SERDAR AKBIYIK
Dönemimiz romantizmin üstünü örten kapkara bir örtünün gölgesinde kaldı. İnsan haklarından tutun, adalet duygusuna kadar insani değerlerin hepsi ayaklar altında. Masumiyet göz yaşı dökerken romantizmin ise bileklerinde kelepçeler var. Durum böyle olunca insan ruhu tepkisini veriyor ve müzikte, sinemada romantizmin peşine düşüyor. Fakat bu anlamda üreticiler de kısırlar. Romanlar aşk üzerine değil artık. Ya bilimkurgu veya komplo teorileri üzerine yazılan kitaplar iş yapıyor. Sinemada müzikaller bir Pink Floyd, Beatles veya romantizmin en saf halini melodilerinde saklayan ABBA gibi grupları arıyorlar. Bu aramanın, bu ihtiyacın sonunda Beatles’ı yeniden yaşatan Across The Universe veya bir ABBA güzellemesi olan Mamma Mia karşımıza çıkıyor. İyiki de çıkıyor. Bu hafta vizyona giren Mamma Mia dünyanın en fazla izlenen müzikallerinden.
1999 yılından beri dünyanın birçok ülkesinde sahnelenilen Mamma Mia üç kadının işbirliği ile sinemaya çekildi. Yönetmen Phyllida Lloyd, senarist Catherine Johnson, yapımcı Judy Craymer’in işbirliği Mamma Mia için müthiş bir kadronun da oluşmasını sağladı. Meryl Streep anne rolünde hem performansı ile hem de şarkıları söylerken sesinin güzelliğiyle bizi kendine bir kere daha hayran bıraktı. Tabii aynı şeyleri Streep’in kızı rolünü oynayan Amanda Seyfried için de söylemeliyiz. Öyküdeki anne kızın bu müthiş uyumuna olası baba rolünde karşımıza çıkan üç isim, Pierce Brosnan, Colin Firth ve Stellan Skarsgard da eklenince farklı bir film seyrettiğimizin bilincine varıyoruz. Filmdeki bütün parçaları oyuncular kendi sesleriyle yorumluyorlar. Pierce Brosnan’ın detone sesi bile filmin müziklerinin bize verdiği zevki bozamıyor. ABBA’nın ünlü parçası Chiquitita’nın hissettirdiği duyguları burada nasıl anlatabiliriz ki? Hele Meryl Streep’in filmin son kısımlarında seslendirdiği The Winner Takes It All parçasının duygusal gücünü ve aşkla uyumunu. Beatles parçalarını odağına alan Across The Universe’den sonra bizi bu kadar etkileyen bir müzikal seyretmemiştik son dönemlerde. Yazının başında bahsettiğimiz dönemin karanlığına inat, aşkın ve romantizmin gücüne duyduğumuz inanç adına bu filmi seyretmeliyiz. Çünkü ABBA’nın şarkılarının sözleri insani duygular adına bir evrensellik dersi gibi.
Filmin konusunu kısaca özetlersek: Bir Yunan adasında oteli bulunan Donna kızını evlendirecektir. Yapacağı düğün için eski arkadaşlarını adaya davet eder. Kızı Sophie’nin de annesine bir sürprizi vardır. Babasını tanımayan Sophie annesinin gençliğinde aşk yaşadığı ve muhtemel babasının içlerinden biri olduğunu düşündüğü üç erkeği düğüne davet eder. Donna bu sürpriz karşısında hem hayatını tekrar gözden geçirir hem de biricik kızının babasını tanıma çabası karşısında geri adım atmak zorunda kalır. Tabii bu sırada ABBA’nın bütün o güzel şarkıları filmin duygularını bizim gibi kırkını devirenlerin üstüne nostaljiyle boca eder. İlk aşklarımızı, hepimizin çocukluğunda yaşadığı o unutulmaz ve masum yaz aşklarını tekrar yaşamak için sinema salonlarındaki boş koltukları doldurun.