Fırat Sayıcı
Aşağı bakarsan düşersin!
Belgesel sinemanın usta sanatçı ve kuramcılarından John Grierson’a göre belgeselin üç temel ilkesi şöyledir… Belgesel sinema gerçek bir olayı yeniden sahneler. Doğal/Gerçek insan ve olaylar, uygar dünyanın perdede yorumlanmasından daha iyi bir yol göstericidir. Kendiliğinden oluşan hareketin perdedeki değeri sahte/yapmacık olandan çok daha fazla değer taşır.
74 yılında Fransız genç Philippe Petit, 2001’de bir terör saldırısıyla tarihin karanlık sayfalarına gömülen ikiz kuleler arasına gerdiği tel üzerinde yürüdü. Üstelik emniyetsiz… Aradan 34 yıl geçti ve asla, asla demeyenlere adanan bir belgesel çekildi; “Teldeki Adam”… Başta sevgilisi ve arkadaşları olmak üzere, kendine yardım eden tüm işbirlikçilerinin de tanıklıklarına şahit olunan bu ip üstündeki belgesel, bildiğiniz üzere bu yılın en iyi belgesel Oscar’ını hak etti. Kimileri, bunun ikiz kule hasretine ve dolayısıyla 8 yıldır süregelen Amerikan baskıcı hakimiyetinin verdiği egolara dayandığını düşündü. Kimileri ise, diğer belgesel adaylarının niteliklerinin zayıf olduğuna.
Hayatı boyunca kendini seyredenlerin yüreklerini ağzına getirerek ekmeğini kazanmış Fransız Philippe Petit, (sonradan yarı yolda bırakacağı) sevgilisi ve yakın arkadaşları tarafından asiste edilerek başarıya ulaşıyor. İşte bu dile kolay cümlenin açılımını yapan belgesel, canlandırma yöntemine, ilk ağızdan olayı yaşayanların şahitliğine, gerçek/belge görüntülere dayanarak gücünü katlıyor. Filmin en büyük artısı ise, girişte yazdığımız belgesel kurallarını, yine onları alaşağı ederek, en azından bazılarını görmezden gelerek bunu başarması. Öyle ki, çoğu zaman bir belgesel değil de, illegal yoldan iş yapmaya kalkan bir grup suç müptelasının heyecan dolu macerasını izliyormuşsunuz gibi geliyor. Şimdiki haliyle bile oldukça heyecanlı, hiperaktif ve eğlenceli bir kişilik olan Philippe Petit, filmin sonlarına doğru, arkadaşlarının söylemlerinin sertleşmesi ile kafanızda canlandırdığınız kişinin dışına biraz çıkabilir. Ama, her zaman güzellikler ve pohpohlamalar olacak değil ya… Hele ki, böyle eli yüzü düzgün ve eksiksiz bir belgeselde..
Bol ödüllü belgeselin yönetmeni ise İngiltere doğumlu James Marsh… Geçmişte yaptığı başarılı işleri de göz önüne alacak olursanız, belgesel kulvarında uzun vadede adını çok sık duyacağımız kesin. Yeter ki, Hollywood dişlisi, onu sıkı bir aksiyon çekmek için öğütmesin. Toparlayalım… Yüzyılın sanat suçu olarak lanse edilen, adrenalin ve somut verilere dayalı bu nefes kesen belgesel, Petit’in üzerinde yürüdüğü tel kadar sağlam. Grierson’un belgesel manifestosunun yapıtaşlarıyla kolkola karşı kuleye geçebilirsiniz. Yeter ki aşağı bakmayın!