Kan biraz daha kan!
Banu Bozdemir
Görünüm olarak bu kadar salaş bir oyuncunun, yani Julie Delpy’nin güzelliği için kan akıtmaktan yılmayan bir kontesin hayatını anlatması ve oynaması bir hayli ironik duruyor. Before Sunset ile konuşturan, Üç Renk:Beyaz’da çarşaflı görüntüsüyle filme bir hayli övgü kazandıran aktristin Paris’te İki Gün filminde yönetmen olarak imzası olduğunu da ekleyelim…
Film, tarihin en kana susanış kadın seri katili Kanlı Kontes olarak da bilinen 16. yüzyıl kontesi Elizabeth Bathory’nin hayatını anlatıyor. Efsanenin özünde 650 kıza işkence yapıp öldüren ve onların taze kanlarıyla yıkanıp, gençlik bulma sevdalısı kontes var. Kontes bir seri katil ama, film gerilim kısımlarını çöpe atıp, psikolojik olanın peşine doğru dramatik bir şekilde sürükleniyor. Kanla hayat bulmak bilindiği vampirlere has bir devinim. Karanlıkta onların güç bulduğu bir renk alaşımı… Kurtadam Pariste’nin güzel Serafine’in eli kanlı bir avcıya dönüşmesi Delpy’nin bu tarz filmlere olan ilgisini de az çok ortaya koyuyor.
Hırslı kontes, genç bir erkeğin aşkını yaşlı olduğu için kaybettiğini düşünüyor. Tam yataklara düşmüş, güçten kesilmişken bir mucize oluyor ve kontes ihtiyacı olan şeyin bir bakirenin kanı olduğunu şıp diye keşfediyor. Bakirelerin kanı, oluşturulan ‘sıkma’ sistemiyle kontesin tenine ‘şıpır şıpır’ damlıyor. Bu arada filmin 1560’lı yıllarda ve tarih formlarda geçtiğini de ekleyelim. Tabii bir de Macarlarla Türklerin bitmez tükenmez düşmanlığı da filmin satır aralarında bir hayli komik bir şekilde yer alıyor. Daha doğrusu Delpy senaryosunu da yazdığı filme ‘günde üç kere’ formülü şeklinde ‘Türkler şöyle, Türkler böyle’ replikleri serpiştirmiş. Hamasi duygulara girmeden, sadece komik buluyorsunuz bu gereksiz serpiştirmeyi…
Filmi bir kadın yönetince haliyle, filmin duygusu da kadınca ilerliyor. Filmde aslında bir iktidar ve güç savaşımı var ama bir süre sonra olay kontesin kendi içindeki güç savaşına dönüşüyor. Lezbiyen duygular, kurt adamı formuna bürünmüş bir erkek, her geçen gün kurban edilen genç bakireler, karanlık ortamlar filmin vasat havasına pek fazla bir şey eklemiyor… Sadece gurur, intikam ve aşk duygularının derin kıskacında kalan bir kadının yansımalarına tanık oluyoruz. Kontesin gençlik iksiri olara kullandığı genç kızlara olan yaklaşımının naifliği, olayın bir süre sonra bir erkeğe olan duyguları aşıp kendi içinde bir devinime dönüşmesi, ölen kızların cesetlerin ortalıkta dolaşması ama kimsenin görememesi gibi durumlar filmin gerçeklik ve efsane duygusu arasındaki git-gellerini fazlasıyla ortaya koyuyor. Vasat ama bir kadının duygusal olarak yapabileceklerini anlamak açısından ilginç bir deneyim olabilir.