Banu Bozdemir
Bu ay vizyona giren Sean Pean’in başrolünde ateşli bir eşcinsel savunuculuğuna soyunduğu Milk filminden yola çıkarak eşcinsel temalı filmlere göz atalım istedik… Bu tarz filmler ister gerçek hayattan uyarlansın ister kurmaca olsun, toplumsal baskının hedefinde olan, onun zorluğunu ve baskısını yaşayan kişi ve kişileri konu alıyor çoklukla. Beyazperdenin bu konuda engin bir deniz olduğunu o yüzden her filme ‘pembe ışık’ yakamadığımızı baştan söyleyelim…
Aslında vizyonu üç yıl öncesine dayanıyor ama bugüne kadar yapılmış eşcinsel temalı filmleri bir anda duman etti ve zirveye yerleşti. İki kovboyun aşkına dayanan Brokeback Mountain, ödülleri kucakladı, eleştirilerin de hedefinde kaldı. Ama genel olarak beğenildi… Eşcinsel temalı filmlerin ilklerinden olan The Children’s Hour /Tehlikeli Fısıltı ise sinema tarihinin iki güzel kadınını bir araya getirmiş. Audrey Hepburn ve Shirley Maclaine başrolde ve aralarında o yılların izin verdiği kadarıyla (1961) bir ilişki var. İkisi de öğretmen ve aralarındaki ilişki dedikoduya hazır bir malzeme. ‘Kadınlar arasında’ mevzusuna girmişken, Atıf Yılmaz’ın Düş Gezginleri filmini de anmadan geçmeyelim. Lale Mansur ve Meral Oğuz’un başrolü paylaştığı film, iki kadının ilişkisinden dem vururken toplumsal farklılıkları da gözden kaçırmıyor ve ortama ilişkiyi bulandırması için bir erkek de katıyor. 1994’te Toronto Gay Ve Lezbiyen Film Festivali’ne katılarak bir ilke dahi imza atmıştı. Aşk Yazım / My Summer of Love ise kendilerini keşfetme yolunda iki genç kızın yakınlaşmaları hatta tutkulu bir aşka dönüşen yaz maceraları şeklinde algılanabilir. Ama kızların yaşamlarının farklılığı da bu ilişkiye çanak tutan etkenlerden…
Erkekler Ağlamaz / Boys Don’t Cry’da Hilary Swank, gittiği kasabanın gizemli erkeği olarak rol keser ama ancak trajik ölümüyle açığa çıkar kadın olduğu…
Halit Refiğ’in 1965 yapımı Haremde Dört kadın filmi de Türk sinemasının ilk lezbiyen karelerini içerir. Çocuğu olmayan bir Osmanlı paşasının hayatına odaklanan filmde, paşanın karılarından Mihrengiz ve Şevkidil arasında yaşananlar filmi farklı boyutlara taşıyor. Atıf Yılmaz imzalı İki Gemi Yanyana da (1963) kadınlar arasında durumlara odaklandığı için o dönemde yasaklanmıştı.
Peter Jackson Heavenly Creatures / Cennet Yaratıkları filminde gerçek bir olaydan yola çıkıyor ve sonu cinayete kadar varan filmde Kate Winslet’e rol veriyor. Pauline ve Juliet’in birbirlerine ölümüne olan bağlılıkları ele alınıyor ve filmin seyri kızların kimseyi algılamayan ve sadece birbirlerine yönelen varlıklarıyla psikolojik ve fantastik bir gerilime doğru uzanıyor.
Kayıp ve Çılgın / Lost and Delirious bir roman uyarlaması ve Lea Pool imzası taşıyor. Film klasik lise filmlerinin eksenini üç kız arasında yaşanan ayrıksı ilişkiyle fark katmaya çalışıyor. İki kız arasında yaşanan ve diğerinin daha çok izleyici olduğu ilişki ekseninde aşk duygusu bir hayli ön plana taşınıyor.
Sevgiyi Ararken / Saving Face bir ana kız arasında sevgi ve nefret ilişkisine odaklanıyor. Kız bir dansçı kızla yakınlaşırken, annesi de kızının hayatını tekrardan kontrol altına almaya çalışıyor. Amerika’da geçen bir Uzakdoğu filmi diyebiliriz.
Wachowski Kardeşlerin yönettiği mafyatik bir ortamda geçen ve iki kadının yakınlaşmasıyla devam eden bir film Bound… Yönetmen kardeşlerin hatrına izlenir diyelim sadece…
Cani, güzel Charlize Threon’un altı erkeği öldürdüğü Alien Wournos’u canlandırdığı bir film. Selby ile tanışan Alien onu kaybetmemek için her şeyi yapmaya kararlıdır, adamları öldürmeye bile…
Aimee ve Jaguar hem tarihi fonda geçiyor, hem de biri Alman biri Yahudi iki kadının iki kere yasaklı ilişkisine odaklanıyor… Marleen Gorris’in şiirsel filmi Antonia’nın Yazgısı, dört kuşaktan kadının hayatını anlatırken, birisini farklı bir deneyimin içine sokmayı ihmal etmiyor. Her şeyin doğal bir fonda ilerlediği filmde iki kadının aşkı da gayet doğal duruyor.
Yavuz Özkan’ın İki Kadın’ı, Kutluğ Ataman’ın İki Genç Kız’ı, Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında’sı, Stephen Daldry’nin Saatler’i, İngmar Bergman’ın Persona’sı, Jean Claude Brisseau’nun Mahrem Şeyler’i, Pedro Almodovar’ın Annem Hakkında Her Şey’i, Anne Wheler’in yönettiği Beter Then Chocolate, Jamie Babbit imzalı But I’m ACheerleader, Charles Herman imzalı Kissing Jessica Stein de bu yazının satırları arasında yer bulacak filmler…
Erkekler arasında yaşananlara bakarsak Benim Güzel Çamaşırhanem, bir çamaşırhane ortamında doğan bir aşkı konu ediniyor. Stephen Frears iki erkek arasında bir aşkı anlatırken aynı zamanda Thatcher döneminde artan ırkçılığa ve şiddete de göz atıyor.
Mambo İtaliano hem İtalyan hem de gay olmanın şanssızlığına inanan Angelo’nun başından geçenler… Oliver Stone imzalı Alexander da büyük hükümdarın izinden giderken, onun eşcinsel tercihlerini de es geçmiyor. Birçok alanda değerlendirilebilecek Philadelphia, eşcinsel bir avukatın yaşadığı zorluklar üzerine etkili bir yapım olarak ilk akla gelenlerden… Ferzan Özpetek’i çektiği filmlerdeki eşcinsel temalar üzerine topluca ve kısaca bu kategoride anmak mümkün… Özellikle de Hamam’la… Aynı şey Pedro Almodovar filmlerindeki vurgular içinde geçerli… Mahsun Kırmızıgül’ün son filmi Güneşi Gördüm’deki Beyoğlu eksenli travesti hikayesini de es geçmeyelim…
Orhan Oğuz’un Beyoğlu’nun arka sokaklarında farklı ilişkilere odaklandığı Dönersen Islık Çal, Atıf Yılmaz’ın Gece, Melek ve Bizim Çocuklar ve Kutluğ Ataman’ın Lola+Bilidikid filmi tutunamayanlar tarzında bir eşcinsellik hali sunuyor daha çok…
Pasolini’nin hayatına mal olan Salo ya da Sodom’un 120 Günü, her türlü sapkınlığın içinde eşcinselliğe de yer açıyor… Farinelli, küçükken hadım edilen bir erkeğin abisiyle giriştiği garip bir oyuna odaklanıyor. Ama bildiğimiz anlamda cinsellik yaşanmasa da Farinelli’nin hali bu filmler arasında yer almalı gibi geliyor bana…
Visconti’nin Venedik’te Ölüm’ü de tek başına yolculuğa çıkan bir adamın genç bir erkeğe duyduğu tutkunun bakışı, adamın gençliğe bakışıyla özdeşleşmiş bir yorum içeriyor aynı zamanda. Cennetten Çok Uzakta / Far From Heaven kocasını bir gün başka bir erkekle yakalayan bir kadının arayışlarına, Carrington da eşcinsel bir yazarla, bir ressamın dostluk ve aşk ilişkisinde gelişen ilişkilerine eğiliyor. William Freidkin imzalı Cruising ise, 80’li yıllarad çekilen ama bize on yıl gecikmeyle ulaşan bir film… Crusing gayların takıldığı bir mekan. Orada işlenen cinayetin peşindeki bir polisle beraber eşcinsellerin hayatına dalıyoruz…
Katil Aşıklar / Les Amants Criminels François Ozon imzası taşıyor ve ormanda bir Hansel Gratel edasıyla ilerliyor ve eşcinsel dokundurmalar bir hayli kanlı bir şekilde hissediliyor. Çılgınlar Gemisi / Boat Trip konuya bir hayli komik yaklaşmayı hedefleyen filmlerden. İki kafadar kızlarla dolu bir tekneye bindikleri zannederler ama gemidekilerin hepsi gaydir. Zevk almaya çalışmaktan başka şansları yoktur. Vahşi Zerafet / Savage Grace uyarlandığı romanın hakkını fazlasıyla veriyor bir ailenin tarihine eğilirken, onların cinsel tercihleriyle de bir hayli ilgileniyor…
Frank Oz imzalı Vücut Dili / İn&Out biraz zorlayınca herkesin bedeninde bir eşcinsele ulaşabileceği yönünde eğlenceli bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Kırık / Bent, Nazi Almanyası’nda iki eşcinsel erkeğin koşullar yüzünden platonikliğin ötesine geçemeyen ilişkilerini anlatıyor. Buradaki simge gömlekler üzerinden dönüyor… Summerstown / Yaz Fırtınası iki erkeğin arasında geçse de kadınlar ve diğer erkekler de bu fırtınaya fazlasıyla eşlik ediyor. Yönetmen Marco Kreuzpaintner’in de hislerinin tercümesiymiş.
Tual bedenler, Barınak / Shelter, XXY, Transamerica, Latter Days, Cachorro, The Birdcage de bu yazının sınırlarına dahil olan filmler…
Sonuçta bu filmler dram ya da komedi yanıyla eşcinsellerin yaşamlarına ışık tutmaya çalışan filmler… Cinsel tercihler bir insanın yaşamını belirleyici olabilir ya da olamaz, bu koşullara ve toplumsal bakış açısına göre değişir… Bu ay vizyona giren Milk, bir eşcinselin yaşam haklarını savunmak için nasıl bir mücadele verdiğini ama bu mücadelenin bir yerde önünün nasıl kesildiğini anlatıyor… Ama neyse ki dertlere derman sinema var…