İspanya… 1936 yazı… Son idealist savaş… İmkansızı isteyen halkın son rüyası… İç savaş başlamış… Şiddetle sürüyor… Kardeş kardeşe, arkadaş arkadaşa… İstenmeyen, ama zaruri…
Şu sıralar, 73.yıldönümü sebebiyle, başta İspanya olmak üzere tüm Avrupa’da iç savaşta ölenlerin anısına çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Dünya tarihini değiştiren bu acı olayın yıldönümü sebebiyle, söz konusu iç savaşı konu edinen üç film üzerinden özet bir inceleme yapalım istedik. Yazının henüz başındayken, olayın daha iyi anlaşılabilmesi için, İspanya iç savaşının kısa bir özetini sunmam gerekli belki de. Bunun için de, tarihçi Andy Durgan’ın sözlerine başvurabiliriz. “Nisan 1931’de İspanya’da çürümüş monarşi sonunda çöktü ve yerini parlamenter demokrasi -İkinci Cumhuriyet- aldı. Reformist liberallerin, sol cumhuriyetçilerin ve ılımlı sosyalistlerin önderliğindeki yeni rejim, atalarının zamanından beri ülkeyi yöneten geleneksel oligarşi -toprak sahipleri, ordu ve kilise- iktidarına karşı, korkakça meydan okumaya başladı. Ancak hükümetin İspanya’yı asırlar süren uyuşukluk ve gericilikten kurtarma çabaları çok geçmeden zengin ve güçlü düşmanları tarafından baltalandı. Cumhuriyetin kendi yandaşları, yoksul köylüler ve işçiler, yeni rejimin vaat ettiği reformları yapmaktaki başarısızlığı karşısında giderek öfkelendiler. …Şubat 1936’daki sol cumhuriyetçilerin, sosyalistlerin ve komünistlerin bir koalisyonu olan Halk Cephesi’nin seçimlerden zaferle çıkması ülkedeki kutuplaşmayı daha da arttıracaktı. Yavaş yavaş, sokaklarda sağ-sol arasında küçük çatışmalar çıkmaya başlamıştı. …18 Temmuz 1936’da ordu İspanyol Fas’ında ve ertesi gün İspanya’nın diğer bölgelerinde ayaklandı. Bu ayaklanma büyük bir direnişle karşılaştı. Oldu bittiye getirilmesi planlanan darbe, uzun ve kanlı bir iç savaşa dönüşmüştü. Cumhuriyetçi hükümet halkı orduya karşı silahlandırmayı reddedince halk Franco’ya karşı kendi silahlandı. …Eylül 1936’da, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve SSCB müdahaleye karşı bir komite oluşturdular. Ancak daha sonradan İtalya ve Almanya, antlaşmaya uymayarak Franco’ya askeri destek sağladılar. …1939 senesinde, Cumhuriyetçi askerlerin kahramanlıkları Franco’yu yenmeye yetmedi. Ve iç savaş, arkasında 600.000 ölü bırakarak, Franco’nun zaferiyle sona erdi. ”
“Libertarias”, “Ülke ve Özgürlük ”, “Ana ve Kurtlar”…
Yazının bu filmler üzerine kurulmasının sebebi, her filmin İspanyol iç savaşına farklı bir gözle yaklaşması. “Libertarias”, İspanyol yönetmen Vicente Aranda’nın, olaya -az da olsa- subjektif ve kadınsal bir bakış açısıyla yaklaşmış olmasından dolayı seçtiğim bir örnek. “Ülke ve Özgürlük”, usta yönetmen Ken Loach’ın en başarılı yapıtlarından biri ve olaya objektiflik boyutu katıyor. Çünkü Loach, önce insan diyebilen bir İngiliz. “Ana ve Kurtlar” ise dünya çapında tanınan bir usta, Carlos Saura’nın, iç savaşın etkisinden yıllar sonra bile kurtulamayan İspanya’yı anlattığı psikolojik bir modern drama.
Yazının kronolojik boyutunu düşünerek “Libertarias”ı önce ele alalım. Yönetmenliğini Vicente Aranda’nın yaptığı, başrollerinde Ana Belen (Pilar), Ariadna Gil (Maria) ve Victoria Abril’in (Flores) oynadığı, 1995 yapımı “Libertarias”, İspanya iç savaşının ilk döneminde başlıyor. İç savaşa ait siyah-beyaz görüntülerden oluşan, mini belgesel nitelikte bir jenerikle açılıyor film ve başlar başlamaz doğal renklerine -alt metni destekleyecek bir biçimde boz sarı, koyu kırmızı ve çelik grisi- kavuşuyor. Gelelim filmin konusuna; İç savaşın başlangıcında Cumhuriyetçiler kiliseleri basıp, dinle alakası olan her nesne ve kişiyi yok etmektedirler. Bu sırada Rahibe Maria, az sonra yakılacağını kesin olarak bildiği katedralden kaçarak, yanlışlıkla bir geneleve sığınır. Genelev patroniçesi, Maria’ı genelevinde çalıştırmak şartıyla içeri kabul eder. Maria ilk müşterisiyle birlikte olmaktan son anda kurtulur. Çünkü, genelev, kadınlardan oluşan Cumhuriyetçi bir birlik tarafından basılır. Pilar’ın liderliğindeki bu küçük birlik, fahişeleri kendilerine katılmaları konusunda ikna eder. Maria’nın da aralarına katılmasıyla sayıca güçlenen kadın birliği, Barcelona’daki cepheye ulaşmak için yola çıkar. Cepheye vardıklarında, onları zorlu bir hayat beklediğini görürler. Kimisi pişman olmuştur, kimisi ise hayatından gayet memnundur. Cephede erkeklerle birlikte omuz omuza çarpışmaktadırlar. Pilar ve Maria’nın, filmin başından beri aralarında oluşan yoğun arkadaşlık duygusu, finaldeki acı sona kadar devam edecektir. Maria’nın, filmde simgelediği ve İspanya iç savaşına bakış açısına özgünlük sağlayan iki unsur var. Bunlardan biri, Maria’nın önceleri savunduğu dünyaya ve görüşlere, geçirdiği dönüşümle birlikte karşı çıkması. İç savaş yıllarına kadar, din baskısı altında yetişen Maria’nın, yaşadıkları ile paralel olarak geçirdiği değişim ve kazandığı dostluklar, önceleri savunduğu dünya anlayışına karşı çıkmasını kolaylaştırıyor. İkinci unsur ise, bir kadın gözüyle iç savaşa bakılıyor olması. Diğer kadınlardan farklı olarak Maria’nın bakış açısı çok farklı. Çünkü Maria, hem diğerleri gibi sol kökenli değil, hem de diğerlerine göre oldukça masum ve savunmasız.
“İspanya’da halk ‘Faşizm hepimiz için tehdit oluşturuyor’ demişti. Biz İspanyol halkının faşizmle mücadelesine yalnızca onlarla dayanışma içerisinde olduğumuzu göstermek için destek vermek zorunda değiliz. Onları desteklememiz gerek, çünkü eğer faşizm orada kazanırsa, bizim için burada da bir tehlike oluşturacak. Böyle bir bilincin varlığına inanıyorum.” Günümüz İngiliz sinemasını en fazla etkileyen kişilerden birine, Ken Loach’a ait bu sözler. Çektiği bütün filmlerde her zaman üst kaliteyi yakalayan Loach, sinemanın siyasal ve toplumsal gücüne inanıyor. Filmlerinde, zenginlikten ve güçten uzak sıradan karakterleri, fazla popüler olmayan konular içinde işliyor. Ünlü aktörlerle çalışmayı ve bir filminde oynattığı bir oyuncuyu başka bir filminde kullanmayı sevmiyor. Yönetmenin, İspanya iç savaşında, cumhuriyetçi cepheye tüm dünyadan gelen gönüllü destekçilerin penceresinden bir kesit anlattığı “Ülke ve Özgürlük” (Land and Freedom), sanat filmleri dahilinde, Avrupa’da iyi bir ticari başarı kazanabilmişti. Film, hiçbir zaman sıkıcılığa düşmeyen ve belgesel öğeler içeren senaryosu ile dikkat çekiyordu. Ken Loach, filmin çekimlerini kronolojik sırayla yapmasından ve oyuncularına günlük senaryolar ile yön vermesinden dolayı, oldukça gerçekçi bir çalışma ortaya koymuş ve siyasi bakış açısını filme iyi yedirmişti.
İspanyol olmayan bir yönetmenin, İspanya iç savaşına getireceği farklı yaklaşım “Ülke ve Özgürlük”de alt başlıklarda görülüyor. Senaryo yazarlığını Jim Allen’in yaptığı filmde, Ian Hart (David), Rosana Pastor (Blanca), Iciar Bolalin (Maite), Tom Gilroy (Lawrence) ve Frederic Pierrot (Bernard) oynuyor. Günümüz İngiltere’sinde yaşlı bir adam (David) kalp yetmezliğinden ölür. Torunu, yaşlı adamın eski eşyalarını karıştırırken bulduğu mektup, gazete yazıları ve fotoğraflardan, dedesinin bir zamanlar İspanya iç savaşına katılmış olduğunu öğrenir. Merakla mektupları okumaya başlar. Geçmişe, 1936 yılına döneriz. İngiltere’de bir sinema salonunda, komünist partili gençlere, İspanyol bir militan tarafından, İspanya iç savaşına ait belgesel görüntüler seyrettirilmektedir. İspanyol genç, Cumhuriyetçiler adına savaşacak gönüllü askerler toplamak için propaganda yapmaktadır. İzleyiciler arasındaki David de İspanya’ya gitmeye karar verir. İspanya’ya vardığında kısa bir askeri eğitim aldıktan sonra cepheye gönderilir. Cephede dünyanın birçok yerinden gelen gençlerle birlikte çatışmalara katılır. Faşistlerin elinde bulunan bir köye yapılan baskın sırasında grubun asi üyesi Coogan öldürülür. Coogan’ın yalnız kalan sevgilisi Blanca ile David arasında duygusal bir ilişki başlar. Bu arada, militanların faşistlere karşı başlarına buyruk savaşmalarını istemeyen Cumhuriyetçi hükümet, milis gruplarının askeri orduya katılmasını zorunlu kılar. Ancak buna birçok milis karşı çıkar. Bir gün David, genç militanlara atış talimi yaptırırken kolundan yaralanır ve tedavi için Barcelona’ya gitmek zorunda kalır. Kadınların savaşmaları da yasaklanınca, ki bundan böyle kadınlar cephede sadece aşçılık ve hemşirelik gibi işlerle uğraşabileceklerdir, Blanca David’in peşinden Barcelona’ya gelir. Ancak Blanca, David’in milislerden ayrılıp tugaya katıldığını öğrenince David’i Barcelona’da bırakarak cepheye geri döner. Belli bir süre sonra, içinde bulunduğu anlamsız durumu fark eden David, tugaydan ayrılıp arkadaşlarının yanına, cepheye geri döner. Finale doğru, cepheye gelen hükümet askerleri ile aralarında çıkan bir tartışmada Blanca öldürülür. Blanca gömülürken David, Blanca’nın mezarından aldığı bir tutam toprağı mendiline koyar. Filmin sonunda, şimdiye döndüğümüzde, David’in cenaze töreniyle karşılaşırız. Dedesinin tüm yaşadıklarını okuyan genç kız, David’in mezarına mendildeki toprağı boşaltmaktadır.
Kuru bir tarih dersi niteliğinde olan birçok iç savaş filmi örneğinin arasından, belgeselci tarafı ve doğal oyunculuğu ile sıyrılıyor film. Aynı “Libertarias” gibi. Film, oyuncuların duygularını yakından takip ediyor. Bunun en güzel örneği, köy baskınından sonra köylüler ve milisler arasında yapılan uzun toplantı sahnesi. Yaklaşık on dakika süren ve direkt olarak filmin gidişatına pek bir şey katmayan bu sahnede, toprakların nasıl dağıtılıp işletileceği tartışılıyor. Aynı amaç uğruna savaşan milis grupları ile tugay arasındaki çatışma sahnesinde, bu gereksiz kavganın anlamsızlığını karşıt taraflardaki iki İngiliz’in diyalogu ile veren Loach’ın, dramatik etkiyi artırmada ve kontrol etmede ne kadar usta olduğu gözlemleniyor. Ayrıca Loach’ın, filmin belgeselci tavrını korumak amacıyla, bilinçli bir şekilde, doruk noktayı olabildiğince törpülemiş olması da gözden kaçmıyor.
Loach’a göre “Ülke ve Özgürlük”, ihanete uğrayan bir devrimi anlatırken, aynı zamanda böyle bir anın Avrupa’ya bir daha gelip gelmeyeceği sorusunu soruyor. Ona göre dışarıdan gelenlere kendi tarihlerini anlatmaya izin vermekle İspanyol’ların ne kadar cömert insanlar olduğu bir kez daha kanıtlandı. “İngiltere’ye gelip, büyük maden işçisi grevindeki bir İspanyol maden işçisinin yaşadıkları hakkında bir film çevrilmeye kalkılsaydı, aynı hoşgörüyle karşılanacağından emin değilim.” diyor ayrıca Loach.
Üçüncü film, büyük İspanyol yönetmen Carlos Saura’nın “Ana ve Kurtlar”ı (Ana y Los Lobos). İç savaşın başlangıç tarihinden 36 yıl sonra çekilmiş olan filmin başrollerinde Geraldine Chaplin (Ana), Rafaela Aparicio (Yaşlı Anne), Jose Vivo (Juan), Fernando Gomez (Fernando) ve Jose Maria Prada (Jose) oynuyor. Uçsuz bucaksız topraklar üzerine kurulmuş saray yavrusu eve, üç küçük kızın bakımı için, dadı olarak gelen İngiliz asıllı Ana, bu evde çeşitli zorluklarla karşılaşacaktır. Evin yaşlı, yarı felçli ve otoriter annesi, Ana’ya karşı büyük bir güvensizlik duyar. Evin erkekleri Juan, Fernando, Jose birbirlerinden oldukça farklı üç kardeştir. Juan, Luchy ile evli ve üç kız babasıdır. Kadınlara ve cinselliğe aşırı düşkünlüğü saplantıya dönüşmüştür. Jose, subaylıktan ihraç edilmiş, ancak diktatörlüğe ve askeriyeye olan tutkusundan dolayı silah ve üniforma koleksiyonu yapan bir fetişisttir. Üçüncü kardeş Fernando ise din maskesinin altına saklanan bir sahtekardır. Üç kardeş, Ana’yı birer arzu nesnesi haline getirmişlerdir. Bir süre sonra kendini güvende hissedemeyen Ana, gördüğü baskıların da etkisiyle evden kaçmaya karar verir. Ancak üç kardeş yolda Ana’ya pusu kurar; Juan tecavüz eder, Fernando saçlarını keser, Jose ise iki kurşunla Ana’nın beynini dağıtır. “Ana ve Kurtlar” filminin önemi, İspanya iç savaşının izlerini anlatmasında yatıyor. Filmde, İspanya iç savaşının oluşumunda en büyük rolü oynayan diktatör Franco’nun yasakladığı üç şey simgeleniyor; cinsellik, din ve askerlik (siyaset). Savaş sonrası İspanyol toplumunda bastırılmaya çalışılan bu üç büyük güç, iç savaş sırasında oldukça etkendi. Aslen Charlie Chaplin’in kızı ve bir süre Carlos Saura’nın eşi olan Geraldine Chaplin’in usta oyunculuğu, filmin başarısına büyük katkı sağlıyor. Ana, “Ülke ve Özgürlük”deki David gibi bir yabancı gözüyle, İspanya iç savaşının etkisinden kurtulamayan 70’li yılların İspanya’sındaki olumsuzluklara bir anlam veremiyor ve “Libertarias”daki Maria gibi çaresiz kalıyor.
Nazi Almanya’sı ve Stalinci SSCB arasındaki karşılaşmaya zemin hazırlayan İspanya iç savaşını “Libertarias”, “Ülke ve Özgürlük” ve “Ana ve Kurtlar ” filmleri sayesinde, başlangıç dönemini, ilerleme safhalarını ve yıllar sonra bıraktığı izleri bir kez daha hatırlıyor ve hiçbir ülkenin bu tarz elim olaylarla karşılaşmamasını diliyoruz.