Pelin Esmer ilk uzun metraj kurgu filmi 11’e 10 Kala ile İstanbul Film Festivali’nin Jüri Özel Ödülü’nü aldı. Aslında ödüllere yabancı değil Esmer. 2005 yılında çevirdiği Oyun belgeseliyle de birçok ödül almıştı. O dönemde bütün ilgiyi üzerinde toplayan Pelin Esmer yeni filminde yine bizi kendine hayran bıraktı. Esmer’in gerçek hayatta kendi amcası olan karizmatik Mithat Esmer’in hikayesi filmin odağında yer alıyor. Hayatı koleksiyon yaparak hazmeden Mithat Esmer’in rol arkadaşı ise Nejat İşler. Bu farklı ikili yönetmenin düşlerinde sıcak ama birbirinden uzak bir yaşam yolculuğuna çıkıyorlar. Biz bu yolculukla beraber Pelin Esmer’in de sinemadaki yolculuğunu röportajımızın konusu yaptık. Esmer filmindeki kahramanların güven peşinde koştuğunu, kiminin bu güveni emniyetli bir evde, kiminin sevgide kiminin ise koleksiyonda bulduğunu söylüyor. Belki de bu sözleriyle yönetmen hayata karşı güveni kalmamış insanların sözcüsü oluyor. Zaten Esmer’in bu duruşu da ilk kurgu filmini yapmasına rağmen onu sinemamızda farklı bir yere koymamıza sebep oluyor.

 

2005’te Oyun filminden dört yıl 11’e 10 Kala ile izleyici karşısına çıktınız. Bu arada neler oldu?

 

Bir kere “Oyun”dan sonra bir süre ara vermek istiyordum. Hem festivaller de çok oldu o arada. Ama bir süre sonra 11’e 10 Kala üzerine çalışmaya başladım. Onun ön hazırlığı ve çalışması uzun sürdü. Çünkü ancak olgunlaştı ve senaryonun hazır olduğuna inanmadan da çekmeyecektim. Zaten çok uzun süredir aklımda olan bir projeydi fakat hazırlanması uzun sürdü. Sonra Cannes’ın Paris’te bir residance’ı vardı. Genç beş yönetmeni projeleri üzerine çalışmaları için oraya davet ediyorlar. Orada 11’e 10 Kala’nın senaryosunu yazdım. Dört buçuk ay Paris’te kaldım. Bu sürenin, uzaklaşmak ve senaryoya yoğunlaşmak adına bana çok faydası oldu. Aslında Paris’te olmanın ekstra bir katkısı yok. Fakat ait olmadığın bir dünyada yazmak besleyici oldu. Çünkü burada çok biriktirmiştim zaten, yani cebimde bir sürü şeyle gittim. Orada daha sükunetle yazabilme şansım oldu. Ama senaryoyu Istanbul’a dönünce bitirdim. Noktayı özellkile İstanbul’da koymak istiyordum. Sonra haliyle para bul, bulama, bulduğunla yap… Ama yine de yurt dışındaki filmlere göre çabuk oluğunu düşünüyorum.

 

2002’de çektiğiniz “Koleksiyoncu” 11’e 10 Kala’nın temelini oluşturuyor gibi. Aynı konuyu geliştirmenizin sebebi nedir?

Koleksiyoncu üzerine sorularım henüz bitmemişti. Merakım dinmedi, dinene kadar da peşinden gitmem gerekiyordu. Çünkü sonuçta o film bir anlmada benim girizgahımdı, bende daha çok soru oluşturdu ve o soruların cevabını bulmaya çalışmanın yolu da film yapmak.

 

Filmin Mithat Bey’le ilgili olan bölümleri belgesel ağırlıklı, onun dışında Nejat İşler’in canlandırdığı kapıcı karakterinde, apartman yöneticisinde, sahaf karakterinde sanki sizin kurgunuz ve renginiz daha fazla işin içine giriyor. Bu noktada bir tepkiniz söz konusu diye hissediyorum. Buna yorumunuz nedir?

 

Kişisel olarak benim orada Mithat Bey tarafında, diğerlerine karşı bir duruşum yok. Ben Mithat Bey’le Ali’yi anlamaya çalışıyordum. İkisinin kesiştiği noktada bir olay vardı. Bu olay aslında hepimizin her gün, her ay yaşayabileceği bir şey. Hepimiz evimizden, işim,zden, sevgilimizden olabiliriz şu ya da bu sebeple. Oradaki apartman sakinlerinin de kendi yaşam tercihleri açısından geçerli sebepleri var. İnsanların kendi istekleri dışında evlerinden, yurtlarından edilmelerine bir vatandaş olarak tabii ki karşıyım. Ve böyle bir güvencemizin olmaması da sorgulanacak bir şey. Ama filmde bu Mithat Bey ve Ali dışında diğer apartman sakinlerinin kendi arzuları ve tercihleri, orada önceliklerin çatışması söz konusu. Hepimiz bir güven arayışı içindeyiz..Ama bu güven arayışının okları farklı yöne olabilir. Filmde Mithat Bey kendini koleksiyonlarının yanında bütünleşmiş ve güvende hissediyor, diğer apartman sakinleri de depreme dayanıklı daha iyi koşullarda bir evde yaşayarak. Ve bunların birini diğerine göre daha haklı görmüyorum. Kimi sevgide o güveni bulmaya çalışıyor, kimi daha emniyetli bir evde, kimi koleksiyonunda. Belki de apartmanın adının Emniyet olması tesadüf değildir.

 

Nejat İşler seçimi de sizin filminizin içeriği anlamında çok riskli olabilecek bir seçim. Nejat İşler nasıl çıktı ve ne düşünerek onu tercih ettiniz?

 

Risk almadan sinema yapılmaz ki. Nejat hem oyunculuğu hem de hayatında biriktirdikleriyle bu filme çok uygun bulduğum bir oyuncuydu, Mithat Bey’le de çok doğru bir ilişki kuracağını hissettim. Oyuncu olmayan özel bir karakterle karşılıklı oynamak, ben oyuncu değilim ama, hem zor hem de cezbedici bir şeydir herhalde diye düşünüyorum. Önemli olan ben aralarından çekilip, onları kameranın önünde yalnız bıraktığımda birbirleriyle kurdukları ilişkiydi. Onu izlemek çok hoştu.

 

Peki Mithat Bey sizin amcanız. Bu işe o nasıl yaklaştı?

 

Çok genç olmasına rağmen 83 yaşında, koleksiyonunun talep ettiği belli bir düzene alışmış bir koleksiyoncu için film çekimi kendi deyimiyle pek çok “lüzumsuz tefarruat”la dolu bir iş. Ama ekipçe mümkün olduğunca onun koleksiyonculuğunu aksatmamaya özen göstererek, zorlukları ve hoşluklarıyla çekimleri tamamladık. Bu filmin yapılmış olmasından dolayı çok mutlu olduğunu festival izleniminden sonra dile getirdi ve yaşattı. Aldığım en önemli ödüldü bunu duymak. Belki ben de kendimce onun koleksiyonunu yaptım.

 

Filmler koleksiyonuna bir şey kattı mı?

 

Tabi filmin posteri ve DVD’leri gidiyor şimdi, çift çift.

 

 

Mithat Esmer’in oyunculuğu da beni şaşırttı. Çünkü filmde ona yemek yapan kadınla olan diyaloglarında kolay kolay profesyonel bir oyuncunun bile vermekte zorlanacağı ince, çapkın, hayattan zevk alan bir erkeğin diyalogları vardı.

 

O karakteri onun için yazdım. Bütün diyalogları onun ağzına uyacak, onun doğallıkla söyleyeceği şekilde yazmaya çalıştım. Çok zeki ve iyi bir oyuncu. Ayrıca hem Nejat’la, hem diğer oyuncularla beraber arada çok hoş süpriz diyaloglar da sundular bana.

 

Son dönem filmlere baktığımız zaman festivalde ödül alanlar çoğunlukla yeni film yapan insanlar ve sizin filminiz de dahil olmak üzere hepsinde ortak bir dil yok desek de ortak bir duygu var. O da gerçeklik duygusu. Her birinizin filminde gerçekliğin odakta olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda bir ortak dil söz konusu mu?

 

Belki de gerçeğin daha fantastik olduğunu kabul ettik! Ama genel bir yaklaşımdan bahsetmek doğru değil. Reha Erdem bu anlamda çok farklı sineması olan bir yönetmen mesela. Ama belki şunu söyleyebiliriz, karakterlerin hikayenin önüne geçtiği sinema önem kazandı. Beni cezbeden de ilk etapta karakterler oluyor. O da kendi hikayesini yanında getiriyor. Karakterlerin sahiciliği, hikayenin gerçekiliğinden daha önemli olduğu için gerçekçiğe daha odaklanılmış gibi görünüyor olabilir.

 

 

High-defination’un etkisini nasıl görüyorsunuz? Film estetiğiyle ilgili bir takım problemler yaratıyor mu?

 

Gösterim koşullarına bağlı olarak evet. Hd projeksiyon kalitesi yükselirse daha da iyi olacak. Şimdilik çekim kalitesi açısından hd’de bir problem yok ama türkiyede gösterim açısından daha çok iyi değil. HD ile kesinlikle daha çok malzeme çekebiliyorsunuz. Tabi zamanla dezavantaja dönüşebilir bu. Ama kontrollü olmak gerekiyor diye düşünüyorum, çünkü çok malzeme çekmek her zaman iyi film çıkacağı anlamına gelmiyor. Surpriz çekimlere, doğaçlamaya, gizli çekime çok olanak veren bir şey hd ama kolaylıkla insanı tembelliğe de itebilir. Önceden sahneleri düşünmek, tasarlamak, hayal etmek gerekiyor, çekimde tam tersini yapsan da.

 

Jüri Özel Ödülü aldınız. Bunun için ne düşünüyorsunuz?

 

Çok mutlu oldum tabi ki. Herkesin bir festivale girdiğinde bir ödül alması ile ilgili bir ümidi olur. Ben de ümit ediyordum, sonuçta sevindim.

 

Bundan sonra bir projeniz var mı? Varsa bu ne kadar bir zamana yayılacak?

 

Epey yoruldum ama kısa bir süre içinde dinlenirim diye düşünüyorum. Bu bitti hemen diğerine başlayayım diye bir hissim yok. Kafamda birkaç proje var, henüz hayal kurma kıvamında, olgunlaşınca hemen çekmek istiyorum.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.