Banu Bozdemir
Wall-E’yi izleyince inanılmaz heyecanlandığımı itiraf etmeliyim. Bunun birkaç sebebi var tabii. İlki sıcak ve her yaştan izleyiciye hitap eden bir animasyon olması. İkincisi çevreci olması. Üçüncüsü de ‘Çevremi Seviyorum’ temalı çocuk kitaplarımla arasında duygusal bir bağ kurmam. Çünkü çok benzeşiyorlar duygu olarak. Ufak bir umudun, dünyayı kurtarmak için yeterli olduğunun peşinden gidiyor Wall-E de…
Mantık olarak film çok doğru bir yerden başlıyor. Felaket senaryolarının temeli, dünyanın yaşanılamaz bir yer olmasından kaynaklı zaten. Gri bir yaşamın içinden, yalnızlığa ve boşluğa uzanıyor kamera. Tam o sırada gıcır gıcır bir ses duyuluyor. Eskimiş bir robot, insanlardan arta kalanlardan büyük, bastırılmış bir dağ yığını yaratıyor. Arada eline gelen eski şeyleri de çerci dükkanında biriktiriyor. İnsanlar ortalıkta görünmüyor. Bir süre robotu izliyoruz, hatta uzun bir süre… Küçük robot Wall-E insanlık değerlerine sahip çıkan küçük çocukları andırıyor adeta. Sonra küçük, modern ve bir o kadar da duygusal Eve çıkıp geliyor galaksinin bir yerlerinden… Wall-E sonunda kendisine eşlik eden yavru hamamböceğinin dışında birisiyle karşılaşmanın heyecanı sonuna kadar yaşıyor. Yani aşık oluyor… Uzaya yerleşen insanların, dünyada hayat olup olmadığını sınamak için gönderdikleri robotlardan birisi Eve… Ve sonuç mucize. Eski bir ayakkabının içinde filizlenen bir bitki… Her şeye tekrar başlamak için çok yeterli…
Kasvetli dünyadan kasvetli bir uzay ortamına geçiyoruz. Kaslı vücutların yerini pelteleşmiş et yığınlarının aldığı, herkesin koltuklarından kalkamadığı, bol ışıklı, bol robotlu bir ortam. İnsanların dünyanın içine edip, tam da kendilerine göre yeniden inşa ettikleri uzay boşluğu…
Wall-E o dünyanın içinde eski dünyayı temsil eden insanlar gibi… İnanılmaz sevimli. Bir süre sonra kaptan pilot, Wall-E, Eve ve yıllar sonra birbirine dokunarak iletişimi keşfeden bir kadın ve erkek sayesinde dünyayı kurtarmak için inanılmaz bir mücadeleye başlıyorlar… Sonuç yine mükemmel. Pixar tarafından yapılan animasyon, aslında en eski projelerdenmiş. Sevimli balık Nemo’dan sonra şekillenerek son şeklini almış.
Yıl 2700… İyimser bir yıl. 2008 senesinden baktığımızda dünyamızın pek de şansının olmadığını görüyoruz… Yani insanoğlunun dünyayı berbat bir halde bırakıp, başka yerlere kaçma şansı da olmayacakmış gibi… Bence çocuklardan başlayarak, herkesin izlemesi gereken filmlerden biri diye düşünüyorum… Meseleyi o kadar komik, trajediye kaçmadan anlatıyor ki, sanki bu biz insanların başına hiç gelmezmiş gibi… Ama tam da insanların başına gelen bir felaketten söz ediliyor… Hala dünyayı kurtarma şansımız varken, bir postalın içinde veya başka kalemin içinde tohumlar bulmayı beklemeden, yani filmlerdeki ya da kitaplardaki mucizenin bir gerçek olacağını düşünerek beklemeden bir şeyler yapmak gerekiyor… Felaket öyle bir şey ki geldiğini belli ediyor ama nasıl geldiğini kimse bilmiyor…