Amerikalı ünlü gazeteci Alex Jones’un ses getiren belgeseli Oyunun Sonu, Zamanın Ruhu köşemizin sevdiği bütün özellikleri taşıyor. Globalleşmenin sinsi silahlarını açık eden bu filmi özellikle seyretmenizi isterim.
Amerikalı ünlü gazeteci Alex Jones’un ses getiren belgeseli Oyunun Sonu, Zamanın Ruhu köşemizin sevdiği bütün özellikleri taşıyor. Globalleşmenin sinsi silahlarını açık eden bu filmi özellikle seyretmenizi isterim. Şu ana kadar Türkçe altyazısı yapılmayan filmin en kısa zamanda Türk izleyicisiyle internette buluşmasını diliyorum. Çünkü bu tür filmleri ne yazık ki ne sinemalarda ne de büyük medya gruplarının televizyonlarında seyredebiliyoruz. Seyredemiyoruz çünkü böylece yattığımız ölümcül uykudan uyanmıyoruz. Ama Zamanın Ruhu bu uykuyu bölecek filmleri, önünüze getirmekte ısrar edecek. Sonu ne olursa olsun.
End Game, 129 dakikalık bir yapım. Dünyayı üçe bölen Avrupa Birliği, Kuzey Amerika Birliği ve Asya Birliği’nin oluşma sebeplerini ve bu sebeplerin arkasındaki güçleri anlatıyor. Filmi size tanıtırken olabildiği kadar siyasi anlamda kategorize edilmemek için kategorize tanımlar kulllanmamaya özen göstereceğiz.
Filmde anlatılanları kısaca özetlersek: Kapitalizm, 1980’lere sömürüyü ulus devletler üzerinden gerçekleştirdi.
Ancak son 80’lerden sonra devletler üzerinden yürüttüğü emperyalizme uluslararası şirketlerin egemenliği altındaki bazı kurumları yerleştirmeye başladı.
Bir tür yeniden yapılanmaya giren kapitalizm yeni süreçte, devletleri ortadan kaldırmadan onları ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, hukuksal alanlarda sermayenin kurumlarına bağlamaya başladı.
Her biri kendi devletine egemen olan sermaye grupları, global sermayeye entegre olabilmek için egemenliklerini kapitalist sistemin egemenleri ile paylaşmaya başladı.
Egemenlerin buluştuğu kurumları, AB (Avrupa Birliği), NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması), APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği), COTONOU (AB ile 77 Afrika-Karayip-Pasifik Ülkesi arasında anlaşma) olarak sayabiliriz. Sözü daha karıştırmadan bu kurumların ülke insanı üzerindeki etkilerini anlatalım. Ve bunu örnekler üzerinden yaparsak daha anlaşılır oluruz diye düşünüyorum.
“Endgame” filminin ana temalarından birini oluşturan NAFTA’nın Kuzey Amerika’daki etkilerine şöyle bir göz atmak diğer örnekleri anlamamızı sağlayacaktır. NAFTA’nın uygulandığı 10 yıl içinde ucuz işgücü avantajını ele geçiren birçok şirket Meksika’ya taşınarak Amerika’da 880 bin kişinin işsiz kalmasına yol açtı. Yeni bir iş bulabilenler daha önce aldığının yüzde 23 eksiğine evet demek durumunda kaldı. İşsizlik, ücretlerin dramatik bir şekilde düşmesini ve sendikaların ekonomik yaşamdan tasfiyesini beraberinde getirdi. Birçok sektör sendikasızlaştırıldı. ABD ise, Meksika’dan büyük bir illegal işçi göçü aldı. Kamu hizmetleri NAFTA ülkeleri ABD, Kanada ve Meksika’da geriledi. Kanada’da sağlık hizmetleri çöküntüye uğradı.
Meksika ekonomisi ise pesonun devalüasyonu ve eşzamanlı olarak sınırların serbest ticarete açılmasının etkisiyle altüst oldu. ABD mallarının pazarlara hızla egemen olmasıyla esnaf ağır bir darbe yedi. 2000 yılına kadar yabancı sermaye ile rekabet edemeyen 28 bin küçük işletme iflas etti. 8 milyon aile orta sınıftan yoksulluğa düştü. Tarım alanında yerli üreticiler büyük gıda şirketleriyle rekabet edemeyerek ezildi. 1,5 milyon çiftçi toprağını kaybetti. 1 milyondan fazla Meksikalı günlüğü 3,4 ABD doları olan asgari ücretin altında çalışmayı kabul etti.
ABD-Meksika sınırında oluşan kirli endüstriler, geri dönüşü olmayan devasa bir ekolojik hasarı artırarak sürdürüyor. Kimyasal atıklar bu bölgelerde çalışan çoğu sigortasız işçilerde Hepatit’ten sakat doğumlara uzanan sağlık sorunlarının belirmesine sebep oluyor.
Meksika’nın ABD’yle derin ekonomik entegrasyona girmesi bölgedeki birçok yoksul ülkeyi heveslendirmişti. Ama NAFTA’nın geride bıraktığı 10 yılın bilançosu, kıtanın geri kalanı için pek de parlak göstergeler sunmuyor.
Endgame filminde de söz edildiği gibi NAFTA şirketlerin ABD’deki yasa ve parlamentoyu da aşmaları için bir fırsat doğurdu.
NAFTA’ya üye olan ülke daha başında Dünya Bankası’nın Tahkim mekanizması olan ICSID’nin (Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümü için Uluslar arası Merkez) herhangi bir uyuşmazlıkta vereceği kararlara uymayı taahüt etmek zorundaydı. Bu anlaşma şirketlerin tek taraflı olarak devletleri dava etme hakkını elde ettikleri ilk anlaşmadır.
Bu ICSID ne gibi kararlar vermektedir ve verdiği bu kararlar bizim gündelik yaşamımızı nasıl etkiler. Hadi bunu da örnekleyelim.
Birinci örnek; Amerikan Sermayeli Etil Corp. ile Kanada hükümeti arasındaki kavga. Nisan 1997’de Kanada Parlamentosu, benzine katkı maddesi olarak kullanılan FMT adlı maddenin ithalatını ve nakliyatını yasakladığında çıktı. Hükümet karara gerekçe olarak “ağır sağlık riskleri taşıması”nı gösterdi. Kanada’da bu maddeyi üreten tek firma ABD’li Etil Corp.’tu. Etil Corp. NAFTA tahkim kuruluna başvurarak Kanada hükümetinden 251 milyar dolarlık tazminat talep etti. Gerekçesi ise, FMT yasağının, firmaya ait tesislerin değerini, gelecekteki cirosunu, düşüreceğiydi. Aynı zamanda hükümetin aldığı bu kararın bir çeşit kamulaştırma olduğunu ileri sürdü. Ve bu potansiyel zararın, NAFTA kuralları gereğince, Kanada hükümeti tarafından maddi olarak telafi edilmesini istedi. Zararın değeri 251 milyar dolardı. Yani Kanada’ya yapılan 251 milyar dolarlık bir şantaj.
İkinci örnek ise Ocak 1998’de, yine ABD’li bir atık şirketi Metal Corp. ile Meksika hükümeti arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık. Bu sözünü ettiğimiz uluslararası atık tüccarı şirket, bir Meksika Eyaleti olan St.Louis Potosi’de Federal hükümet tarafından mahkemeye verildi. Sebebi de şu: Firma birçok imha tesisi, ya da “zararlı atık bertaraf etme istasyonu” kurmak ister, ancak St.Louis Patos Üniversitesi bir jeolojik bilirkişi raporu yayımlar. Eyalet hükümeti bu raporu esas alarak tesisin yapılmasına izin vermez. Raporda şu söylenmektedir “Bölgede yaşayan pek çok insanın içme suyunun, bu tesis nedeni ile kirlenme riski yükselecektir.” Üniversitenin bu raporuna riayet eden yerel hükümet tesise izin vermez, ama tesis faaliyetini durdurmaz. Daha doğrusu firma, tesisi kurmakta direnir. Bunun üzerine eyalet valisi, firmanın bulunduğu alanı su kaynaklarının kirlenmesini önlemek için “doğal koruma bölgesi” ilan eder. İşte bu karardan sonra, ABD’li şirket mahkemeye gider. Ve şirket, yerel hükümetten 90 milyon dolar tazminat talep eder. İlk örnekteki gibi kararın “Bir kamulaştırma” olduğu öne sürülür. 90 milyon dolar ilginç bir rakam, o bölgede oturan Meksikalı ailelerin tümünün yıllık gelirinden daha yüksek. Kısacası bir büyük şantaj daha.
Son söz: Yukarıda verdiğimiz bütün örnekleri AB’ye üye olmuş bir Türkiye için de düşünebilirsiniz. NAFTA eşittir AB, Türkiye eşittir Meksika. Avrupa şu an Türkiye’yi kendi içine almıyor. Ama büyük patronlar bütün ülkeleri dize getirecek ve Türkiye, AB’ye üye olacaktır. Yıllardır Türkiye’nin AB’ye üye olma tartışması dini bir çatışma kisvesi altında yürütülüyor. Böylece kendine haksızlık yapıldığını düşünen bir millet AB’ye üye olduğunda Müslüman bayrağını Avrupa’nın ortasına dikecek gibi bir hava yaratılıyor. Ama işin aslı başka. Burada ne dini bir savaşın önemi var, ne de Avrupa’nın Türkler’e duyduğu tarihi nefretin. Bu yapılanmanın altında yatan asıl gerçek modern kapitalizmin kendi post-modern kölelik sistemine dahil edeceği ülkelerin sırada beklemesi. İşte AB, işte meydan, buyrun sevinin.