Eylül tıpkı bir pazar günü gibi çocukluğumuzdan beri… Bir pazar günü gibi pazartesiye hazırlayıcı, kışa ve dönüşlere hazırlayıcı… Pazar, haşarı çocuklar için pazartesiye açılan sıkıntılı bir kapıdır. Eylül hüznün, sarının, sinemanın bize çizdiği bir şerittir… Sinemasal adımlarla kışa hazırlık zamanıdır, kimisi için sıkıntıdır, kimisi için hüzün, kimisi için sıcak bir el tutuştur karanlıklara karışmak için…
Eylül bizim için bütün bu anlamların yanında, cinedergi’nin beşinci sayısını işaret ediyor… Yaklaşan bir sinema mevsimini… Festivalleri, hiç bitmeyen koşuşturmaları ve bunların sayfalarımız arasındaki heyecanlı bekleyişini ifade ediyor… Mevsim yaz olsa da, sıcaklık bir şerit gibi sırtımızdan aksa da bu sayı için sinemanın gemisindeydik yine… Kimi zaman gemiye binip Titanic havasında adalara gittik geldik, kimi zaman Sudaki Kız ya da Atlantis’ten Gelen Adam olduk ama ayak değmemiş karlı ‘Kasabaları’da unutmadık…
Cinedergi, bir sanat dergisinin sloganı olacak ama gerçekten de popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmadan yoluna devam ediyor… Tıpkı sinema gibi… Ne popüler olanın sağanağı altındayız ne de popüler olmayanın kanatları altında… Sektörün yaşaması ikisinin de kardeş kardeş geçinmesiyle mümkünse biz de şapka çıkarırız bu birlikteliğe… O yüzden sayfalarımızda sinemaya ait her şeyi bulmanız mümkün… Bundan sonra da öyle olacak…
Bu sayıda Ekim’de vizyona girecek olan Gitmek filminin yönetmeni Hüseyin Karabey ile ‘gitmek mi zor kalmak mı’ şeklinde bir söyleşi yaptık… Tatil Kitabı’ndan yola çıkarak ‘Kasaba’lara doğru soluklandık… Hellboy’u bir karakter, oyuncu ve yönetmen olarak masaya yatırdık… Al Pacino ve Robert De Niro’yu neden bu kadar çok sevdiğimizi sorduk kendimize! Uzay gemisinde sıkışıp kalmanın fobik etkisini, robotlarla haşır neşir olarak atmaya çalıştık… Bu sayıda bir tık yanınızdayız… İyi okumalar