Kerem Akça

Grease’in, müzikalde belli bir ekol başlattığı 30 yıl önce bilinmiyordu aslında. Ancak bunu 2006 tarihli High School Musical ve onun iki devam filmi ispatladı.

Sinema tarihindeki ‘gençlik müzikalleri’ kavramı, aslında bir dönemi anlatır. Özüne bakacak olduğumuzda “Grease”, 1978’de bu tür kırması formülün yolunu açmıştır. Bunu takiben 80’lerde ülkede, yükselen müzik eğilimiyle zirve yapan filmler çıkmıştır karşımıza. Günümüzde ise “High School Musical”, aynı formül ile şimdilik üç filmlik bir seri oluşturmuştur. Filmin TV’de hit olması ve kültleşmesi ise uyguladığı konsepti göz önünde bulundurursak hiç de şaşırtıcı değil aslında. Çünkü belli bir yaş grubundan samimi gençler ve eli yüzü düzgün koreografiyle kendi ölçülerinde başarıya ulaşıyor.

Peki tekrar geriye dönersek, bu formül için nasıl bir görüntüyle karşılaşıyoruz? Öncelikle müzikal türünün geçirdiği evreye bakmamız lazım. Bu bağlamda da müzikallerin ilk olarak 30’lu yıllarda karşımıza ‘müzikli aşk filmleri’nde ve ‘sahne odaklı drama’larda çıktığını görüyoruz. Bu formül, “The Broadway Melody” ve “42nd Street”te zirve yaptı. Fred Astaire ile Ginger Rogers’ın oynadığı filmlerde ise popüler hale geldi. Sonra ise yavaş yavaş renkli döneme geçildi.

O dönemde tür, en önemli yükselişini yaptı. Daha çok setlerin görkemi, kostümler ve üç boyutlu görsellik öne çıkıyordu. Richard Rodgers ve Oscar Hammerstein önderliğinde çekilen Broadway kaynaklı müzikaller sektörü etkisi altına aldı. Araya ise Vicente Minelli, Robert Wise gibi yönetmenler girdi elbette. 1951’de “An American in Paris”le tür adına en değişken örneğini veren müzikal, 1961’de “Batı Yakasının Hikayesi (“West Side Story”) ile bu dönemin yükselişini perçinledi. Bu iki film, Broadway sahnesini görkemli bir şekilde sinemasal hale getiriyorlardı. Bu doğrultuda da müzikaller 50’lerin başından 70’lere kadar ‘tiyatro ve müzik’ kaynaklı hale geldi. En çok da film sahnesini tiyatro gibi kullanmalarıyla dikkat çektiler. Müzikler ve sahne mantığı, yapıtların hammaddesini oluşturuyordu. Bu dönemde neredeyse her yıl bir müzikal sayısız dalda Oscar adayı oldu. Bunların hikayeleri ise genelde tarihin herhangi bir dönemini ve ABD dışında bir ülkeyi mesken tutarak hem oryantalist hem ilginç hem de peri masalıvari bir tat bırakıyordu. “Gigi” gibi Fransa’da yaşayan kahramanlar veya “Kral ve Ben”in kralı gibi Hindistan kökenli otorite simgeleri, türün kahramanları oluyordu.

Ancak aynen westernde olduğu gibi ‘klasik müzikal’in kuralları da bir süre sonra eskidi. 67’de “Oliver!”dan sonra bir türlü önemli bir yapıt çıkamadı. Böylece 70’li yıllar artık yeni bir müzikal modeli doğdu. Modern müzikal, Bob Fosse filmleriyle devreye girdi. “All That Jazz”, “Cabaret” gibi Fosse yapımı eserler yanlarına “Hair” ve “Tommy” gibi yine hayat hikayesi anlatan müzikalleri alarak bu dönemin atardamarını oluşturdular. Buradaki esas amaç ise paralel kurgu ile zirve yapmak ve hikaye kurgusu ile oynamaktı. Yani yeni bir sinema dili ve kurgu anlayışı gelmişti artık. Video klip estetiğinin de ilk adımları atıldı. Bunların son dönemine yetişen “Grease” ise bu müzikallerin arasından çıksa da, aslında kendine farklı bir kulvar açtı.

Bu kulvar, türün artık tür kırması örneklerine transfer olduğunu kanıtlıyordu. Bir gençlik-müzikali olan eser, kitsch görsel yapısıyla kült bir kitle yakalarken, hikayesi 50’lere uzansa da dokunabileceğimiz karakterlerin arasında bir aşk hikayesi sunarak, müzikalin kalıplarını daha gerçekçi hale getiriyordu. Broadway tonunda klasik müzikler devam etmesine karşın gençlerin neşesi ve samimiliği filmin başarısını ve başyapıt düzeyine gelmesini destekleyen unsurlar oluyordu. “Grease” sonrasında ise “Saturday Night Fever” gibi tür kırması örnekleri gördük aslında. Ancak daha çok 80’lerin popüler müzik eğilimini arkasına alan “Flashdance” ve “Fame” gibi biçimci yönetmenlerin müzikli gençlik filmlerini izledik. 1987 yapımı “Hairspray”in Grease’in formülünü bozmak isteyen ayrıksı tavrı da bu dönemin en dikkat çekici olayıydı. Yine de “Grease”den sonra aslında onun formülünü kullanan fazla film çıkmadı. Ta ki “High School Musical”a kadar…

2006’da 4.2 Milyon dolara çekilen ve Disney Kanalı’nın hitlerinden biri olan eser için aslında ‘10’lu yaşlar kitlesine hitap eden Grease’ tanımını yapabiliriz. 2007’de anında bir ikinci filme 7 milyon dolar bütçeyle uyarlanan ana konsept, bu yıl ise 30 milyon dolara geçen bütçesiyle bir üçüncü filmde karşımıza çıkıyor. Bu seferki ise bir sinema filmi. “High School Musical”in konsepti aslında basit. Gençler arasındaki atışmaları ve aşk hikayelerini müzikal koreografileri ile anlatmak. Tabii yönetmeninin ve yazarının dizi kaynaklı kişiler olmaları, TV kaynağının ülkede ne kadar kaliteli hale geldiğini vurguluyor. Yönetmen Kenny Ortega’nın “Footlose”un yeniden çevrimi için anlaşmaları şimdiden yapması ise 80’lerin ruhuna ne kadar yakın olduğunu kanıtlıyor elbette. Serinin en önemli özelliği de “Grease” gibi şarkıları klasik Broadway kaynaklı kullanmak yerine popüler müziği ön plana yerleştirmek.

Belki “High School Musical”ın kültleşen oyuncuları, yaşlandıkça düşüşe geçecek ancak yapıtın ‘Yeni Nesil Grease’ olarak tür kırması filmlerin devamını getireceğini şüphe yok. Elbette “Kırmızı Değirmen” ve “Aşk ve Sigara” gibi yenilikçi ve postmodern bir müzikal değil. Ancak “Grease” gibi bir kulvar açabileceğini söyleyebiliriz. TV’de mi olur, sinemada mı olur onu bu filmin başarısı gösterecek. Tabii “Hairspray” gibi bozucu bir müzikalin yeniden çevriminin, içinde klasik müzikleri bulundurmasına karşın günümüzde Amerikan gişelerinde iş yapması, “High School Musical”in cesaretini perçinliyor elbette…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.