Kerem Akça

Bu ay vizyona giren Dante 01, Alien ile A sınıfa transfer olan B filmi formülü ‘uzay gemisinin içinde geçen bilimkurgu/korku filmleri’ni kullanıyor. Zamanla alt türe dönüşen bu formülün, akrabalık bağları derin bir skalaya sahip olduğu söylenebilir.

Bilimkurgu ve korku türleri hiçbir zaman gerektiği kadar ciddiye alınmamıştır. Halbuki bilimkurgu, 1968’de Maymunlar Cehennemi (Planet of The Apes) ve 1967’de 2001: Bir Uzay Macerası’yla (2001: A Space Odyseey); korku ise 1974’de Halloween ile B filminden A sınıfına transfer olmuş ve ciddiye alınmaya başlanmıştır. Buna karşın hiçbir zaman drama, biyografi gibi türlerin yanına yanaştırılmamışlardır. Yine de 70’li yılları iki türün de çıkış seneleri olarak görebiliriz, ki bunu biz değil sinema tarihinin sayfaları söylüyor…

O yıllarda sözünü ettiğimiz filmlerin yanında bir diğer önemli yapıt da Yaratık (Alien) (1979) idi. Sonradan 4 filmlik bir seriye dönüşen eser, ‘uzay gemisinde geçen bilimkurgu/korku filmleri’nin A sınıfına transfer olmasını sağladı. Bu doğrultuda da hem ‘yaratık’ filmleri alt türüne yenilik getirdi, hem de uzay gemisinin ‘gerçekçi’ alanını ilk kez böylesine korkutucu bir atmosferle görselleştirmiş oldu.

Filmin önemini bir kenara bırakıp geriye döndüğümüzde, onun da esin kaynaklığını yapan bir B filmi olduğunu görebiliyoruz. It! The Terror from Beyond The Space (1958), aynen Yaratık serisinde olduğu gibi, gittikleri gezegenden uzay gemilerine bir uzaylının sızmasıyla beraber dönüş yolculuğunda zor anlar yaşayan insanların psikolojisini anlatıyordu. Ancak uzaylı dediğimiz, o dönemin kitsch tasarımlara uygun olan ‘yapay duran kostümlü bir adam’dı. Tabii bu değerlendirmeyi yaparken bu tanımı bir kenara bırakmak daha doğru olacaktır. Fakat bizim esas söylemek istediğimiz, Edward L. Kahn’ın filminin alt türün çıkış noktası olduğu… Ancak tabii Yaratık, bunun üzerine Post-Vietnam korkusunu (ki o filmin zamanında daha çok Rusya’dan gelecek tehditlerden korkuluyordu.) canavar filmleri alt türünü eklerken daha karanlık bir görsel atmosfer kurmayı da ihmal etmiyordu. Lafın özü film, 70’lerin Amerikan sinemasındaki sosyopolitik ayaklanmaya katılıyordu, yönetmeni İngiliz Ridley Scott olmasına karşın…

Ancak bizim lafı getireceğimiz nokta, Dante 01’in de ele aldığı bu alt türün, ‘uzaya gidip geri dönen uzay gemileri’nin içinde yaşanana odaklandığı. Zira uzay gemileri dünyadan başka bir galaksiye hareket edince, Apollo 13 gibi melodramlar veya Solaris gibi bellek odaklı öznel dünya filmleri çıkabiliyor karşımıza. Yaratık’ın içine girdiği tür ise, 50’lerde uzaylıların ya da ötekilerin dünyaya gelip insanların arasına karışmasıyla birlikte ortaya çıkan gerilimin tek mekana sıkıştırılmasının üzerine gidiyor. Yani ne Event Horizon (1997) gibi uzay gemisinin canlandığı filmler, ne de Görev: Mars gibi dünyadan marsa insan yollayan yapıtlar, bu alt türün içine girebiliyor. Ama tabii Danny Boyle’un geçtiğimiz yıl vizyona giren filmi Gün Işığı’nı (Sunshine) (2006) veya David Twohy’nin Derin Karanlık’ını (Pitch Black) (2000), Yaratık ile akraba filmler olarak görebiliriz. Zira Gün Işığı (Sunshine) (2006), Solaris’in (Solyaris) (1972), Apollo 13’ün (1995) ve Yaratık’ın film modellerinin arasında bir yerde durup görsel bir şölen sunma amacı güdüyor esasen. Derin Karanlık ise tam anlamıyla uzayda geçen bir canavar filmi, yani onun için B filmlerinin bir türevi ya da Yaratık’ın uzay gemisiz hali diyebiliriz rahatlıkla…

Bu filmlerin formülünü çözdüğümüze göre, dramatik anlamda da ne demek istediklerine girmek faydalı olacaktır bu aşamada. Öncelikle bunlar insanoğlunun hayat mücadelesini ele alan bilimkurgu filmleri. Bu doğrultuda da alegorik olarak mikroskobik bir evren kurup, bunu uzay gemisinin içinde canlandırıyorlar. Örneğin Yaratık 2’de (Aliens) (1986) her türlü kültürden ABD’linin varlığıyla, yaratıklara karşı gelen bir uzay gemisi ekibi mevcuttu. Bunların üzerine bir droid de eklenmişti tabii. Böylece bilimkurgu tonu da iyiden iyiye hissettirilmişti. Yani elimizde daha çok psikolojik mücadele odaklı bir gerilim var. Dante 01 de Yaratık ve The Andromeda Strain (1971) gibi içine uzaylı giren gemilerdeki gerilimin üzerine gidiyor. Yani Marc Caro’nun bütün özgün bakış açısına rağmen ‘Uzay gemisine yaratık geldi!’ demekten farklı bir niyeti yok. Bütün filmi de o içine uzaylı giren insan ile diğer insanların mücadelesi üzerine kuruyor. Yani Apollo 13, Görev: Mars (Mission to Mars) (2000) veya Solaris olması fark etmiyor. Özünde ‘yaşamak için insanlar birbirini öldürebilir’ düşüncesi bir şekilde siniyor uzay gemisi filmlerine. Bu durum, Yaratık yoluyla bilimkurgu-korku haline gelince de bir değişiklik olmuyor. Sıkışmış alanın özündeki ‘basıklık’, her şekilde insanların üstüne sinip bir psikolojik sıkıntı salgılıyor. Bu sebeple, özellikle de Yaratık ve Dante 01’de uzay gemilerinin dünya-cehennem arasında kalmışlığın ve çıkışsızlığın metaforu olduklarını söyleyebiliriz. Tabii bir not olarak da Uzayın Derinliklerinde (Lost in Space) (1998) ve Star Trek (1979) gibi tamamı uzayda veya uzay gemisinin içinde geçen filmlerle karıştırmamamız gerektiğini de belirtelim. Zira bilimkurgu/korku filmleri, dünyamızın varlığından haberdarlar ve insanların gelecekte veya günümüzde uzaya gidiş-dönüş yolculuğunda yaşadıklarını anlatıyor. Sözünü ettiğimiz o filmler ise uzay operası alt türünün bir ürünüler. ‘Bilimkurgu-korku’ filmleriyle sadece akrabalar…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.