Fırat Sayıcı
Kovaladıkça kaçan ateş böceği misin?
Bundan birkaç ay önce özel bir gösterimde bazı sahnelerini izleme fırsatı bulduğum, heyecanlandığım ve sabırsızlıkla beklediğim “Halk Düşmanları” şu an vizyonda. Filmi izlerken hayal kırıklığına mı uğradım, yoksa beni fazlasıyla mı tatmin etti, emin olamamıştım. Hafızamdaki sinema kilerinde dinlendirmeye yatırdığım film, aradan birkaç gün geçince yavaş yavaş tatlandı.
Brian Burrough’un gerçeklere dayanarak yazdığı “Public Enemies: America’s Greatest Crime Wave and the Birth of the FBI, 1933-34” adlı kitaptan yola çıkılarak yapılan film, Amerika’daki büyük buhran döneminde geçiyor. Banka soygunları ile tanınan John Dillinger halk tarafından sevilen bir suçlu. Bunun sebepleri arasında, soygun sırasında orada bulunan banka müşterilerinin paralarına dokunmaması, onlara zarar vermemesi ve kadınların yanında asla küfür etmemesi yer alıyor. Yakalandığı zamanlarda gazetecilere verdiği demeçlerle de halkın gözüne girmeyi başarıyor. Soğukkanlı ve bir o kadar da centilmen olan Dillinger rolü için önce Leonardo Di Caprio düşünülmüş ancak Martin Scorsese’nin bir filmi için Di Caprio projeden ayrılınca yerine Johhny Depp getirilmiş. İyi de olmuş. Zira, Di Caprio’nun bu role uymayacağını kestirmek çok da zor değil… Kendisine üvey babasını hatırlatan ve küçükken hayran olduğu John Dillinger’i canlandıran Johnny Depp, sinema camiasında çoktan kesinleşmiş oyunculuk gücünü bir kez daha sergiliyor. Son zamanlarda içinde bulunduğu işlerde (Bknz. “Kara Şövalye” ve “Terminatör”), yan rollerin gölgesinde kalan Christian Bale, canlandırdığı Melvin Purvis karakteriyle çizilen karizmasını az da olsa toparlamışa benziyor. Karşılıklı oynadıkları nezarethane sahnesinde ise, iyi gözlem yapan bir seyirci, Depp’in Bale’e oyunculuk alanında attığı sinsi gollere tanık olabiliyor. Oscar’lı aktris Marion Cotillard, küçüklüğünden beri itilen, dışlanan ve alt tabaka işlerinde karın tokluğuna çalıştıktan sonra Dillinger’la tanışarak hayatını kökten değiştiren Billie Frechette’i başarıyla canlandırıyor. Depp ile kurdukları ilişki, seyircinin bu aşkı daha iyi kavrayabilmesini sağlıyor. Bunların haricinde James Russo, Channing Tatum, Emilie De Ravin, Giovanni Ribisi, Leelee Sobieski gibi, sinema ve dizi piyasasından tanıdık yüzler, ara sıra minik süprizler olarak karşımıza çıkıyor. Final sahnesinde, Dillinger, iki bayan arkadaşı ile birlikte gittiği sinemada 1934 yapımı, Clark Gable, William Powel ve Myrna Loy’un baş rollerinde oynadıkları“Manhattan Melodrama” adlı filmi seyrediyor. Tabiri caizse “gangster” kavramını ve bu işle uğraşanların sonunun nereye varacağını anlatan klasik, Dillinger’in bazı şeyleri görmesini sağlıyor ama nafile…
Oyunculardan ve yönetmenden sonra filmi başarılı kılan en önemli unsur sanat yönetimi… 30’ların başındaki Amerika’nın yeniden tasarlanması adına, kıyafetler, dekorlar ve aksesuarların doğru kullanımı yanı sıra, bina ve sokak tasarımlarının gerçekçiliğe katkısı büyük. “Halk Düşmanları”nda aklıma takılan tek şey filmin ‘HD’ kamera ile çekilmiş olması. Özellikle gündüz çekimlerinde ya da silahların konuştuğu dolayısıyla karanlıkta aniden parlamaların yaşandığı sahnelerde, ışık patlamaları yaşanmakta. Bu tarz sahnelerde filmden çok, filmin kamera arkası sahnelerini seyrediyormuşsunuz izlenimine kapılabilirsiniz. Ancak bu olumsuzlukları saymazsak dijital görüntünün, filme gerçekçilik hatta belgeci bir tutum kattığını da söylemek mümkün. Filmin en çok eleştiri alan tarafı tarihsel hatalar ve devamlılık sorunları içermesi… Meraklısı için konuyla ilgili uzun bir liste imdb’de mevcut. “The Last of the Mohicans”, “Köstebek”, “Heat”, “Ali”, “Collateral” ve “Miami Vice” gibi işleriyle Hollywood’daki yerini sağlamlaştıran Michael Mann’e olan güvenim bir kat daha arttı. Sayesinde, iddialı biyografi filmlerinden biri daha, sinema tarihinde şimdiden yerini aldı.