İlk filmi Kahpe Bizans’la Osmanlı’yla bir ‘derdi’ olduğunu hissettiren ama yıllar sonra gelen ‘Osmanlı Cumhuriyeti’yle bu ‘derdi’ gayet kalın çizgilerle belirginleştiren Gani Müjde’yle merakla beklenen filmini konuştuk. Film Selanik’te karga kovalarken ağaçtan düşerek ölen Mustafa’yla başlıyor… Ve ‘Atatürk olmasaydı, nice olurdu halimiz’ demeye getiriyor… Tabii komik bir şekilde… Ata Demirer’in son Osmanlı padişahını canlandırdığı filmde, Müjde’nin deyimiyle ‘Osmanlı’ya bakmak aslında geçmişe değil geleceğe bakmak’ fikri uyanıveriyor…

Banu Bozdemir

Osmanlı ve Türkiye tarihine ayrı ayrı baktığımızda, siz daha çok Osmanlı tarafından feyz alıyor gibisiniz. Osmanlının size ilginç gelen yanı nedir?

Osmanlının benim soy ağacımda önemli bir yeri var. Ben öncelikle evladı fatihan bir ailenin oğluyum. Rumelili bir ailenin oğlu olarak Osmanlı kültürü ile büyüdüm. Fenerde ve Balat’ta 10 yaşına kadar Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtlerle birlikte huzur içinde yaşadım. Osmanlı’nın çok renkli çok kültürlü hayatını yaşama ve soluklama fırsatım oldu. Bu yüzden bu kültür Bizans kültürü ile birlikte beni var eden kültürlerden biri. Nasıl uzak dururum bu kültürden?

Osmanlı’yı hep komik bir şekilde anlatsanız da, Osmanlı’ya olan genel tavrınız gayet merak uyandırıcı…

Ben beni var eden tüm kültürlerime şapka çıkartırım. Osmanlı Cumhuriyeti ile birlikte söylemek istediğim çok söz var. Bunların etkilerini ben de merak ediyorum doğrusu.

Filminiz 1888’de başlıyor… Ağaçtan düşerek ölen Mustafa Kemal fikri orijinal olduğu kadar hüzünlü de duruyor… Bu ülkeyi kurtaracak birisi olmasaydı fikrinden feyz alıyorsunuz… Biraz anlatabilir misiniz?

Mustafa Kemal’in olmadığı bir Türkiye hayal ediyorum evet. Ama bu bir istek bir arzu değil ki, yalnızca hüzünlü bir durum tespiti . Geçenlerde bir köşe yazısında Gani Müjde Mustafa Kemal’i öldürdü demiş arkadaş. Yahu benim öldürmediğim delillerle sabit. Varsa bir görgü tanığı ortaya çıksın… Kaldı ki ben bu filmi Atatürk’ü öldürmek için değil yaşatmak için çektim…Sinan Engin’in Beşiktaşlılığı , Hıncal Uluç’un Galatasaraylılığı ne kadar sorgulanabilirse benim de Atatürkçülüğüm de o kadar sorgulanabilir.

Bu filmden sonra bir tepki olarak gelmez mutlaka ama, insanlar şöyle düşünebilirler mi? ‘Biz ileriye bakıyoruz, Türkiye’yi ve Türk sinemasını ileriye taşımaya çalışıyoruz ama Gani Müjde hala Osmanlı’da’ demezler mi?

Osmanlı yaşamaya devam ediyor diyordu Kemal Tahir sık sık… Osmanlıya bakmak aslında geçmişe değil geleceğe bakmak… Bu cevaplardan benim bir Osmanlı fanatiği olduğum da çıkmasın. Ben sever ve saygı duyarım ama hiçbir şeyin fanatiği olamam.

Aslında fantastik öykülere karşı çok ilgilisiniz. Daha çok yazdığınız TV dizilerinden yola çıkarsak… Osmanlı da sonuçta fantastik ve oryantalist bir oluşum…

Evet haklısınız Osmanlı cumhuriyeti fantastik bir kurgu denemesi. Bir “What if” filmi… Ve ben bu rüyayı, hayal kurmaları sinemaya çok yakıştırıyorum. Hayatın gerçekleri çekici gelmiyor bana sinemada veya televizyonda. Kurgulanmış hayatları, kurgulanmış konuları seviyorum. Osmanlıya bakarken oryantalist bir oluşum göremiyorum aslında. Senfoni yazan, valsler besteleyen padişahlara sahip Osmanlıyı ben aslında batının tam göbeğinde görüyorum.

Yine TV’den yola çıkarsak, seyircinin ilgisini çeken ve devamlılık sağlayan işlere imza atıyorsunuz. Nedir bu işin sırrı desek?

Ben sokaklardan geldim. Sokağın dilini çok iyi bilirim. İyi de bir eğitim aldım. Kreatif birçok oluşumun içinde bulundum. Bütün bunları harmanlama yeteneğini de zor da olsa öğrendim. Geriye baktığımda birincilikler yaşamış, fenomen olmuş, yüzlerce bölüme ulaşmış bir yığın TV dizisi ve iki milyon sınırını aşmış iki sinema filmi var. (Zaten iki filmi yaptım). Ben yaptığım işe aşığım ve yaptığım hiçbir işi para için yapmıyorum. Dolar milyoneri değilim ama zevk almadığım hiçbir işi yapmak zorunda kalmayacak bir dünya kurdum kendime.

İlk filminizi 1999’da çektiniz. Aradan 8 – 9 yıl geçti. Sizce bu kadar süre iki film arası için uzun bir süre mi? Sanki siz film çekme konusunda daha içinizden geldiği gibi davranıyorsunuz…

Bana senaryo getirenlere boş bir kartvizit uzatıp. Ön tarafa adınızı soyadınızı arkasına da projenizi yazın diyorum. (Spielberg de benden öğrenmiş aynısını yapıyormuş) Çünkü şunu biliyorum ki ası olan fikirdir. İyi bir fikirden iyi bir senaryo yapmak mümkündür ama kötü bir fikirden iyi bir senaryo olmaz. Ve maalesef iyi bir fikir insanın aklına zırt pırt gelmiyor. Bazen seneler süren kuluçka dönemi gerekiyor ki bunu yaşadığımı ve sonunda yumurtladığımı düşünüyorum. Gene de dilerim ki bundan sonraki kuluçka dönemlerim daha kısa sürsün…

Gördüğüm kadarıyla gayet gelişmeye açık, teknolojiyi ve dünyayı takip eden bir çizgide vermişsiniz Osmanlıyı. Daha karamsar bir yönde de verebilirdiniz aslında…

Evet çünkü teknoloji her şey değildir. Birleşik Arap emirlikleri de teknolojiyi çok iyi kullanan ülkeler ama benim için gelişmiş ülke sayılmazlar. Ülkeleri gelişmiş yapan i-pod kullananların veya windows vista kullananların sayısı değil, kitap okuyanların sayısı, üniversitelerin sayısı, filmlerin sayısı, bağımsız seçimlerin yapılabildiği ortamlar filan. O yüzden teknoloji alanında gelişmiş Osmanlının bir kanadı kırık benim filmimde. Osmanlı Cumhuriyeti esaret altında bir ülke… Daha ne olsun…

Bu aslında biraz da şimdiki Türkiye’yi andıran bir yapı… Yani bakış açısı olarak geri gidiyor gibiyiz ama insanlar teknolojik ve günlük gelişmeleri çok hızlı takip edip içselleştirebiliyorlar…

Az önce söylediğim gibi. Kaç kitap yayınlanıyor, araştırma ve geliştirmeye ne harcıyoruz, dünya çapında kaç bilim insanımız var. SMS yazan insanların ülkeleri ileri gitmiyor maalesef…

Osmanlı döneminde yaşamak ister miydiniz… Evetse kim olarak?

Hayır ben Türkiye’nin 50’li yıllarında yaşamak isterdim. Büyükada’da bir faytoncu olarak. İnce kaytan bıyıklarım olurdu belki. Şamran hanım’dan bir iki tangoyu da ezbere söyleyebilirdim…

Filmin ikinci yarısında Atatürk’ün olduğu bir bölüm mü anlatılıyor… Olsaydı ve olmasaydı tarzında bir bakış açısı var…

Bu soruda spoiler var. Susma hakkımı kullanmak istiyorum…

Bu filmle öngördüğünüz seyirci rakamı var mı? İnsanlar kendilerini hala Osmanlı döneminde görmekten hoşlanırlar mı sizce?

Bu film elbette çok seyredilecek ama bir rakam yok kafamda. 1 milyon da olabilir, 10 milyon da… Önemli olan çıkan insanların ertesi gün bile filmi hatırlıyor ve konuşuyor olmaları. İsviçreli bilim adamlarına testler yaptırdık. Filmi seyredenin iki üç gün etkisinden kurtulamayacakları belirtildi.

Mekan sorunlarını nasıl hallettiniz? Kahpe Bizans’ta tüm tarihi mekanları kullanabilmiştiniz… Bu filmde biraz sorunlu oldu galiba?

Milli saraylar, meclis başkanlığının kontrolünde. Bülent Arınç başkanken sinemaya kapatılmış. Bu konuyu yeni başkan Sayın Köksal Toptan’a bizzat giderek ilettim. Bu sarayların kültürümüzün bir parçası olduğunu, yeniden inşasının veya dekor olarak yapılmasının mümkün olmadığını, Louvre sarayında bile çekimlerin yapılabildiğini belli kurallar dahilinde olmak kaydıyla sünnet düğünlerine ve bayi toplantılarına açık olan milli sarayların Sinema çekimlerine de açılmasını talep ettim. Kendisi beni dinledi dinledi ve “ne içersiniz ?” dedi… Benim için bu olay orada bitti. Sonra Kültür Bakanımıza gittim. Bir ülkede izinler nedeni ile tarihi filmler çekilemiyorsa bu sinemacıların değil kültür bakanının sorunudur dedim. Çay da söyledi telefon da etti. Ve sağolsunlar, kendilerinin izinleri ile bazı saraylarda çekim yapabildik. Gördüğünüz üzere çekimlerimiz bitti ve saraylar hala yerinde duruyor…

Oyuncularınızdan performans olarak memnun kaldınız mı?

Memnun kalmadığımda bir tekrar daha yaptırıyordum zaten. Hepsi süperdi ama sanıyorum Ata Demirer oyunculuğu hepimize çok ters köşeden bir gol atmış. Ben bile kıskandım yer yer adamı yahu…

 

 

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.