Fırat Sayıcı
Sessizlik içinde sesle dinlen ve dönme sese sessizlikten…
2008 Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülü alan “Lorna’nın Sessizliği”, gecikmeli de olsa Türkiye’de gösterime girdi. Giriş bölümü olmayan bir senaryoya sahip ve müzik kullanılmayan bu dingin film, iki kardeşin elinden çıkma. Belçika’nın orta yaş üstü iki emektarı Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler.
Lorna 30’lu yaşlarında genç bir kadın. Aslen Arnavut. Belçika’da daha rahat bir hayat sürmek ve çalışabilmek için, Claudy adlı bir eroinmanla anlaşmalı evlilik yapmış. Aynı evde yaşamalarına rağmen Lorna, Claudy’ye karşı mesafeli. Gece yatarken odasının kapısını kilitliyor, sabah işe giderken de, değerli eşyalarını koyduğu dolabın anahtarını saklıyor. Lorna’yı Claudy ile para karşılığı evlendiren çete liderinin kötü planları Claudy’nin ölümüne yol açıyor. Bir yanda memleketten sevgilisi Sokol, bir yanda ölmesini istemediği, uyuşturucu batağından çıkmasına yardım ettiği Claudy… Lorna için sessiz kalmaktan başka çare yok gibi görünüyor.
Ortalama bir seyircinin, herhangi bir filmin içine girebilmesi, fikir edinmesi veya filme karşı tutarlı bir önyargı geliştirebilmesi, yaklaşık 5-10 dakika alır. Filmi üreten kişiler için bu sürenin ve gösterilenlerin, anlatılanların önemi büyüktür. “Lorna’nın Sessizliği”ni izlerken sanki filmin başını kaçırmış, hikayeye ortadan dalmış gibi hissedebilirsiniz. Gayet normal… Ancak filmi seyretmeye devam ettikçe, Lorna’nın sessiz hayatına dahil oluyor, objektif bir yaklaşımla iç sesiniz Lorna’ya yol göstermeye çalışıyor. Senaryonun süsten uzak, sade temelinin üstüne, başrol oyuncuları Arta Dobroshi ve Jérémie Renier’in doğal oyunculukları direkleri çıkıyor. Çatıyı örmekse size kalmış.
Lorna’nın duygu ve düşüncelerinin evrimini film boyunca, tamı tamına gözlemlemek pek mümkün değil. Senaryonun en büyük artısı da bu olsa gerek. İnsan psikolojisi ve sosyoloji bilimlerine iyi bir toplumsal gözlem ekleyen Dardenne kardeşler, Lorna üzerinden Belçika’da yabancılık kavramının resmini çiziyor. İlk bakışta lokal bir mesele olarak görülse de olayı evrensel boyutlarda geçerlilik kılan bir anlatım tarzıyla noktalandırıyorlar; delirme, kişilik bozukluğu, şizofreni…
Şayet filmi seyrettiyseniz/seyrederseniz, son sahnede, Lorna’nın kendisini kapattığı, ormanlık alanda bulunan ahşap kulübe, sessizliğin somut simgesi olarak tanımlanacak olursa, başlıkta yer alan Viktor Segalen şiirini daha iyi çözümleyebilirsiniz. Tıpkı, sessizliği kendini ifade biçimi olarak kullanan bahtsız Lorna gibi…