün hikayeler dramatik ama çok insana ve hayata dair.
Peki bu insanların hepsi depreme tanıklık ediyorlar mı? Ondan sonraki halleri yani?
Evet, ediyorlar. Şehsuvar hep bir çıkış arayan biri. Diğerleri tıkanmışlar. Bir tanesi hayatın bittiğini düşünüyor. Bir diğeri yaşamanın anlamsız olduğunu. Filmde başlangıç olacak şey belki de sonun başlangıcı olacak. Yaşadıkları deprem bile bir taşrada erkek yoğunlukta ilişkilerin içinde, sertlikte yaşanıyor. Naif kalmaya çalışıyor ama o da nasibini alıyor.
Peki erkek dünyasını biraz daha açabilir misiniz?
Fight Club’a benzetiyorum biraz filmin duygusunu. Aslında erkek dünyası diyoruz ama filmde bize dokunan hikayelerden birisi de İrem Altuğ’un oynadığı Zeynep’in hikayesi. Filmden duygu cümleleri kurmaya çalışıyorum ki, konu olarak çok da ele vermek istemiyorum filmi. Zeynep’in sevdiği adam depremde ölüyor. Zeynep Şehsuvar’la nişanlı, ölen adam Şehsuvar’ın en yakın arkadaşı. Her şey gerçek olamayacak kötü. Ama filmin kendisi kötüyü öneren bir film değil. Sadece gerçeklik payı var. Yaşayanların çoğuyla tanıştık zaten.
Şehsuvar karakterini nasıl biçimledirdiniz peki?
Rain Man filminde Dustin Hoffman ve Tom Cruise ele alalım. Aktörlük tekniği açısından kolay rol Dustin Hoffman’ın rolüdür. Çünkü otistiği oynuyor. Köşeli, akıllı çalışırsan o rol sana yardım eder, seni taşır. Şehsuvar’da her şey var ama içinde. Mesela Selami karakteri var. Hakan Gerçek, çok da güzel oynadı. Ama çok net şeyleri var. Bir şeye kafayı taktığı zaman bakıyor ve siyah – beyaz tv’leri aşağıya atıyor. Gerçekte de Selami orada ve onun siyah – beyaz televizyon deposu var. Kardeşim Haydar mesela. Bülent Şakrak oynadı. Harika oynamış. O da manyağın teki.
Peki Şehsuvar’ın patlama noktası oluyor mu?

Bir kere patlıyor ama herkesin hak verdiği yerde. Çok sonra patlıyor. Sıradan gibi görünen ama her şeyi içinde yaşayan bir karakter. Derinliği olan bir rolü aktörün çalışması, oynaması her zaman daha zordur. Bir anla iki sayfa şeyi anlatmanız gerekiyor. Derinlik yüzünden oynaması zor bir karakterdi.
Taşra ve erkek daha mı yakışıyor birbirine sanki?
Ben de doğma büyüme Kasımpaşalıyım bu arada. İstanbul’da da bazı semtler vardır ya. Üsküdar, Tophane gibi. Buralarda erkeklerin ön planda olduğu bir kültür yaşanır. Bitirim ve sokağın hakim olduğu bir kültür. Taşra biraz da kendi kaderiyle baş başa olma hali. Depremde olduğu gibi. Bu insanlar da böyle. Orada ortak bir duygu hali var. Sıradan bir şey bile orada farklı yaşanıyor. Taşra gri oluyor. Adapazarı öyle yani. Sana grilik hissettiriyor. Entelektüel düzeyleri de yüksek. Şaşırttılar beni. Kapalı yaşamaktan bir derinlik oluşmuş.
Gerçekten de öyküsü travmatik…
Yönetmen de filmine tam bir güven duyuyor, siz de öyle?
Ben sinemasına çok güveniyorum filmin. Filmin insanlarla buluşacağına güveniyorum. Gönül ister ki 500 kopya girelim. Ama bu tarz filmler 50 kopya falan giriyor. Bizimki 100 kopya giriyoruz. Filmimize güvendiğimiz için tabii.
Filminizi bağımsız film olarak nitelendirir misiniz?
Bağımsız filmlerin abisi diyebiliriz. Ama o tarz filmleri bin kişi falan izliyor. Benim 400-500 binden az izlenmiş filmim yok. Ben bin kişinin izleyeceği film çekmem. Gişe kaygım var. Bağımsız filmlerin masturbatif bir tarafı var. Onu içeriyorsa öyle değil. Ben Gora’nın, Recep İvedik ve Babam ve Oğlum’un izleyicisine talibim. Bu film tokat bir film, sarsılmış halde çıkacaklar salondan. Birçok insanın hayatı eskisi gibi olmayacak. Bunu şu yüzden bu kadar iddialı söylüyorum. Değişik insanlara izlettirdim bu filmi. Edebi cümleler kurmaktan da korkuyorum. Derinlik derken vurgun yemeyelim yani. Sıkıcı filmlerden değil yani. Popüler filmdir, sektör filmidir.
Bu tarz filmler gerçek olduğu kadar duygu sömürüsü riski de taşırlar. Bazen kontrol edilemez duygular? Ne dersiniz?
Zerre abartmadık. Belki başkasının elinde olsaydı, çok rahat öyle bir film olurdu. Çok müsait çünkü. Salon hüngür hüngür ağlayabilirdi. Filmimizde gülünecek ağlanacak yerler var ama hepsini dozunda bıraktık. Hiçbir şeyi kanırtmadık ve kışkırtmadık.
Sinemaya çok erken yaşlarda başladınız. Ama ülkemizin sinema düzensizliğinden de kaynaklı olarak belki de çok fazla filmde rol almadınız…
Yusuf ile Kenan çok ödül aldı. Ben de o zamanlar çok gençtim. Seksenli yıllarda zengin ve umutsuz kadın filmleri çekilmeye başladı. Ömer Kavur o dönemde sinema yapma, tiyatro yap dedi bana. Ben belli bir süre film çekmedim. Asılacak Kadın’da oynadım. Sonra şartlar değişti. Özel televizyonlarda ünlenince sinemada tekrar başroller gelmeye başladı. Kahpe Bizans, Balalayka falan. Bu arada birçok filmde oynamadım tabii. Yanlış mı doğru mu yaptım bilmiyorum. Sonra bu film geldi. Melekler ve Kumarbazlar. Üç filmi reddettim bu film için. Sayıyla içerik ilişkisini çok kuramıyorum. Ben de artık 45 yaşındayım. Bir aktörün en güzel yılları. Hala gencim ama deneyimim de var. Şimdi biraz yüreğimin götürdüğü yere gidiyorum. Ama şimdi karar vereyim, önümüzdeki yıl beş film çekerim. Buna maddi ve manevi olarak gücüm de var.
Türk sineması da hareketlendi bu arada…
Bundan sonra 270 film de çekilebilir. Ama sektörün festivallerde dahi olmak üzere kendisini toparlaması gerekiyor. Geride kalıyorlar. Hala sektör değil. Sayı önemli değil, içerik önemli. Bir de yeni bir kuşak geliyor. Canavar gibi insanlar. Kendime okumam ve onların gerisinde kalmamam lazım diyorum. Sanatsal anlamda çok gelişti ama teknik ve organizasyon anlamında çok yetersiziz hala.

Biraz da rol olarak izleyiciye ters köşe yapacaksınız…
Evet. Hatta sitemde birisi yazmış. ‘Abi seni bu filmde de izleyeceğiz ama senden sonra bir komedi bekliyoruz’ diye. Komediyi de çok önemsiyorum, ciddi bir iş olarak görüyorum ama böyle işler de yapacağım. Beynim ve ruhum yenileniyor. Benden komedi isteyenleri bu filme bekliyorum. Yoksa tehdit ediyorum komedi çekmem.
Komedyenler sinemada bir tipleme yaratma derdinde… Sizin öyle bir isteğiniz olabilir mi?
Tiplemeler tutuyor, bir karakter yaratalım, İnek Şaban, Recep İvedik yaratalım düşüncesi yok. Ama düşündüğüm bir adamın hikayesi var. Yıllar önce tiyatroda tek kişilik oyun olarak oynamış ve ödül almıştım. Gani Müjde’nin fikrinden yola çıkılarak yazılmıştı. Fikri Alansatan diye bir adamın hikayesi. Beyefendi diye oynamıştım ben onu. Onu yapmayı düşünüyorum. Onun dışında çok güzel, duygusal tarafları olan bir aile hikayesi var. Lüküs Hayat müzikali sinemada oynamak istiyorum. Komedi hayattan bir yere dokunmazsa benim için anlamı olmaz. Bir yerinde hüzün saklı olmalı yani…
Son olarak ne söylersiniz?

İlk akla gelenlerle bakılmasın bu filme. Melekler ve Kumarbazlar popüler bir film, sektör filmi, gişe filmi. Herkes izlemeli… Filmimizin kelebek etkisi olacağını düşünüyorum. Umarım herkesi etkiler, içine alır.

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.