Üç Hanedan Ejderin Dirilişi
SERDAR AKBIYIK
Asya kültürü, Batı medeniyetlerinden çok daha farklı. Tarihi algılayışımızda bu farklılık iyice su üstüne çıkıyor. Eksantrik yaradılış öyküleri, gizemli karakterler Asya milletlerinin özgeçmişlerinin vazgeçilmez unsurları. Bu hafta vizyona giren Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi Çin İmparatorluğu’nun parçalanışından sonra tek bir irade altında toplanmasını anlatan dramatik bir hikaye. Çin’in dört büyük klasik romanından biri olan “Romance of the Three Kingdoms”dan uyarlanan Çin tarihinin en karanlık dönemi M.S. 190 – 280 yılları arasında geçen Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi, ülkesinin birliği ve barış için savaşan, yiğitliği ve savaştaki üstün yeteneğiyle yükselip tüm Çin’de tanınan bir kahraman olan sıradan bir adam Zhao Zilong’un hikayesini anlatıyor. Halktan gelen ama tabi olduğu beyliğe sonuna kadar bağlı kalan ve 5 Kaplan Generali’nden biri olmaya başaran Zilong, Çin kültürünün unutulmayan bir parçası. Son dönemde büyük bir ilerleme kaydeden Asya Sineması’nın başarılı örneklerinden olan Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi epik bir kahramanlık ve var oluş hikayesi. Oyunculukların ve öykünün su katılmamış bir kahramanlık hikayesinin ürünü olması izleyicide hafif Cüneyt Arkın benzetmelerine neden olacaktır. Ama düşünmemiz gereken filmin son dönemde dünyadaki dengeler üstünde fazlasıyla söz sahibi olan Çin’in önemli bir edebiyat üretiminin ilk kez sinemaya uyarlanmış olması. Tamam, Asya sinema endüstrisi bir atakta ve bu kadar yıl sonra Çin’in kuruluş destanını anlatan roman ilk kez sinemaya uyarlandı. Ama bu zamanlama acaba sadece endüstrinin ilerlemesiyle açıklanabilir mi? Yoksa Asya’daki yükselen milliyetçiliğin bir izdüşümü mü Üç Hanedan: Ejderin Dirilişi. Benzer üretimleri Güney Kore sinemasında da görüyoruz. Çin gibi komünizm ile yönetilen bir ülkede milliyetçiliği odağına almış bir filmin ortaya çıkması belki de bizim dikkatimizi çeken. Çünkü Hollywood bu tür binlerce üretimde bulunuyor. Dünyaya Amerikan milliyetçiliği ve emperyalizmini sinemayı kullanarak zaten empoze ediyor. Bu filmi seyrettikten sonra Türk Sineması için söylenecek çok şey var aslında. Benzer tarihlere sahip olduğumuz Çin kendi var oluşunu bu kadar güzel bir şekilde dünyaya tanıtırken, kendi halkının bilincini etkilerken, bizim tarihimizin kendi genç nesillerimiz tarafından bile unutuluyor olması acaba hangi endüstrinin suçu, hangi dengelerin ürünü? Hem seyredelim hem düşünelim. Şunu bilmeliyiz ki bu problemin tek sorumlusu yönetmenler veya senaristler de değildir. Bu garabet öncelikle Türk entelektüelinin bir sorunudur. Şu an bir yönetmen Ergenekon destanını sinemaya çekse düşünün bakalım ne gibi suçlamalarla karşı karşıya kalır. Ne faşistliği ne ülkücülüğü kalır bu sinemacının. Entelektüel gurupların sürüklediği kamuoyu tarafından kategorize edilmek ve aşağılanmak bu sinemacının Türkiye’deki makus talihidir.