Banu Bozdemir
Bir film çekmenin, insanın hayatını değiştirdiğini hep düşünürüm. İnsanın içine kapanıp, kendi açmazlarını tırnaklaması ne kadar kanırtıcı bir şeyse, kendi dünyayı çoğaltarak karşına sınmak da o derece rahatlatıcı bir şeydir… Sonbahar’ın hikayesi de böyle başlıyor. Sonbahar aslında zorlu bir süreci anlatıyor. İnsanın içinde yıllarca hapis kalan, belki de tırnaklanmış, didiklenmiş bir süreci bir şiir gibi sunuyor. İçindekini tüm dünyaya yayıyor Alper… Hani deriz ya, bir şeyi göstere göstere anlatmak değildir esaslı olan. Politik bir söylemin incelikleriyle, onu Karadeniz’in enginliğine yaymak, yeşilinde bastırmak, için gitmek isterken onu durdurmak… Donup kalıyoruz Sonbahar’ı izlerken…
Alper’le okul arkadaşıydık… O yüzden yılların onu içinde tuttuğu ve patlattığı şeyi çok iyi anlıyorum… İçindekini yıllara yayan o inceltme duygusunu… İnsan severek yapmak istediği ilk şeye hayatta en yakın olduğu şeyden başlıyor. Alper de politika ve Karadeniz’le başlıyor… Film hapishane koşullarından dolayı vücudu iflas etme noktasına gelen bir siyasi mahkumun, salınma hikayesiyle başlıyor… Bir nevi elimizde kalmasın durumu… O da hayata tutunmak için ana evine dönüyor… Yaşamın güldür güldür aktığı, gürbüz bir çocuk gibi neşeyle önümüzde uzandığı Karadeniz’e… Yaşam ve ölüm çelişkisini bu anlamda iyi veriyor Alper. Yaşayan, üreten bir doğa ve onun karşısında solukları gittikçe yavaşlayan bir yaşam… Bozkırda çekse bu kadar anlamlı olmazdı zaten… İnsanlar genelde yaşlanınca ölümü düşünür… Ama gençken ölümü düşünmek farklı ve zorlayıcı olsa gerek… Yaşamak için ölmek çelişkisini de düşünmek boğazın düğümlenerek… Filmi bunları derinden hissettiriyor.
Ölümü beklerken, ölüme inat, yüreğini hızlı hızlı çarptırıyor Alper karakterinin… Yusuf, kendisi gibi hayata tutunmaya çalışan, yabancılayan, bocalayan ve kendi içinde tırmalayan bir kadına gönlünü kaptırıyor… Bir an ölüm duygusunu alt ediyor… Onu karlı yaylanın arkasına fırlatıp atıveriyor… Ama karşı tarafta (ölüm) inatçı, bu inatçı bedeni ele geçirmeye kararlı…
Daha çok suskunluğun hakim olduğu, herkesin sanki bu ölüm merasimine saygıyla hazırlandığı bir film. İçsel olarak çok şey anlatan, Karadeniz’in hırçınlığını bir insanın içinde yavaş yavaş bir dingin göle çeviren bir film Sonbahar… Bir hüzün filmi, bir başkaldırı filmi… Herkese iyi geleceğine eminim… Herkesin kendini, süreci, bir şeylere tutunmak için mücadele etmek gerektiğini sorgulayacağı bir film… Bir de hemen Karadeniz’e gidesi geliyor ki insanın, o da ayrı duygu seli…