Kerem Akça
1930’da üretime başlayan gangster filmleri, 1972’de “Baba”nın çekilmesiyle birlikte ‘epik gangster filmi’ adı altında yeniden zirve yaptı. “Kara Şövalye”nin üretildiği 2008 ise, türün ‘fantastik gangster filmi’ geleneğinin yolunu açmasına ön ayaklık edecek gibi gözüküyor.
‘Suç’ meselesi Amerikan sinemasının tarihinde çoğunlukla ülke, politik veya ekonomik bir açmaza düştüğü zaman zirve yapar. Çünkü ABD, kendini bu dönemdeki karışıklıklardan dolayı suçlu bulur ve bu durumu yoluna sokmak için de yoğun çarba harcar. Bu çabanın en kolay ve önemli alanı ise sinemadır. Zira görsel sanatlar içinde en çok takip edilen kulvardır sanat dalı. 1. Dünya Savaşı, Büyük Bunalım dönemi, 2. Dünya Savaşı, Post-Vietnam dönemi gibi periyodlar, suç filmi için önemli yükseliş devrelerinin yolunu açmışlardır Hollywood’da.
1.Dünya Savaşı sonrasında 1930’da gangster filmi başlayıp, 1940’a kadar aktifliğini sürdürmüştür. 1942’de ise Büyük Bunalım Dönemi’ne istinaden kara film devreye girmiştir. Post-Vietnam döneminde ise epik gangster filmi ve kara filmi renkli bir tuvale kavuşturan neo-noir doğmuştur.
Bizim konumuz olan ‘gangster filmi’ne döndüğümüzde, “Underworld” (1927), “The Doorway to Hell” (1930), “Küçük Ceasar” (“Little Ceasar”) (1931), “The Public Enemy” (1931) ve “Yaralı Yüz”ün (“Scarface”) (1932) türü başlatan ilk örnekler olduklarını söyleyebiliriz. ABD’de ‘mob film’ olarak bilinen bu tür, aslında kara film ile çok ince hatlarla ayrılır. Bu sebeple de çoğu zaman onunla karıştırılmıştır. Öncelikle gangster filmi, gangster ve mafya adı verilen yeraltı dünyasından suçluların hikayelerine odaklanır. Bu sebeple de biyografik film türüyle de yakından akrabadır aslında.
Tabii böyle bir gerçekliğin izini sürmesi, ille de ‘gerçek gangsterler’in hayat hikayesinin üzerine gittiği anlamına gelmez. Aksine 30’ların ilk yarısının ortaya çıkan bu tür örneklerinde, dönemin suç öykülerinden esinlenerek oluşturulan yarı gerçek yarı kurmaca hikayeler görürüz.
Joseph Von Sternberg imzalı “Underworld”, türün ilk örneği olarak bilinse de sessiz dönemde olduğundan ‘gangster filmi’ adına çok da belirleyici bir işlevi yoktur. Bu sebeple de gangster filmlerinin has figürü James Cagney’i ‘Halk düşmanı Tom Powers’ ve ‘Küçük Cesar’ rollerinde izlediğimiz “The Public Enemy” ve “Küçük Ceasar”, türü başlatan esas filmler olarak anılırlar. Bunlardan her ikisi de belgesel özelliklerini öne çıkararak, karakterlerin hayat hikayelerini tarihler üzerinden anlatmayı seçmişlerdir. Normal bir insanken nasıl suç eğilimi gösterdiğine odaklanırlar bu kişilerin. Cagney’nin ‘bebek suratlı’ hali ile daha korkutucu ve gizemli bir mizaca bürünmesi ise türün tarihi açısından önemlidir. Zira bu haliyle, Fritz Lang’ın sinema tarihinin ilk kara filmi örneğini verdiği “M”deki Peter Lorre ile aynı tarihte çıkması bir tesadüftür. Ama korkunç bir gerçektir. Zira oradaki suçluyu canlandıran Lorre da Cagney ile benzer bir mizaca sahiptir ve katil olmasına inanmak güçtür. Bu da kara film ve gangster filminin; ‘gizemli’ ve ‘üç boyutlu’ okumalarını bize anlatan bir şeydir aslında.
30’ların sonunda da normal olarak Cagney’den güç alan “Kirli Yüzlü Melekler” (“Angels with Dirty Faces”) ve “Kükreyen Yirmiler” (“The Roaring Twenties”) gibi tür örnekleri üretilmiştir. Yine Amerikan toplumunun yarattığı katiller üzerine birer denemedir bunlar. “Kirli Yüzlü Melekler”, sonradan üreyecek ‘gang film’ (çete filmi) alt türüyle de akrabadır. Zira bir çocuk çetesinin içinde suç eğilimi göstermeye başlayan karakterin hikayesine uzanır aslında.
Sonuç olarak bu dönem, ABD’de toplumsal düzene zarar veren tehlikeli suçluların temizlenmesi gerektiğini öğütleyen filmlerin üretildiği bir süreçtir. Zira bu filmlerin sonunda katiller derslerini ‘ölerek’ alırlar. Tabii başta 1932 tarihli “Yaralı Yüz” (“Scarface”) olmak üzere Howard Hawks, Michael Curtiz, Raoul Walsh gibi sonradan piyasada önem arz edecek yönetmenlerin, tür örneklerinde çalışmaları da bir hayli ilginçtir. Öyle ki kara film ve gangster filmi, sinemada en stilize ve akılda kalıcı sahnelerin üretildiği alandır aslında. Zira Hawks’un “Yaralı Yüz”ün açılışındaki cinayet için gölge oyununa (ki bu, kara filmde devreye girecek chiaruscuro ışık oyununun da ilk kullanımlarındandır) başvurduğu kaydırmalı plan sekans, hala akıllardan çıkmayan bir yönetmenlik numarasıdır. Son olarak bu dönemde, alt açı, üst açı, eğik açı gibi kullanımların olmasına karşın kara filmdeki kadar aktif bir konuma yerleştirilmediğini de ekleyelim. Yani gangster filmi, kara filmin gramerini biraz olsun etkilese de, aslında ikisi birbirinden farklılaşır. En basitinden chiaruscuro ışık oyununun ilk kez “Yaralı Yüz”de kullanılmasına karşın, sonradan daha aktif bir rol üstlendiğini söyleyebiliriz.
1942’de “Malta Şahini”nin çekilmesi ile suç filmindeki yerini kara filme (film-noir) bırakan gangster filmi, aslında arada 1945 yılında çekilen “Dillinger” gibi örnekler de vermiştir. Ancak esas olarak, Yeni Hollywood geleneğinin 1967’de devreye girmesinin ardından 1972’de “Baba”nın (“The Godfather”) çekilmesiyle dirilmiştir. Francis Ford Coppola imzalı yapıt, 1950’lerin sonunda kara filmin miyadını doldurması fırsatını ‘lovers-on-the-run yol filmi’ gibi başka türlerin içinde çıkış arayarak değerlendirmek isteyen gangster filmini yeniden zirveye taşıyıp, aslında modern bir zemine yerleştirmiştir. Babadan oğula padişahlık sistemiyle geçen mafyanın sistemine içeriden bir bakış atar film. Ancak bu sefer tür, epik bir hale gelmiştir. Zira eskiden 80-90 dakikada halledilebilen ve belge değeri olan tür örnekleri vardır. Coppola’nın filmi ise aile draması gibi ilerlese de “Yaralı Yüz” ile başlayan çatışma sahnelerini de içine dahil edip geliştirir. Öyle ki bundan önce aslen cinayeti ve şiddeti göstermeden etkilemek önemlidir. Ancak filmin, esas öne çıkan tarafı anti-kahramanını sevdirmesi ve onunla katharsis bağı kurmamızı sağlamasıdır. Tabii türü, renkli döneme transfer etmesi de bunlara eklenir. 70’lerin film grameri ile 30’ların film grameri arasında derin farklar vardır. Bu gelişimlerle birlikte serinin üç filmi de üç saat civarında seyreder. Zaten onun izini süren yeni gangster filmlerinin de süreleri 2.5 saatin altına inmez. Öyle ki türün, daha önemsenir hale getirir bu yapıtlar.
Tabii Coppola’nın filminin üretilmesi, daha çok iki devam filmi çeken kendisine yaramasına karşın yine de “Bir Zamanlar Amerika’da” (“Once upon a time in America”), “Sıkı Dostlar” (“Goodfellas”), “Casino” gibi tür örneklerinin üremesini de sağlamıştır. Ancak bu eğilim, gangster filmi ile akraba alt türlerin de yolunu açmıştır. Bunlardan özellikle siyahi sinemadaki gangster filmi ‘hood film’, Hong Kong sinemasındaki gangster filmi ‘triad film’, çete filmi ‘gang film’ ve gangster filmini komedi ile iç içe geçiren ‘kara komedi’ öne çıkmıştır. Birincisine John Singleton’ın ilk filmi “Boyz n the Hood”u (1991), ikincisine “A Better Tomorrow”, “Hard-Boiled” gibi John Woo filmlerini, üçüncüsüne “Dışarıdakiler” (“The Outsiders”), “The Warriors” (1979) gibi eserleri, sonuncusuna ise “Miller Kavşağı”nı (“Miller’s Crossing”) örnek gösterebiliriz.
Ancak 2000’li yıllarda ‘epik gangster filmi’ halen “Şark Vaatleri” (“Eastern Promises”), “Köstebek” (“The Departed”) adlarında ‘gizli görevdeki polis filmi’ gibi formüllerin içinde kullanılsa da “Amerikan Gangsteri” gibi bir de safkan örnek vermiştir. Ridley Scott’ın o filminin yanında Michael Mann’in “Public Enemies” gibi 30’ların dünyasına saygı duruşunda bulunan eseri de mevcutlar dahilinde…
Fakat günümüzde esas önemli nokta, “Kara Şövalye”nin (“The Dark Knight”) çizgi roman uyarlamasının yani fantastiğin içine ‘gangster filmi’ni sokması. Zira Batman filmlerinin alışık olduğumuz kötüsü Joker ve çetesi, filmin esas kahramanları olarak öne çıkarılıyorlar orada. Bu da Batman odaklı iskeleti, Joker odaklı hale getiriyor. Üstüne üstlük “Baba”daki Don Corleone karakteri gibi Joker üzerine kurulan afişleriyle de böylesine yüksek bir gişe başarısı yakalamayı da başardı film. Tabii tüm bunların yanında başrol oyuncusu muamelesi yapılan Joker’i canlandıran Heath Ledger’ın Oscar’a uzandığını da unutmayalım. Yani gangster filmi artık ‘fantastik gangster filmi’ olarak yine melez tür ismi buldu kendine. Bunun da çizgi roman uyarlamalarının, fantastiği yavaş yavaş gerçekçi hale getirme mantığının bir uzantısı olarak algılayabiliriz. Ancak sesli sinemanın ilk dönemindeki ‘abartılı makyaj’dan bile daha abartılı bir makyajla sunulan Joker karakteri, şu sıralar ‘gangster filminin olgun kitlesi’ne son derece doyurucu geliyor. Bu da türün yönünü belli ediyor aslında. Zira sözünü ettiğimiz alt türlerden ziyade, A sınıfına yerleşerek stüdyoların birincil hammaddesi konumuna gelmiş durumda. Onun etkisinde filmlerin üremesi ise an meselesi. Şu anda ‘Halk Düşmanı James Cagney’, ‘Baba Marlon Brando’ ve ‘Joker Heath Ledger’ı yan yana koyunca ortaya çıkan fark, bu değişimin yönünü belirleyecek orası kesin!