- Semih Kaplanoğlu’nun bol ödüllü filmi Yumurta’dan sonra Yusuf üçlemesinin ikinci bölümü olarak çektiği Süt’te rol alan başarılı oyuncu Başak Köklükaya, geçen hafta katıldığı Venedik Film Festivali’nde yeteneğiyle gönülleri bir kere daha fethetti
· Filmde köylü bir kadını canlandıran oyuncu rolü için; inek sağmayı, peynir yapmayı hatta motosiklet kullanmayı bile öğrendi. Köklükaya ‘Bu öğrendiklerinle çiftlik bile yönetirsin’ diyenlere ‘Çiftlik olmasa da bir ineği idare edebilirim’ karşılığını veriyor
ESRA CENGİZ
Yeteneğini gerek yurt içinde gerekse yurtdışında aldığı pek çok ödülle ispat eden Başak Köklükaya Türkiye’nin en güzel ve en başarılı kadın oyuncularından biri olarak gösteriliyor.
Semih Kaplanoğlu’nun bol ödüllü filmi Yumurta’dan sonra Yusuf üçlemesinin ikinci bölümü olarak çektiği Süt’te kasabada yaşayan Zehra adında dul bir kadını canlandıran Köklükaya, filmin galasının yapıldığı Venedik Film Festivali’nde de basının en çok ilgilendiği oyuncular arasındaydı.
Köklükaya rolünün sorumluluğunu asla unutmayan bir aktris. Kaplanoğlu’nun talebi olmasa da kendisini Zehra olarak görebilmek için aylarca güzellik salonlarından uzak duran, topuklarını kırsalda yaşayan bir kadına benzetmek için özellikle çatlatan bir oyuncu o. Üstelik senaryoyu okurken gözünün önüne gelen etli butlu kadına dönüşmek için kilo almaya bile çalışmış. İşte bir tek onu becerememiş. Köklükaya, o kadar mütevazı ki tüm bu hazırlık sürecini anlatırken bile utanıyor. Çünkü Köklükaya’ya göre bunlar bir oyuncunun zaten yapması gerekenler. Başarılı oyuncu Başak Köklükaya ile Süt’ü, oyunculuğu ve mesleğinin dönüm noktalarını konuştuk.
MOTOSİKLETTEN ÇOK DÜŞTÜM
Zehra rolüne hazırlanmak zor olmadı mı?
Çekimler başlamadan önce çekim mekanımız olan Tire’ye gittim. Süt sağmayı öğrendim. Ondan önce İstanbul’da motosiklet kullanmak için ders almaya başlamıştım. Motor kullanmak zor değil belki ama ben çok zorlandım ve korktum. İstanbul’da çalışırken motordan düştüm ve ondan sonra bir müddet çeşitli bahanelerle dersleri ektim.
Peki süt sağmak kolay mı?
Köy hayatını da hayvanları da hep çok sevmişimdir. Ne kadar sevsem de daha önce hiç, bir ineğe bu kadar yaklaşmamıştım. Süt sağmak için oturduğunuzda o cüsse gözünüzde daha da büyüyor. Ufak tefek kıpırdanmalarında bile ilk başlarda kendimi birkaç metre uzağa attım. İki hafta kadar uğraştım süt sağmayı öğrenmek için. İlk başta canını acıtmaktan korkuyordum. Sonra sütü sağmayı başardım ama kovaya denk getiremiyordum. Ama şimdi tek elle bile sağabiliyorum. Bununla birlikte peynir yapmayı da öğrendim. Artık taze süt bulursam kendi peynirimi yapabilirim.
Bir çiftlik idare edebilecek kadar öğrendiniz bu işleri herhalde…
O kadar iddialı olmayayım ama çiftlik olmasa da bir ineği idare edebilirim. (Gülüyor)
Yumurta’yı ne zaman izlediniz?
Bizim çekimlerimizin bitmesine yakın izledim. Çok beğendim. Sanat filmlerinin izlenmesi biraz zor. Şuna biraz üzülüyorum; seyirci, kurgu ya da olaylar alışık olduğu bir tempoda gitmediği, bir sonraki karede ne olacağını tahmin edemediği için çabuk sıkılıyor ve hemen iyi bir film olmadığına karar veriyor. Oysa bunlar, biraz daha dikkatli ve düşünerek izlenilmesi gereken filmler. Eğer bu gözle bakabilirlerse daha çok hoşlarına gideceğine eminim.
KİLO ALMAK İÇİN DE ÇALIŞTI
Kasabada yaşayan bir kadını canlandırmak için görünüşünüzü değiştirmeniz gerekti mi?
Hayalimde daha etine dolgun bir kadın vardı. Film için kilo almak istedim ama çok yememe rağmen bir türlü başaramadım. Cildimde lekeler ve kırışıklıklar olmalıydı. Bunun için çekimlerden üç-dört ay önceden manikür, pedikür yaptırmayı bıraktım. Hatta topuklarımı çatlatmak için uğraştım. Bunlar tabii ki filmde çok görünmeyecekti ama ben hissetmek istedim.
Venedik’te Süt’e olan ilgi büyüktü ama maalesef ödül alamadı…
Gerçekten çok büyük ilgi oldu filme. Bir ödül alamadı ama hiç önemli değil. Aslında en büyük ödül; galanın gündüz yapılmasına karşın sinema salonunun dolu olması ve filmin dakikalarca ayakta alkışlanmasıydı.
Yunanistan’da şapka ve gözlükle bile beni tanıdılar
2003’te çekilen Bir Tutam Baharat Türkiye’de vizyona girmedi ama Yunanistan’da en çok izlenen filmlerden biri oldu.
Evet, Türkiye’de vizyona girmedi ama DVD’lerinin çok satıldığını biliyorum. Bu film Yunanistan’da tüm zamanların en çok gişe yapan filmi oldu. Amerika’da, Avustralya’da ve hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde gösterildi. Çok da iyi gişe yaptığını öğrendim. Film Türkiye’den giden Rumlardan Tasos Boulmetis’in kendi hayat hikayesiydi. Tasos, çekimlerden sonra, filmin çekim sürecini kitap haline getirdi ve beni de bu kitabın imza gününe çağırdı. Atina’daki imza gününde gerçekten çok duygusal anlar yaşandı.
O halde Yunanistan’da bayağı tanınıyorsunuzdur?
Gerçekten çok tanıyan oldu. Hatta şapka ve gözlükle otururken bile tanıyıp yanıma gelenler vardı. İmza gününe çok büyük ilgi vardı. ‘Saime’ diye yanıma gelip sarılıyor, ağlıyorlardı ve bu öyle bir sarılıştı ki, sanki bana değil geçmişte bıraktıklarına sarılıyorlardı. Gerçekten çok dramatikti. Genellikle yaşlı insanlardı, bazıları bana notlar veriyorlardı, ‘Beni tekrar o günlere döndürdün…’ gibi şeyler yazan notlar. Filmin çekimleri biraz daha uzasaydı, üzüntüden hastalanabilirdim.
İmza isteyenlerden ben de imza aldım
Şöhret hayatınızı nasıl değiştirdi?
Her şeyden önce, şöhretli olduğumu düşünmüyorum. Sadece tanınan bir oyuncuyum ve bundan da asla rahatsız olmuyorum. Çok mutlu oluyorum hatta adım ve soyadım söylendiğinde gerçekten çok duygulanıyorum, gözlerim doluyor. Hele ki oynadığım bir filmi izleyen kişilerin beni yolda çevirip, bu filmle ilgili sorular sorması, yorumlar yapması beni çok sevindiriyor.
Sokakta insanlar size nasıl yaklaşıyor?
Televizyon dizileriyle en az haftada bir kez insanların evlerine bir nevi konuk oluyoruz. Bizleri aileden biri gibi görüyorlar. En rahat halleriyle seyrediyorlar; üzerlerinde pijamaları, belki ayaklarını uzatmış, çaylarını içerken bizi izliyorlar. O nedenle, yolda gördüklerinde de o samimiyetle yanınıza geliyorlar. Sizi o kadar samimi görüyorlar ki hiçbir şey sormadan, cep telefonlarıyla yanınıza gelip, dizide oynadığınız karakterin adıyla mesela ‘Aa, Hanzade Abla ya da Asiye Abla, dur bir fotoğrafını çekeyim’ diyerek fotoğraf çekmek istiyorlar.
Bugüne kadar başınıza gelenlerin en komiği hangisiydi?
Yanık Koza dizisinin çekimleri sırasında emniyet müdürlüğünde soyunma ve makyaj için kullandığımız bir oda vardı. Sabahın çok erken bir saatinde odada makyajım yapılıyordu. Bir polis memuru içeri girdi, cep telefonunu burnumun ucuna kadar getirip ‘Anaa Şafak Ablam da buradaymış, dur bir resmini çekeyim…’ diyerek fotoğrafımı çekti. Bir tane daha var… Bizimkiler dizisinde ilk rol aldığım dönemlerde, Ankara’da yolda yürürken, beni tanımış ve yanıma gelip imza istemişlerdi. İlk defa başıma geliyordu. O kadar şaşırmış ve sevinmiştim ki ben de onlardan imza istemiştim.
Eşimin hakkını ödeyemem beni hep çok destekledi
Geçtiğimiz yıl sizi dizilerde göremedik…
Evet biraz kendimi de seyirciyi de dinlendireyim istedim. Birçok dizi teklifi geldi ve geliyor. Bir aksilik çıkmazsa önümüzdeki aylarda yeni bir dizide rol alacağım.
Çekimler çok yoğun olduğu için dizide oynadığınız dönemlerde hayattan kopuyormuş gibi hissetmiyor musunuz?
Gerçekten yüzde 100’lük bir kopuş yaşanıyor. Birkaç saatlik uykuyla çekime gittiğim onlarca gün örneği verebilirim. Teknik ekipten evine hiç gitmeyenler bile oluyor. Dizi başlarken ‘4-5 sezon olacak deseler’ kabul etmem herhalde. Gönlüm hep en fazla 13, hadi bilemediniz 26 bölümlük işlerden yana. Bir hikayeyi ne kadar uzatabilirsiniz ki? Sonunda çekiştire çekiştire tadı kaçıyor.
Eşiniz ne diyor bu duruma?
Şimdiye kadar hiç şikayet etmedi, alıştı bu tempoya. Zaten yanımda olmasaydı, desteklemeseydi çok zor olurdu. Yürümesi mümkün değildi. Bu konuda onun hakkını ödeyemem.
Çağan Irmak, Ferzan Özpetek gibi pek çok başarılı yönetmenle çalıştınız ama kariyerinizin dönüm noktası Zeki Demirkubuz’un Üçüncü Sayfa filmi oldu galiba…
Üçüncü Sayfa’nın tabii ki benim için çok önemli bir yeri var. İlk sinema filmim, Ferzan Özpetek’in Hamam filmiydi. Bu filmle, Ankara Film Festivali’nde Ümit Veren Yeni Kadın Oyuncu ödülünü aldım. Zeki Demirkubuz, beni bu filmde izleyip beğenmiş, Üçüncü Sayfa’da oynamamı istedi. Bu film sinema adına birçok şeyi fark etmemi sağladı.
Üçüncü Sayfa’yla bu kadar çok ödül aldıktan sonra, gelen teklifleri değerlendirmek daha zor olmadı mı?
Aldığım ödüllerin üzerimdeki sorumluluğu artırdığını düşünmüyorum. Bu ödüllere bana verilmiş çok değerli armağanlar gözüyle bakıyorum. Hiç ödül almasam da aynı sorumluluk duygusuyla yoluma devam ederdim. Elbette ki ödüllerle çok onurlandım ama bir sonraki işe yine sıfırdan, aynı özveriyle, aynı sorumluğu hissederek başladım.
Bir rolü kabul etmeniz için hangi kriterlere uygun olması gerekir?
Yönetmen önemli ama öncelikle senaryoya bakıyorum. Çok klişe olacak ama okuduğumda gözümün önüne sahneler geliyorsa, kendimi o sahnelerin içinde hissediyorsam o projede olmak istiyorum.
Kendinizi izlerken neler hissediyorsunuz?
Acımasızca eleştiriyorum. Bütün oyuncuların da aynı şeyi yaptığını düşünüyorum. ‘Ne güzel oynamışım’ diyen oyuncu var mıdır, bence yoktur.